30 Kasım 2009 Pazartesi

yeryüzünde aşk durdukça

istanbul'a doğru yola çıkıyorum birazdan.
garip ama çok güzel ve özel hislerle dolup taşıyorum bikaç gündür. şu fırıldak hayatın güzel yüzü bu bayram bana dönüktü sanırım. herşey olması gerekenin üstünde güzeldi. belkide ben yaptım bu oyunu, içinde mutlu oluyorum. neyse farketmez. oyun yada gerçek, ben sonuçta iyiyim. iyi hislerle dönüyorum istanbul'a ve tüm yol sadece bi şarkıyı dinlemek istiyorum.



dünya döner bir gün daha
yeryüzünde aşk durdukça
gece erken inse bile korkma
o hep seninle kaldıkça

biliyorsun gitmem gerek
yollar bitmez düşünerek
ister sonuç de istersen sebep
bu düğümü çözmem gerek

belki sana yazarım uğradığım bir şehirden
renkli bir kart atarım mekke yada kudüsten
sonra bir gün cıkarım sen artık dönmez derken
bir şarkı fısıldarım kulağına gün batarken

dünya döner tek bir yana
dolsun diye gün bir daha
ben de döndüm tekrar sana
sönmek için yana yana

27 Kasım 2009 Cuma

herkese iyi bayramlar :)

bayram namazından sonra direkt mezarlığa gittik. başta babaannemin mezarını ve dedelerimin mezarlarını ziyaret ettik, dualar ettik bol bol. sonra ordan kardeşleri eve bırakıp kurbanı kesmeye geçtik. katliamdı resmen orası. cehalet dizboyu. hertaraf kan gölü zaten. hani ibadet edicem derken hayvana acı çektirenlerimi söyliim, hayvan daha tek parça iken et isteyen muhtaç sahiplerinimi. zor bela geldik eve etimizle. kavurmamızı yaptık taze taze, yedik. yakın komşuların payını dağıttık.

sonra bi telefon trafiği başladı malum. şu dün gece beni düşündüren mailin sahibi çocuğuda aradım. :)
siteyi okuyan biri olma ihtimali dışında bi korkum yoktu ararken. hem öyle bişi olsa çok ilginç olurdu gerçekten. napardım bilemiyorum. neyse açtı telefonu kendimi tanıttım yani daha doğrusu hatırlattım. mesajını biraz gecikmelide olsa okuduğumu söyledim. "hala aynı şekildemi arayışların" diye sordu bana. "yok" dedim, msni bile açmadığımı o nedenle mesajı geç gördüğümü söyledim. sonra o ben sormadan hayatında biri olduğunu söyledi. biraz imalı bi şekilde "şimdilik mutluyum" dedi, o söyleyince bende söyleme ihtiyacı hissettim. biraz değiştiğimi hatta birini sevdiğimi söyledim. "buna gerçekten sevindim" dedi. sonrada telefonumu kaydedip edemeyeceğini sordu, "sorun değil" dedim. iyi dileklerle bayramlaşarak kapattık telefonu.

çocuğun iyi biri olduğu çok belli aslında. ama işte insanın algıları ihtiyaçları zaman içinde farklı farklı. hatta aynı gün içinde bile değişebiliyor. bi de kader kısmet herşey. yani denk gelmesi lazım bazı şeylerinde. ahmet çıktı karşıma o günlerde, daha hislerimizin adı bile belli değilken msn açmayalım kararı aldık birlikte ve çocuğun mesajıda öylesine boşlukta kalmış oldu. nerden nereye değilmi.

kimbilir hepimizin hayatından çoook değerli insanlar gelip geçmiştirde haberimiz olmamıştır bu şekilde. ama belkide böyle olması gerekiyordur. yani çokmu kaderci görünüyorum ordan bilmem ama bazen herşeyi tamamlasak bile nihai sonucun tanrının kararı olduğuna inanıyorum.

neyse bu konudaki fikirlerimi başka bi zaman paylaşırım.
şimdilik kaçiim, akşama akrabalar gelmeden ben bi dışarı çıkıp temiz hava alayım. çok yedim yine zaten :)

herkese iyi bayramlar
sevgiler.

evrende kaybolmayan izler

uykum yok çünkü mide ağrıları çekiyorum. niyeyse bu sefer annemin yemekleri daha bi hoşuma gitti, daha fazla yemişim. gerçi 2 soda içtim ama nafile.

nette dolanıyorum birkaç saattir. bi ara eski msn hesabıma girmek geçti aklımdan. benim bildiğim kadarıyla hotmail hesabı kapatmak gibi bişey yoktu. hala öylemi bilmiyorum. neyse işte kapatamadığımdan şifresini asla hatırlayamayacağım bişeyler olarak değiştirmiştim. ama şu hatırlatma sorum ve cevabım genelde hep aynı olduğu için deneyerek açtım demin tekrar. birikmiş maillere baktım. hesabı ıvır zıvır ve msnde sohbet işlerine kullandığım için epey bi reklam mail gelmiş. bikaç tanede msnde o zamanlar yazıştığım kişilerden mail gelmiş. okudum onları birazda meraktan. genelde "nasılsın? nerelerdesin?" gibi kısa mesajlardı. içlerinden biri farklıydı. hatta özel hissettirdi bana kendimi. paylaşmak istedim sizinle.
Merhaba

Ben XXX

Biliyorum bu mesajımı okuduğunda bana çok kızacaksın ama ben yine de bunları sana yazmak ve geçen günkü sohbetin yarım kalmasına açıklık getirmek istedim. Biliyorum seks bazlı birşeyler arıyorsun ya da aradığını söylüyorsun fakat ben senle yazışırken özünde daha farklı şeyler olduğunu algılıyorum. Belki saçmaladığımı düşüneceksin ama ben senden gerçekten hoşlandım. Yani kamera açmadan önce de durum aynıydı. Zâten görsellik kaygım yok; tek istediğim güvenebileceğim bir insanın varlığı. Eğer senin için de bir sakıncası yoksa müsait olduğun bir vakitte seninle tanışmak istiyorum. Biryerlerde oturup, seninle çay içmek ve yüzyüze sohbet etmek isterim. Tabii sen de beni tanımak istersen e-mail adresime ya da telefonuma(05xx xxx xx xx) cevabını bekliyorum. O gün yaptğım şey için de senden özür diliyorum.

Kendine çok iyi bak

XXX
size isim ve tel bilgisini sansürledim ama ne yalan söyliim ben okurken gözlerim doldu. yani o azgın ve boşluktaki hallerimde bile bi ışık görmüş biri varmış dedim. ta 12 nisan 2009'da göndermiş mesajı. biraz hafızamı zorlayınca hatırladım olayı. msndeki sohbeti pat diye kapatması olayını. ahmet gibi msn'de sohbet ettiğim kişilerden biriydi. hatta olay tam ahmet'le gerçekte buluşmadan bikaç gün önce olmuştu sanırım. işte sohbet sırasında ben buna cinsel hayatıyla ilgili özel bişey sordum. sanırım kızdı yada utandı herneyse, direkt bişey demeden kapattı msni. tabi bende gerildim tepkisine sildim engelledim. msn alternatif doluydu zaten. yani o zaman için beni mutlu edecek şey konusunda alternatifler. hatta ahmet'te o alternatiflerden biriydi. ama işte kadere bak onla nerden nereye geldik. ava giderken avlandık gibi bişey oldu. neyse konu ahmet değil, konu bu çocuk.

insanın evrende biryere bi iz bırakması ve bunun kaybolması çok kötü bişi aslında. yada kaybolduğunu düşünmeside çok kötü bişey. o nedenle üzerinden 7,5 ay geçmiş olsada yarın telefonunu arayacağım. hem bayramını kutlayacağım hemde hal hatırını soracağım. "my name is earl"cülük oynamıyorum ama cidden bunu yaparsam kendimi iyi hissedeceğim. ben şimdi uyuyim, bayram namazına kalkamayacağım yoksa.
sevgiler.........

26 Kasım 2009 Perşembe

bayram erken geldi :)

evet.
bu kadar işte, sadece bu kadar. gözümde büyütmekle hata ettim belkide.
dün akşam geldim bursa'ya. ta öğleden izin almıştım biraz alışveriş yaptım. hem kendime, hemde aileme bişeyler. epey yorucuydu ve kalabalıktı. dinlenmeden geldim. haber vermemiştim diye muhtemelen bugün geleceğimi düşünüyorlardı, sürpriz oldu. annem hiçbişi olmamış gibi davrandı, bende öyle yaptım. elini öptüm. iyi yani şuan durumlar. zaten bikaç gün olanları düşününce içimde ona hak vermiştim.

ahmet konusuna gelince, ben hala haklı olduğumu düşünüyorum. bazı şeyleri önceden konuştuk, yani hayatımıza gerçekten sevip ömür boyu mutlu olabileceğimize inandığımız biri girince bu konuda toleranslı davranacağımızı söylemiştik. ama birden konusu açılınca fevri davrandım falan. neyse geldi geçti. dün akşam onuda aradım. gece 12ye doğruydu, uyuyodu belki ama aradım. açtı ilk çalışında. konuştuk, ama sadece nasılsın, ne yapıyosun gibi. bazen sanırım böyle olmak lazım hayatta. hani kısa kısa hafıza kaybı yaşamış gibi davranmak gerekiyor. onu sevdiğimi, çok özlediğimi söyledim. gülümsedi, sesinden anladım :) atmosfer fazla da dağılmadan kapattık.

bugün biraz geç uyandım. babamla hayvan pazarına gittik. eve geldim, kokuyodum tabi, duş aldım :)
güzel yani herşey, bayram havasında. hem içimde, hem dışımda...........

(bi de michael fugain - une belle histoire dinliyorum.)

24 Kasım 2009 Salı

iş başa düştü

garibim hala. böyle robot gibi. işe git gel. gülmüyorum kaç gündür, gülemiyorum, gülümsemiyorum bile. "hayırdır, hasta görünüyorsun, yorgun görünüyorsun" diyenler oluyor. kimseye derdimi açamıyorum tabii. ne acı, sevdiğim adamlada konuşmuyoruz iki gündür.

internetten radyolar buldum. piano soloları çalan bi kanal seçtim onu dinliyorum. rahatlatıyor beni. birazdan annemi arayacağım kendimi toparlayıp, hiçbişi olmamış gibi "nasılsınız, ne yapıyosunuz?" muhabbeti edeceğim. bayram'ı kırgın geçirmek gibi bi niyetim yok. hem zaten onlardan ve ahmet'ten başka kimim varki.

ama ahmet'i arayacak cesaretim yok henüz. o da aynı şekilde sanırım. ilk adımı herzamanki gibi benim atmamı bekliyor. cidden ama cidden yoruldum alttan almalardan artık. yaşında getirdiği bişey sanırım, artık kaldıramıyorum böyle tartışmaları falan.

neyse ben ariim annemi geç olmadan. bişey lazımmıymış falan bi sorayım. iş yine başa düştü.

23 Kasım 2009 Pazartesi

biraz sessizlik

ani olan olaylardan ötürü birkaç gündür interneti açmadım bilerek ve isteyerek. hatta bilgisayarı bile açmadım. kitapta okumadım, televizyonda seyretmedim, sadece müzik dinleyip, uyudum. bide düşündüm bol bol.

ben kimim? neyim? neden bu dünyadayım? farkım ne insanlardan? benzer yanlarım ne? peki yaşadıklarımın beni farklı kılan şeylerle ilişkisi ne? yada benzer yanlarımla ilişkisi ne? mevcut durumum ne kadar mantıklı? ne kadar kalıcı? ne kadar geçici? gelecekten beklentim ne? gelecekten beklemediklerim ne? ne yapmalıyım peki? ne yapmamalıyım? nasıl mutlu olabilirim? nasıl mutlu kalabilirim?
bu tür saçma sapan soruları düşünerek geçti haftasonu.

beni bu düşüncelere iten şey ise hem annemle hemde sevdiğimle aynı sebepten(evet tahmin edeceğiniz gibi evlilik konusu) dolayı kırıcı bir dialog içine girmek oldu. yoğun ve stresli cuma gününün gerginliğinden belkide alttan alma modumdan çıkmıştım o gün. belki hakkımdı aralarda benimde alttan alınmak. ama olmadı. bi güzel paylandım her iki taraftanda. yinede tek suçlu kendimmişim varsaydım, olayı toparlamak isterken bu sefer iyice b.ka sardı herşey. daha fazla ortalığı karıştırmadan sessiz kalmak istedim. bilinmeyen bir süre sessiz kalmak. hatta ahmet'e "kabul edersen, bi süre konuşmayalım" dedim. bunu nasıl yaptım nasıl söyledim bilmiyorum ama dedim bianlık kırgınlık ve gerginlikle. o da hemen kabul etti. o sustuda ben kendi içimdeki sesi susturamadım. cuma geceden itibaren kafam allak bullak. o gece ne kadar içtim, nasıl uyudum hatırlamıyorum. hatta şu son yazıyı nasıl yazdım onuda hatırlamıyorum desem yalan olmaz.

bu arada bi önceki yazıya yazılmış yorumları okudum demin. tartışmanın aslını o yarım kafayla yazıya yazmadığım için olaya uzak yada yakın yorumlar yazılmış haliyle. öncelikle güzel yorumlar ve temenniler için çok teşekkürler. eleştiler içinse tek tek cevaplayıp savunmaya geçmiş görünmemek için öylece bıraktım onları.

hem en ağır eleştiriler bile acıtamaz şuan beni, çünkü canım başka şeylere yanıyor hala. hala çok üzgünüm. bayrama kadar toparlanmayı ümit ediyorum. toparlanmayı ve dağıttığım ortalığı toparlamayı. umarım yapabilirim bunu. umarım yapabilirim.............

foto= flickr, urline

21 Kasım 2009 Cumartesi

öldü dersin güz güzeli

iyi değilim. hatta hafiften sarhoşum. biliyosunuz aslında içmiyodum çoktandır. ama bu akşam içiyorum şu garip anlamsız hayatın şerefine içiyorum. unutmak istiyorum bu akşam herşeyi. lanet olası uykumda yok, hangi deliğe kaçtıysa. biraz daha içmeliyim sanırım gelmesi için. düşüp yığılıp kalmalıyım yatağa. belkide bi daha kalkmamalıyım. herkes rahat eder ozaman belki.

kime ne desem bilmiyorum artık. herkes kendince haklı. ben hep haksız olanım, hep alttan alan. hep en mantıklı olmak zorunda kalan. herkes hata yapar, affedilir, ama ben yaparsam kesilip atılırım insanların hayatından. hatta ailemin bile. hayat bu kadar basit işte. bu kadar yalnızız. yada sadece benim için durum böyle. yalnızım. evet, şu b..ktan hayatın içinde yapayalnızım. sırtımda kambur gibi bu ağır hislerle hayatın bi yerinden tutunayım diye çabalıyorum, kendi kendime güzel tablolar yaratıyorum. içine güzel roller koyuyorum. hatta milleti o rollere layık görüp oynatıyorum. ama sonuç ne??? sıfır. koca bi sıfır. yine aynı yastık, aynı yorgan, aynı iş, aynı ev, aynı yol.

neyse saçmalıyorum, sizi sıkmiim. benim canım sıtkın zaten, hatta ağladım. evet yalan değil, bağıra bağıra ağladım. belki komşular duymuşlardır. ne oldu falan demişlerdir. demişlermidir. demezki kimse. neyse ya, iyice batıyorum konuştukça. şu şarkıyı bi 50 defa daha dinliim en iyisi.

elini son defa yanağıma koy
istemiyorsan giderim
serin bir sonbahar akşamında söz
ismini unutur silerim silerim
tuttuğun kalem olsa yüreğimin elleri
bir defa daha yazsa bebeğim
eğer bir masal perisi girerse rüyalarına
öldü dersin gül güzeli tılsımını kaybetti

uğruna döktüğüm gözyaşları için
yağmurdan özür dilerim
kuruttuğum kızıl gülleri alıp
senin için senden geçerim


http://fizy.org/s/1ahusc

19 Kasım 2009 Perşembe

gay porno arşivi

akşam yemekten sonra kuzenime gittim. öylesine canım sıkılmışt aradım, geliyorum dedim :) benim dışımda bi misafirleri daha vardı. enişte beyin kardeşi. çocuğu yıllardır görmemiştim. eleman büyümüş epey, okulunu bitirmiş 5 aydırda özel bi firmada çalışıyomuş. ama askere gitmeyi düşünüyomuş. işte lafı geçerken nasıl yapsam diye sordu bana. bende anlattım yapması gerekenleri. gerçi prosedür değişmiş olabilir diye bi de netten bakmasını tembihledim.

ona anlatınca aklıma geldi benim yoklamam sırasında yaşadıklarım. gerçi benim yaşadığım da denmez, şahit olduğum diyeyim. size anlatayım, şaşıracaksınız çünkü. (bu ara nostalji modundamıyım sanırım, paso geçmişten anıları yazıyorum)

8 yıl önce yoklama olmak için kadıköy askerlik şubesine gittim, şu zeynep kamil'de olan yere. gitmeden önce birilerinden muayenenin orda herkesin içinde ayaküstü don katına yapıldığını duymuştum. neyse girdim içeri korkarak, meramımı anlattım memura. "doktor bugün yok" dediler. beni bi üsteğmenin yanına yolladılar. iyi biriydi, ama başımdaki şapkaya kızarak yanına çağırdı. ben tabi susuyorum. biraz fırçamı daha yiyerek gümüşsuyu askeri hastanesi'nde muayeneye gitmemi söylediler. neyse çıktım aceleyle hemen gittim oraya. belgeleri verdim askerin birine, doktorun gelmesini bekliyorum, o sırada bulduğum boş bi yere oturdum. yanımdada bir çocuk vardı, hani onunda o ortama benim kadar yabancı ve tedirgin olmasından cesaretle tanışma ihtiyacı hissettim. "sizde muayene için geldiniz sanırım" dedim ben. o da "evet ama ben bi süredir gelip gidiyorum" dedi. biraz gergindi anladığım kadarıyla, üstelemedim. sonra bi baktım kendi konuşmaya başladı. bana "ben eşcinselim" dedi, benim gözlerim tabi faltaşı. çaktırmadan yüzüne bakıyorum, yok abi, hiç kırıtkan bi hali yok, kaşları saçları benimkinden bile bakımsız. devam etti anlatmaya, tercihinden dolayı askere gitmek istemediğini, onca erkekli bi ortamda çok zorlanacağını ve cinsel tercihini muayenede doktora söylediğini, ama hastanenin ondan ilişki anında çekilmiş yüzünün belli olduğu fotoğraflar istediğini falan. benim gözüm iki kat açıldı. bi kere askeri ortamda olduğum için gerginim, ayrıca o güne kadar bendeki varlığını bile henüz tam olarak bilemediğim eşcinsellikten bahsediyor hiç tanımadığım biri, en şaşırtanıda hastanenin ondan bu kadar garip bişey istemesiydi. daha asıl detayları anlatacaktıki, o sırada benim doktor geldi adımı çağırdılar gittim koşturarak. doktor içerde ellerime baktı, hepatit aids falan varmı diye sordu, "tamam subay olur" dedi, yolladı. odadan çıktığımda deminki çocuk yoktu.

aradan yıllar geçti bu olayın. şimdi o çocuk nerde ne yapıyordur hiçbi fikrim yok ama içinin huzursuz olduğuna eminim. en özelini birileriyle belgeleyerek paylaşmış durumda sonuçta.

düşünsenize resmen pornografik bir arşiv toplanıyor askeri hastanede. ben böyle çağdışı bir yöntem görmedim. eşcinselliği ispatlatacak bir yığın bilimsel yöntem varken böyle bişey istemelerini hala aklım almıyor. yok bunu yapacaklarsa neden heteroseksüellerin bi kızla ilişki sırasında çekilmiş fotolarını istemiyolar madem.

bu uygulama hala devam ediyomudur bilmem ama hatırladıkça ülkem adına hala utanırım.

foto=reuters,baz ratner.

18 Kasım 2009 Çarşamba

aman dikkat !!!

deminki bi yorum hatırlattı. sizle paylaşmak ne kadar doğru bilmiyorum ama sanırım bu tür ilişkilerin içindeki insanlara iyi bi ders olur diye anlatayım.

geçen sene ağustos sonu. tatilden gelmişim ama benim kanım hala kaynıyor. tabi akıl fikir malum işlerde yani sexte. bu yüzden nete giriyorum vakit oldukça. ee tek malzeme ben değilim tabi. arz-talep dengesi hep var. herkes şehvete aç. en az benim kadar hemde. kızın biriyle yazışıyoruz. hoş-beş. msn ekleştik, sonra cam açtık. bu önceleri tedirgin davranıyor. benim hem istekli hem tutuk hallerimiz kıza güvenmi verdi ne, kız sonra birden açıldı, "bana gelir misin" dedi çok geçmeden. tabii bunu dediği saat gece 1 ve gün hafta içi. o kadar testesteron salgılanıyorki vücudumda düşünemedim fazla. kız üstelik karşı tarafta oturuyor. neyse yol bile gözüme gelmedi, atladım gittim. kız üniversiteliymiş, ev arkadaşları tatile gitmişlermiş. geçtik bi odaya laptopta müzik çalıyor. hatta unutmam muse çalıyodu. müzik zevkini beğendiğimi söyledim. biraz heyecanımızı attıktan sonra önsevişerek soyunmaya başladık, buraya kadar herşey normal. sonra bi ara kızın bilgisayara baktığını gördüm. bilgisayarın ekranı dokunulmadığı için kararmıştı. neye baktığını anlamadım tam olarak. ama içime kurt düştü öyle yarı soyunuk halde bilgisayara uzandım, tutmaya çalıştı beni fakat ben touchpadine dokununca tam ekran açık olan media playerın yanında bir programın daha çalıştığını gördüm. bi bastım alt satırdaki programın butonuna, ekranda laptopın kamerasından canlı görüntümüz. şaka gibi. "bu ne" dedim. "hiç, kameram açık kalmış" dedi. beni salak sanıyor aklınca. ben tabi iyice gerildim, msn falan olsa birilerine izletiyor diyicem ama kız resmen kayıt yapıyordu. direkt programı kapadım. benim elim titriyor korku sinir karışık bi şekilde. kız bide utanmadan "devam edelim aşkım, özür dilerim" milerim desede ben hemen giyinip kaçtım mekandan, bide iyi bi küfrettim kıza üstelik. gerçi onu iyi bi dövmediğime şükretsin.
bende tanrıya şükretmeliyim gerçekten. yoksa şuanda paris hilton gibi porno kasedi olan biriydim :(

siz siz olun, arayışınız seks bile olsa kolay kolay kimsenin evine gitmeyin bence. böyle porno meraklısından, organ mafyasına, sado-mazo psikopalardan, şantajcısına, hırsızına kadar türlü türlü erkek veya kadın var bu ortamlarda. hani şans bu ya, biri sizi bulur, hayatınız mahvolur. benden söylemesi.

foto= flickr, yowzaa

17 Kasım 2009 Salı

sıcacık yanağım

domuz gribi falan bize işlemiyo. gayet millet rahat tokalaşıyor yanak yanağa öpüşüyor. sabah günaydın faslında bile öpüşenler var(bunlar bayan tabi :) ben hani çok samimi olmadığım kişilerle öyle sarışıp öpüşmeyi normalde sevmem ama salgından dolayı insiyatif hakkım olunca en azından öpüşmüyorum.

akşam işten bi arkadaşla birlikte çıktık. arkadaş derken çok yakın olduğum bi arkadaşın altında çalışıyor, ordan tanışıyoruz, aralarda yemeklerde karşılaşıyoruz o kadar. muhabbeti geçti akşama doğru, bu taraflarda bi tanıdığına gelecekmiş. iyi ben geçerken bırakiim dedim. neyse kızla bindik geliyoruz, dediği yerde durdum inecek. elini uzattı teşekkür etmek için. uzattım. sonra yanağıma uzandı, öpüştük. diğer yanağımı öperken "yanağın sıcakmış" dedi bana. hatta bunu söyleyene kadarda yanağını çekmedi yanağımdan. tabi ben şaşkın. kız geri çekildiğinde ben hala şaşkın. "iyi akşamlar" dedi gülümseyerek çıktı arabadan.

safmı ne anlamadım. ya ne yaptığının farkında değil kız, yada kasten yaptı bunu. yok yani iş ortamından biri olmasa olayı garipsemiycem de işyerinden olunca durum farklı.

neyse yav, çok takmaya değmez. ama ne yalan söyliim, kızın yanağı yanağımdayken dediği laf aklıma geldikçe gülüyorum. hatta elimle check ediyorum hakkaten sıcakmı diye :)

çilekli sakızımın kokusu

bugün akşam gelirken radyoda dinledim. eve gelince baktım gülben ergen'in şarkısıymış. tanıdığım kadarıyla sevmediğim türk şarkıcılardan biri kendisi. ama şarkı acaip eğlenceli bişeymiş, goran bregoviç şarkıları gibi. sözleride dilime dolandı. internetten dinliyorum kaç saattir. aklımda tabiki sevdiğim. daha bi anlamlanıyor onu düşünürken çünkü.

belki duymamış olanlarınız için paylaşayım dedim :)


aşkın bir tarifi olmasa seni nasıl anlatırdım
mütemadiyen anarmıydım adını
bilirsin hassasımdır konu sen olunca

gözlerindeki bereketli toprakta açmak gibisi varmı
sen hayatımdasın ya bundan böyle benim içim acı tutarmı

varlığın öle bi sevinçki burnumda çilekli sakızımın kokusu
dertlerimi sayfa sayfa savurdum mümkünse gelmesin yenisi
zaman ne demek adını sende unuttum biliyorsa sölesin birisi
gel saklanalım hiç bi ayrılık bulmasın bizi

15 Kasım 2009 Pazar

kanlı haftasonu

bu yıl hayatımın en tatlı anılarını yaşıyorum belkide farkında olmadan. cumartesi sabaha karşı gelmişti gönlümün neşesi (bu tabiri bloxoo'da birinden duymuştum arada kullanıyorum). birlikte sarılıp uyuduk plansız. geç kalktık. kahvaltımızı birlikte hazırladık. bide şu ailesinde sorunlar olan ve geçen dertleştiğimiz arkadaşımı aradım onu da çağırdım. "ben kahvaltıyı 3 saat önce yaptım ama öğlen yemeğine geliim bari" diye dalga geçti. gelirken börek almasınıda istemiştim. kahvaltı hazırdı eleman geldiğinde, kapıyı ahmet açtı. biraz şaşırdı arkadaş. tanıştılar sonra neyseki. hatta biraz geyik bile yaptık kahvaltıdan sonra. sohbetin konusu ankara'ydı. benim arkadaş ankara'da okuduğu için başladı okul anılarını anlatmaya, ee ahmet de açılınca bana sadece dinlemek düştü. sonra arkadaş çıktı, o tam evden çıktıktan sonra bizimkinin aklına bişi geldi kapıda. "dur bi dakka, bişi getireceğim" diye koştu çantasını koyduğu odaya. elinde bi poşetle geldi. bana uzattı. "bu ne" dedim. "annem ördü senin için" dedi. açtım yün bi atkı. harika bişey. "gerek yoktu hiç, teşekkürler" desemde bayıldım resmen. ben el emeği şeyleri çok daha değerli bulurum normalde.

sonra dışarı çıktık beykoz taraflarını göstermek istedim ona. akşam yemeği içinde balık yemek istediğini söyledi. "ee tabi ankarada balık yoktur" diye dalga geçtim, hiç alınmadı üzerine. önce aklıma şu yurtdışından gelenleri götürdüğüm bi restorant geldi ama üzerimizdeki spor kıyafetlerle biraz komik kaçabiliriz diye bildiğim başka biyere gittik. bizimkini temiz hava açmıştı sanırım kıtlıktan çıkmış gibi yedi balığı. hatta benimkinin bi parçasını bile verdim, yok demedi, onuda götürdü. daha sonra çok dolanmadık geldik eve.

ama biraz geç uyuduk. televizyon falan izledik. gerçi o uyuyakalmıştı bi ara ben dünkü yazıyı yazarken ama sonra sokulup yanına başını omzuma koymak istediğimde uyandı.

bu sabah düne göre erken kalktık. kahvaltıyı dışarıda yaptık, hatta vakit pazar günü için erken olduğundan mekanın ilk müşterisiydik sanırım :) dönerken yolda bir arkadaşım aradı. dün hastaneye gitmiş birini ziyarete, oradada bir hasta yakını gördüğünü maddi olarakta zor durumda olduklarını söyledi. kendisinin kan verdiğini ama daha ihtiyaçlarını olduğunu söyledi. hasta çocuğun adını, yattığı hastaneyi ve dosya numarasını da söyledi. ben geçirdiğim bir rahatsızlıktan dolayı kan veremeyeceğimi versemde kabul edilmediğini söyledim. ama sağa sola sorayabileceğimi söyledim. ahmet'de yanımdaydı tabi bunları söylerken. o sırada ahmet ben verebilirim dedi. sonra "emin misin" diye sordum "evet" deyince yolumuzu değiştik gittik hastaneye. 4 yaşında bi çocuk, annesi ve babası. doğudan gelmişler, kanser tedavisine, aylardır istanbul'dalar, çocuğu ameliyat etmişler, bi de epey bi kan borçlanmışlar. biz olayı öğrenmiş beklerken hemşire geldi bizimkine iğneyle yaklaştı, o an bizimkinin yüzünü görmeliydiniz. hani niye fotoğrafını çekmedim diye hala kızıyorum kendime :)) kanını alıyolarken dibinden ayrılmadım tabi. hatta hemşirenin odadan çıktığı aralarda diğer elini tuttum sıkıca. kan verme işlemi tamamlanınca çıktık hastaneden. biz hastaneden çıkarken, çocuğun anne ve babası çok teşekkür ettiler, çok dua ettiler. ahmet biraz bitkindi ama o hasta çocuğun anne babasının yüzündeki gülümseme ikimizede yetti. eve geldik, ben meyve falan indirdim biraz acil enerji olsun diye. yiyemem midem almıyor falan dedi. bende reddedemeyeceği bişey getirdim dolaptan. çikolata. :) sonra yatak odasında uyudu öylece, bende yanında uyumuşum.

foto: http://www.chrisbrookesphotography.co.uk/

14 Kasım 2009 Cumartesi

gerçek dünya, blog ve o

her ne kadar anlayışla karşılamaya çalışsamda son 3-4 yazıya yapılan bazı yorumlar beni etkiledi. birkaç gündür bişey yazmamaya özen gösteriyorum. bazılarınında dediği gibi bi erkeğin kıllı gögsünü yalamak yutmak hayalimi yazıp durmanın manası yok. hoş ben o lafı enaz 5 ay önce yazmıştım ve o zamandan bu zamana çok değiştim ama sonuçta yazmıştım ve sonuçta 11 yaşında çocuklar girip benim yazılarımı okuyup cinsel tercihlerinde değişikliğe gidebilirler. dikkatli olmalıyım.
yazmasamda günlerim gayet güzel geçiyor. özellikle son iki günüm. yada bazılarının tabiriyle kurgulanmış yalan yulan hayatım güzel işte. sevdiğim adamda geldi iki günlüğüne. hatta şuanda televizyonun önünde öylece koca bi bebek gibi uyuya kaldı. :) ne garip, benim sanki ikiden fazla hayatım var. bi onunla aramdaki hayat, bi blogla oluşan sınırlarını hala çözemediğim ortam, bi de normal aile iş vesaire ortamım. elimden geldikçe ahmetle iş ve aile ortamımı birbirine kaynaştırsamda blog için aynısını yapamıyorum. mesela o uyanık ve dibimde olsa ben şimdi bu yazıyı yazamazdım. belki bigün öğrenir yada ben söylerim. ne biliim. belki söylerim bigün.

11 Kasım 2009 Çarşamba

domuz gribi

işyerinden bi arkadaşın 3 gün önce yemek yediği bir arkadaşı domuz gribi çıkmış. tabi bunu bana tam yanında öğlen yemeğimi yiyoken söyledi. sonra "biz onla yerken henüz kuluçka süresinde değilmiş, inceledim sorun yok" falan gibi pek anlamadığım birşey söyledi. bende vebalı gibi hissettirmemek için pek önemsemedim. gerçi önemsenmeyecek gibide değil, 40 kişi ölmüş türkiye'de.

aslında bazen biraz kaderci oluyorum. hani zaten olacaksa olur gibi bi düşünce sarıyor beni.
bi de bazen ölümü istiyorum sanırım. yaşadıklarımın önünü görememek, dört duvar arasında her akşam her gece aynı yalnızlık, insanlardan bişey gizlemenin ağırlığı, vesaire şeyler birikince insan ölümden korkmuyor. olacaksa olur diyor.

değil mi? olacaksa olur. kader.

foto: telegraph.co.uk

10 Kasım 2009 Salı

10 kasım ve Atatürk

bugün 10 kasım'dı. biçok insan için hüzünlü bi gündü. saat 9u 5 geçe sirenler çaldı, herkes iki dakika saygı duruşunda bulundu ulu önder atatürk'e. ben henüz uyanmıştım. evin içinde aynı saygıyı gösterdim. ama onu sevdiğim için değil, sadece bugün türkiye olarak sahip olduğumuz şeylerde payının büyüklüğüne saygımdandı hürmetim. sevdiğimden değildi yani. evet sevmiyorum, ama nefrette etmiyorum. içimde ona karşı olan tek his hayranlık. onun gibi azimli, çalışkan ve zeki olmak isterdim. ayrıca biraz daha uzun yaşasa türkiye'nin içinde olacağı şartların çok daha güzel olabileceğine inanırım.

neden sevmediğim konusuna gelince; çok eskilere dayanan ailevi bir mesele bizimki. ailede bu meseleyi ençok irdelemiş, olayı belgelere kadar indirgemiş ve içselleştirmiş tek kişi olarak bu konuda tavrım bu yaşıma kadar hep net olmuştur. bahsi açıldığında onu sevmediğimi sadece saygı duyduğumu söylemişimdir birçok platformda. bu nedenle onu sevenlerede sevmeyenlerede empatik bakmaya çalışırım. herkesin kendince haklı sebepleri vardır belki derim, benim kendimce geçerli bi sebebim olduğu gibi.

zaten kimse kimseyi zorla sevmek zorunda da değil. değil mi?

8 Kasım 2009 Pazar

ben bir gayim

What is the difference between gay and bisexual?

Someone who identifies as bisexual is emotionally, romantically, sexually and relationally attracted to both men and women, though not necessarily simultaneously; a bisexual person may not be equally attracted to both sexes, and the degree of attraction may vary as sexual identity develops over time.

human rights campaign

kaçtır bu konuda yorum alıyorum. benim biseksüel değilde gay olduğum muhabbetleri geçiyor satır aralarında. yok nasıl biseksüelmişim. rüyamda erkek aklımda erkek. hergün niye kız erkek grup içinde yatıp, kalkmıyomuşum. falanda filanda. daha öncede dedim, bu tanımı kendime ben yapmadım diye. bu hayatım boyunca bi kere gittiğim ve sanırım bi dahada asla objektif işinin ehli bir psikiyatr'ın tanımı. ha belki o da yanılmıştır. yada o yaptığı testler sorduğu sorular gerçekçi değildi. yada üstteki ingilizce kısımdada vurgulandığı gibi o günlerden bugünlere hislerim çok değişti. belki de hypocrite'ın dediği gibi bir kabullenme sürecindeyimdir. şimdilik kendimi biseksüelim, evet bir bayanlada olabilirim diye avutuyorumdur ama ilerde bu avuntu bitecektir. kadınlara ne cinsel nede duygusal arzum kalacaktır.

toplamda bu konuda yorum yapan herkesin yaptığı bi yanlış var. yada bilinçaltlarından fışkıran bişi bu belkide. heteroseksüellik, homoseksüellik ve biseksüellik arasında bir sıralama yaptıklarını farkediyorum. yani biçok insan kafasında bi kere heteroseksüelden biseksüele ordanda gay'e bir sıralama yapmış. ancak böyle bir sıralamayı aklında besleyen biri benim biseksüel olduğumu iddia ederek daha üstün hissetmemi sağladığımı düşünebilir.

ben görüşümü söyliim; bence hepsi aynı insan. aynı şekilde cinsel yeteneklere sahip, aynı sperm ve yumurtaya sahip kişiler. ben asla birini diğerinden üstün görmüyorum şuanda. sadece zor bi hayat olması nedeniyle doğan her çocuğun bu genlerden uzak doğmasını diliyorum yada ne biliim daha sonraki dönemde bu tür hisleri oluşturacak tetikleyici şeylerden uzak kalmalarını istiyorum. tamam deliler gibi hoşgörülüyüm diyemem, evet feminen bi homoseksüel yada heteroseksüel adamın yanında duramam. ama bu onları aşağılık gördüğüm manasına gelmez. o da öyle yapmaktan mutlu, ne yapabilirim. kaldıki daha öncede dedim, ben biseksüelliğin daha zor bir tercih olduğuna inanırım. asla netleşmeyen bir cinsel yöneliş bu. biseksüel bir adam evlense bile aklının bi tarafı hemcinsini düşünür ve bu düşünme adamın ruhunu kemirecek hale gelir mesela. yada diyelim bi erkekle eşcinsel bir hayat kursa bile aklının bi tarafı "abicim kadınlarla bir hayat kursan ne olurdu, bildik aile yapısı, hem baba olmuştun, toplumda kabul edilmiştin" der mesela.

birde ben zaten kendime gay demekten utanacak biri değilim, biseksüelliği gaylikten üstün görmüyorum, biseksüelliğinde bir oranda homoseksüellik olduğunu biliyorum ve kaldıki evet şuan hislerim ve yaşadığım hayat itibariyle tamamen gay bi hayat yaşıyorum. mutlu muyum??? mutluyum. bu cevap yeterli benim için. bu yüzden "gay" tanımı beni asla rahatsız etmiyor.
ama bir tanıma sokulmak zorundalığı gerçekten rahatsız ediyor.
ben aliyim. yani ben bi bireyim. çizilmiş çizgilerin arasında bir yerdeyim. benim bile hala kestiremediğim bi yerdeyim. hayatıma biri girdi, bi erkek, yorgun kalbime tenime ruhuma dokundu, var olan tüm dengelerim bozuldu. oysa biri bana iki yıl önce bi erkeği hayatının en büyük yerine koyacaksın dese gülüp geçerdim. ama şimdi durum öyle. o yüzden bana şusun diye dikte etmeniz cidden rahatsız hissettiriyor. acaba siz kendinizi heteroseksüel yada homoseksüel olarak tanımlayabilirken birinin arada bilmediğiniz bi yerde olması rahatsızmı hissettiriyor. oysa dünyada biseksüellik kavramı çoktan anlaşılmış ve bu konuda dayanışma sağlayan çoğunluğunu heteroseksüel gibi görünen evlilerin oluşturduğu topluluklar dernekler falan var. sayıları azımsanmayacak kadar büyük hemde.

merak ediyorum, ben bi kızı böyle sevmiş olsaydım ve kafamdan erkekleri tamamiyle atmış olsaydım bu seferde bana heteroseksüel mi diyecektiniz. neredeyse iki yıl önce boktan bişekilde terkedilmiş olmasaydım şuan bir baba bile olabilirdim oysaki. bu defa yine biseksüel olduğuma inanmayacaktınız değilmi.

neyse ben bu tanım kavgalarından cidden sıkıldım. site ismini aldığım zaman ahmet yoktu hayatımda. ortada biyerde dolanıyordum yada ortadan daha farklı bi yerde. ama şuanda ortadan çok uzakta homoseksüelliğin direkt dibinde bi hayatım var. aklıma bir kadını tekrar sevebileceğim hatta aşık olabileceğim evlenebileceğim baba olabileceğim sorusu gelmiyor. enazından şimdilik gelmiyor. o yüzden bundan sonra bu konuda eleştiri duymamak için söylüyorum. evet ben bi gayim, erkek arkadaşımda bi gay. o hayatımda olduğu müddetçede gay olmak zerre rahatsızlık vermiyor. kızlara zerre bişey hissetmiyor kalbim. erkeklerede bişi hissetmiyor. çünkü kalbim full dolu. ömrüm boyunca ne böyle sevdim nede sevildim. o varken aklıma kadınlar yada erkekler gelmiyor. aklıma sevdiğim kişinin erkek olduğu bile gelmiyor çoğu zaman. o işte, o, biri, sevdiğim insan. beni seven insan. birtek sevgi var arada, herşeyin zehiri ve panzehiri olan sevgi. herşeyin dengesini sağlayan ve dengeleri altüst eden sevgi. bitti. nokta.

istanbul gezisi :)

bugün istanbul'da hava ne kadar güzeldi değil mi?
ben aslında evde kos kos oturacaktım. öğlen 12 gibi aradı arkadaşlar. "biz eminönüne gidiyoruz, gelsene" diye. yapacak daha iyi bi işim olmadığı için gittim.

epey bi yürüdüm. yani spor salonuna gitmeme gerek kalmayacak kadar çok hemde. eminönü, kapalıçarşı, sultanahmet, beyazıt, süleymaniye, tekrar eminönü, ordan galata'ya çıktık bide. ben artık ekibe "ben yaşlıyım yeter" diyene kadar turladık. üç arkadaşın en büyüğü bile benden 1 yaş küçüktü. içlerinden birininde fotoğrafçılık merakı var. ödüllü bir fotoğrafa malzeme olursam şaşmam. çünkü harika kareler yakaladı sanırım.

aslında bende bi ara ilgi gösterir gibi olmuştum. hatta yurtdışından güzel bi makinada almıştım ama pek kullanmıyorum. kocaman şey. çantasıyla falan. ahmet'le tatile giderken bile ufak bi dijital kamera vardı onu götürmüştüm.

ama yani vakit ayıramasamda böyle güzel fotoğraflar ilgimi çeker. sabır gerektiren bir sanat bence.

neyse konu dağıldı. eminönü derken, fotoğrafçılığa geldik.
işte öyle, yani güzel bi gündü. güneş stresimi aldı. tabanlarım hala acısada güldüğüm yediğim gezdiğim bana kar kaldı.
bi de şeyi farkettim, bu güzel şehirde yaşarken şehrin güzelliklerinden habersiz olduğumuzu.

foto: istanbultanitim.com

6 Kasım 2009 Cuma

yeni komşum

dün çok kötü bişi oldu. aslında kötü denmez. yani ilginç diyeyim.

bi kız vardı. 2,5 yıl kadar önceydi sanırım. bi ortamda tanışmıştık, herşey hızlı gelişti, yani aşk meşk değil ama çabuk yaklaştık birbirimize. zaten o ara biraz cinselliğin hayatımda ön planda olduğu bi dönem içindeydim. kızı evime davet etmiştim üçüncü buluşmamızda, hayır demedi. geldi ve bişeyler yaşandı. sonra ne oldu anlamadan kız benimle bi daha görüşmek istemedi. hani bende istediğini elde etmiş tecavüzcü coşkun modunda cool takıldım, ısrarcı olmadım. o zamandan beri de bi daha görmedim onu.

ama dün o kızı bizim yakında bi markette gördüm. markete girdim evde eksik bişeyleri almak için ama onu görünce hemen tanıdım. beni görmesin diye çıktım aceleyle. çıkarkende baktım dikkatlice. yalnız değildi, yanında yaşlarında bi adam vardı. muhtemelen kocasıydı. hal tavırlarından öyle olduğunu düşündüm niyeyse. çıktım eve geliyorum. onlarda arkamdan çıktılar, benle aynı yöne yürüyorlar. sonra benim evin yanındaki binaya girdiler. şu koca istanbul'da bula bula gelip bana komşu olduklarını anladım. ne yalan söyliim, pek iyi bişey hissettirmedi bu bana. yani bişekilde yanında kocası varken yada yokken denk gelirsek ne olur ne konuşuruz bilemiyorum. gerçi beni tanır mı o bile belli değil. sonuçta saçım sakalım hatta spordan dolayı kilom bile değişti.
yine de eve girip çıkarken biraz dikkatli olmakta fayda var sanırım.

foto: flickr, dave durden.

4 Kasım 2009 Çarşamba

anlat bakalım

dün akşam biraz farklı bir akşamdı. ahmet'i tanımadan önce yazdığım bi yazıda bahsettiğim arkadaşım telefonla aradı "yüzyüze konuşabilir miyiz" diye. ben evde ve müsait olduğumu söyleyince çok geçmeden geldi. aslında evi bana çok yakın ama bikaç aydır görüşememiştik yoğunluktan falan. zaten dün akşam bende evde sıkılıyordum tek başıma, gelmesi iyi oldu yani.

oturdu salonda, ama hala susuyordu. baktım konuşacağı yok, dayanamayıp "anlat bakalım" dedim. anlattı sıkıntılarını, yaşadıklarını, ailesiyle bazı sorunlarını falan. üzücü şeyler yaşanıyormuş ailesinde, haliyle ona da yansıyormuş olanlar. fazla detaycı biri olduğundan sanırım olanlardan çok etkilenmiş. hatta bi ara anlatırken gözleri doldu, tuttu tuttu ama sonra dayanamayıp ağladı. bende o an dayanamayıp sarıldım, sonra o da bana sarıldı sıkıca. öylece başını omzuma koyup biraz ağladı. ben tabi çok fena oldum o anlarda, ağlayamasamda kötü oldum.

aslında bu arkadaşım oldukça hayat oldu, eğlenceli, sosyal biridir ama demekki insanlar dışarıdan göründüğü gibi değil bazen. iç dünyaları çok daha farklı ve karmaşık olabiliyor.

çay, sohbet derken gece geç vakte kadar oturduk. sonra "geç oldu" dedi kalktı. ben "istersen kalabilirsin bende" dedim. "biliyorum, ama bu ara evde bulunsam iyi olacak" dedi, ee durumunuda artık bildiğim için hak verdim gitmesine, ısrarcı olmadım. kapıda çıkarken "istediğin zaman arayabilirsin, yada uğrayabilirsin. hem evde tek başıma sıkılıyorum. aralarda buyur gel" dedim, "tamam, söz"dedi ve bana yeniden sarıldı, ama bu sefer ağlamadı. "sıkma canını, herşey geçer." dedim sırtını sıvazlayarak. sonra geri çekildi, "inşallah" der gibi yapıp başını salladı. sonrada çıktı gitti.

bugün ister istemez aklıma geldi eleman, aradım hatta. nasıl olduğunu sordum, "düne göre daha iyiyim" dedi. sonra kendimi ve ailemi düşündüm. hani bizimkiler çok uyumlu, anlayışlı bir aile olmasına rağmen şu yaşımda ailemle yaşıyor olsam mutlaka bizde de sıkıntılar olurdu diye düşündüm. onu biraz daha iyi anladım ve ihtiyacı olan tek şeyin zaman olduğunu farkettim.

2 Kasım 2009 Pazartesi

yazıya uygun resim bulma

noldu bana bilmiyorum. blogger hastalığı sanırım. birşeyler aklımda birikince hemen yazmak istiyorum. sanki hayatımdaki hiçbi anı unutmak istemiyorum. hatta trafikte sıkılırken, yemek yerken, spor yaparken, duş alırken falan aklıma gelen şeyler oluyor ama sonra aklımdan gidiyor hepsi. genelde şu aletin başına oturduğumda önceden aklıma gelenlerden çok farklı şeyler yazıyorum. ama bi şekilde yazıyorum. yani başlayınca kendinden akıyor cümleler sanki. ve özellikle yapmacık olmasın diye elimden geldikçe backspace'i az kullanmaya çalışıyorum. bazen 5 dakika bazen 15 dakika içinde bitiyor sizinle paylaşmak istediklerim. ama iş yazdıklarıma uygun bir resim bulmaya gelince resmen kayboluyorum. yani yazdıklarımın bölük pöçüklüğündenmidir bilmem uygun bi resim bulmak işkence oluyor bazen. 10 dakikada yazı yazıp, 50 dakika resim aradığım oluyor. o derece yani. eminim bi çoğunuz bunu yaşıyosunuz.

ama ben bu sefer farklı olsun istedim. yazdıklarımı anlatan bir resim yerine resmi anlatan bir yazı olsun istedim.

geçenlerde sıkıntıdan flickr'da fink atarken aşağıdaki fotoğrafa denk gelmiştim. hani ilk bakışta sıradan gibi gelsede, baktıkça anlamlandı gözümde. resim sanki yarım kalmış iki insanın sürünerekte olsa biraraya gelmesi ve birbirini tamamlama çabasını anlatıyordu. bana bizi hatırlattı. geçmişten gelen yaralarımızı sarmaya çalışan ve bunu yaparken mutlu olmaya çalışan bizi.

bu yüzden paylaşmak istedim.


foto=flickr, josh sommers

1 Kasım 2009 Pazar

yanyana ama yabancı gibi

cuma akşamdan çıkmıştı ve gece 1 gibi istanbulda olacaktı diye aceleyle gittim. sonra otobüsün bolu'da arıza verdiğini öğrendim. biraz gecikecek dediler. onu aradım, telefonunuda açmayınca meraklandım. öyle arabanın içinde beklerken uyumuşum :) otobüs gelmiş farketmemişim bile. hep aynı yere bıraktığım için ahmet'in gelip cama vurmasıyla uyandım. hani uyanınca "yok ya uyumuyorum, sadece gözlerimi dinlendiriyorum" der gibi bi saçma yüz ifadesi olurya aynen öyle afalladım. neyse sarıldık öpüştük, bindik eve geldik. kapıyı kapatmamla ikimizde önceden planlamış gibi birbirimize sarılmamız bir oldu. üzerimizde montlarla sarılı şekilde direk yatağa geçtik. hatta bi on dakka öyle kaldık. sonra rahat bişiler giyelim uyuyalım sabahtan çıkalım dedim. saat 9 gibi uyandık bişiler atıştırıp yola çıktık 10 gibi. bursa'ya yaklaşıyoruz ama benim aklım yolda değil, olabileceklerde. hesap ediyorum durmadan. o da gergin tabi. neyse öyle düşüne düşüne evin kapısına kadar geldik. o sırada "ya ben keşke gelmeseydim" demezmi. ortam müsait olsa bi güzel dövecektim :) neyse erkek kardeşim açtı kapıyı girdik içeri. tanıştırdım herkesle, annem ailesinin halini hatrını falan sordu. çok bilirmiş gibi. o sırada ahmet cebinden bi hediye kutusu çıkardı, anneme uzattı. şaşırdım bende, haberim yoktu. annem çok teşekkür etti. sonra öğrendim anneme güzel bi broş almış. pahalı bişeye benziyodu, soramadımda kötü hissetmesin diye ama masrafa girmesi üzdü beni gerçekten. oysa ben sadece ailemle tanışsın diye getirmiştim.

kardeşimle yakın yaşlarda olmalarından belkide onla muhabbet ettiler bi süre. kazayı falan konuştular. bende babamla kurban işi için napcağımızı konuştum. sonra "ben babamla gidip kurban alıp gelelim" dedim evdekilere. o sırada ahmet'in bakışını görmeliydiniz. canım yaa. böyle kediler gibi "beni de götür" der gibi bakıp kaşıyla gelme isteğini belli etti. oysa ben kardeşimle muhabbetlerini bölmek istememiştim. neyse onu da aldık gidiyoruz. babamla da konuştular yolda epey. kulağım konuşulanlarda tabi. sonra aldık kurbanı getirdik ve babamın arkadaşı bir kasap abiyi de gidip aldık evinden. apartmanın arka bahçesinde kestik. ben tabi bakamadım kurbana. kanını getirip annem başlarımıza sürdü. bende kardeşimde ahmette kızkardeşimde hintliler gibi kaldık bi saat. sonra annem'le yeni kankası karşı komşumuz etleri parçalara ayırdılar mutfakta. o ara ahmet yanıma sokulup sessizce "annesi bu kadın mı?" diye sordu bana. anlamamazlıktan gelip "kimin" dedim. "o kızın işte, şu komşunuzun kızı dediğinin" diye sordu, bende "haa, evet bu" dedim ama lafımı tamamlamadan "eee kız nerde peki, gelmiyomu, göreyim şunu bende" dedi. "noldu, sen mi alıcan kızı? bak annem seni öldürür." diye takıldım. bozuldu biraz sanırım, biraz geriye çekildi benden :) sonra öğrendim bende annemden, kız bu hafta gelmemiş, ödevi varmışmış lablabla. aslında çokta güzel oldu gelmemesi. ahmet kızı görse olay kafasında dahada büyütecekti. gerçi hoş hani kız kafada büyütülecek kadar var.

kurban kesme, şu, bu derken akşam oldu. yemek yedik. sonra biraz dışarı çıkalımmı dedim. ben ahmet ve kardeşim (üç silahşörler gibiydik cidden) gidip kahve içtik oturup sohbet ettik. benim niyetim gece yola çıkmaktı diye döndük geç olmadan. annem "aaaa hayatta bırakmam" dedi. kardeşimi uyumaya salona yolladı, ahmet'i de yanıma yerleştirdi. biz gece kalmayız diye eşofman falanda almamıştık yanımıza. annem hemen şipşak kardeşiminkilerden verdi. ahmete biraz küçük dursa da idare ettik :) tabii o tayt giymiş gibi halini görünce gülmekten uyuyamadım bi süre. bi de biraz gün hakkında konuştuk. sonra bi ara evdeki ses kesilince kalktım yatağımdan onun yatağına oturdum. ellerimle yüzünü okşadım, saçlarına dokundum. ellerimi öptü, dayanamadım sonra oturduğum yerden sarıldım ona. hem heran birinin kapıyı çalma ihtimalini düşünürken, bi yandanda birbirimizden ayrılmak istemedik. çok farklı bi andı. sonra "hadi git yatağına, şimdi kötü bişi olmasın" dedi. haklı diye dediğini yaptım. gittim uyudum. deliksiz uyumuşum hatta, ama ahmet guguk kuşu gibi kalkmış erkenden yatakta oturmuş beni seyrediyor. gözümü açtım baktım bana gülümsüyor. bende gülümsedim, kendimi onla bu evde birlikte büyümüş gibi hissettim o an. kardeş, arkadaş, dost, sevgili, o an herşey oldu sanki.
neyse el-yüz yıkarken annem gördü uyandığımızı, kahvaltı hazırladı. kahvaltıdan sonra evlilik bahsi açıldı, nerden konu oraya geldiyse. bak ne yalan söyliim o ara aklıma cipsi kolası elinde pis şişko coach, noneless, gumusdiken, glaskas ve the others falan geldi gözümün önüne. annem ahmet'e evlenmek niyeti olup olmadığını sordu. yok mok diye geçiştirdi ama annem ahmet'i samimi bulduğundan sanırım başladı beni şikayet etmeye. "yaşı geçiyor, evlenmiyor, ne ettiysem. " falan dedi hatta bi ara. o an coach'un görünmezlik pelereninin bi parçasını üstüme çekip yokolmak istedim. başka bişi saçmaladım konuyu değiştim. olayın farkına varmalarına müsade etmeden müsaade istedik yola çıkalım, ahmet ankara'ya gidecek daha diyerekten. bu sefer gitme talebimiz kabul edildi babam tarafından. annem de hediye için teşekkürlerini söyledi yeniden kapıda, tekrar beklediğini de. ahmet kardeşimlerimle ve babamla da vedalaştı, ayrıldık evden.

yolda nasıl hissettiğini sordum. "bu kadar kolay ve güzel olmasını beklemiyordum" dedi, aynısını bende düşünmüştüm. yuvamıza döndük yeniden. onun yanındaydım 2 gündür ama sanki uzakmışım gibi özlemiştim. yanyana ama dokunamadan. biraz hasret giderdik, tenine dokundum öptüm sevdim. akşamdanda otobüsüne yetiştirdim, bindi gitti. ama biliyomusunuz ben dudaklarımıda ellerimide yıkamadım. klavyeye şu satırları yazarken bile parmaklarım sanki teninin herhangi bi yerinde dolanıyor gibi, dudaklarım vücudunu öpüyor sanki. ısırıyorum dudaklarımı farkında olmadan. ve tanrıya bana böyle güzel bi aile ve güzel bi insan verdiği için teşekkür ediyorum.

foto: "little ashes" filminden