cuma akşamdan çıkmıştı ve gece 1 gibi istanbulda olacaktı diye aceleyle gittim. sonra otobüsün bolu'da arıza verdiğini öğrendim. biraz gecikecek dediler. onu aradım, telefonunuda açmayınca meraklandım. öyle arabanın içinde beklerken uyumuşum :) otobüs gelmiş farketmemişim bile. hep aynı yere bıraktığım için ahmet'in gelip cama vurmasıyla uyandım. hani uyanınca "yok ya uyumuyorum, sadece gözlerimi dinlendiriyorum" der gibi bi saçma yüz ifadesi olurya aynen öyle afalladım. neyse sarıldık öpüştük, bindik eve geldik. kapıyı kapatmamla ikimizde önceden planlamış gibi birbirimize sarılmamız bir oldu. üzerimizde montlarla sarılı şekilde direk yatağa geçtik. hatta bi on dakka öyle kaldık. sonra rahat bişiler giyelim uyuyalım sabahtan çıkalım dedim. saat 9 gibi uyandık bişiler atıştırıp yola çıktık 10 gibi. bursa'ya yaklaşıyoruz ama benim aklım yolda değil, olabileceklerde. hesap ediyorum durmadan. o da gergin tabi. neyse öyle düşüne düşüne evin kapısına kadar geldik. o sırada "ya ben keşke gelmeseydim" demezmi. ortam müsait olsa bi güzel dövecektim :) neyse erkek kardeşim açtı kapıyı girdik içeri. tanıştırdım herkesle, annem ailesinin halini hatrını falan sordu. çok bilirmiş gibi. o sırada ahmet cebinden bi hediye kutusu çıkardı, anneme uzattı. şaşırdım bende, haberim yoktu. annem çok teşekkür etti. sonra öğrendim anneme güzel bi broş almış. pahalı bişeye benziyodu, soramadımda kötü hissetmesin diye ama masrafa girmesi üzdü beni gerçekten. oysa ben sadece ailemle tanışsın diye getirmiştim.
kardeşimle yakın yaşlarda olmalarından belkide onla muhabbet ettiler bi süre. kazayı falan konuştular. bende babamla kurban işi için napcağımızı konuştum. sonra "ben babamla gidip kurban alıp gelelim" dedim evdekilere. o sırada ahmet'in bakışını görmeliydiniz. canım yaa. böyle kediler gibi "beni de götür" der gibi bakıp kaşıyla gelme isteğini belli etti. oysa ben kardeşimle muhabbetlerini bölmek istememiştim. neyse onu da aldık gidiyoruz. babamla da konuştular yolda epey. kulağım konuşulanlarda tabi. sonra aldık kurbanı getirdik ve babamın arkadaşı bir kasap abiyi de gidip aldık evinden. apartmanın arka bahçesinde kestik. ben tabi bakamadım kurbana. kanını getirip annem başlarımıza sürdü. bende kardeşimde ahmette kızkardeşimde hintliler gibi kaldık bi saat. sonra annem'le yeni kankası karşı komşumuz etleri parçalara ayırdılar mutfakta. o ara ahmet yanıma sokulup sessizce "annesi bu kadın mı?" diye sordu bana. anlamamazlıktan gelip "kimin" dedim. "o kızın işte, şu komşunuzun kızı dediğinin" diye sordu, bende "haa, evet bu" dedim ama lafımı tamamlamadan "eee kız nerde peki, gelmiyomu, göreyim şunu bende" dedi. "noldu, sen mi alıcan kızı? bak annem seni öldürür." diye takıldım. bozuldu biraz sanırım, biraz geriye çekildi benden :) sonra öğrendim bende annemden, kız bu hafta gelmemiş, ödevi varmışmış lablabla. aslında çokta güzel oldu gelmemesi. ahmet kızı görse olay kafasında dahada büyütecekti. gerçi hoş hani kız kafada büyütülecek kadar var.
kurban kesme, şu, bu derken akşam oldu. yemek yedik. sonra biraz dışarı çıkalımmı dedim. ben ahmet ve kardeşim (üç silahşörler gibiydik cidden) gidip kahve içtik oturup sohbet ettik. benim niyetim gece yola çıkmaktı diye döndük geç olmadan. annem "aaaa hayatta bırakmam" dedi. kardeşimi uyumaya salona yolladı, ahmet'i de yanıma yerleştirdi. biz gece kalmayız diye eşofman falanda almamıştık yanımıza. annem hemen şipşak kardeşiminkilerden verdi. ahmete biraz küçük dursa da idare ettik :) tabii o tayt giymiş gibi halini görünce gülmekten uyuyamadım bi süre. bi de biraz gün hakkında konuştuk. sonra bi ara evdeki ses kesilince kalktım yatağımdan onun yatağına oturdum. ellerimle yüzünü okşadım, saçlarına dokundum. ellerimi öptü, dayanamadım sonra oturduğum yerden sarıldım ona. hem heran birinin kapıyı çalma ihtimalini düşünürken, bi yandanda birbirimizden ayrılmak istemedik. çok farklı bi andı. sonra "hadi git yatağına, şimdi kötü bişi olmasın" dedi. haklı diye dediğini yaptım. gittim uyudum. deliksiz uyumuşum hatta, ama ahmet guguk kuşu gibi kalkmış erkenden yatakta oturmuş beni seyrediyor. gözümü açtım baktım bana gülümsüyor. bende gülümsedim, kendimi onla bu evde birlikte büyümüş gibi hissettim o an. kardeş, arkadaş, dost, sevgili, o an herşey oldu sanki.
neyse el-yüz yıkarken annem gördü uyandığımızı, kahvaltı hazırladı. kahvaltıdan sonra evlilik bahsi açıldı, nerden konu oraya geldiyse. bak ne yalan söyliim o ara aklıma cipsi kolası elinde pis şişko coach, noneless, gumusdiken, glaskas ve the others falan geldi gözümün önüne. annem ahmet'e evlenmek niyeti olup olmadığını sordu. yok mok diye geçiştirdi ama annem ahmet'i samimi bulduğundan sanırım başladı beni şikayet etmeye. "yaşı geçiyor, evlenmiyor, ne ettiysem. " falan dedi hatta bi ara. o an coach'un görünmezlik pelereninin bi parçasını üstüme çekip yokolmak istedim. başka bişi saçmaladım konuyu değiştim. olayın farkına varmalarına müsade etmeden müsaade istedik yola çıkalım, ahmet ankara'ya gidecek daha diyerekten. bu sefer gitme talebimiz kabul edildi babam tarafından. annem de hediye için teşekkürlerini söyledi yeniden kapıda, tekrar beklediğini de. ahmet kardeşimlerimle ve babamla da vedalaştı, ayrıldık evden.
yolda nasıl hissettiğini sordum. "bu kadar kolay ve güzel olmasını beklemiyordum" dedi, aynısını bende düşünmüştüm. yuvamıza döndük yeniden. onun yanındaydım 2 gündür ama sanki uzakmışım gibi özlemiştim. yanyana ama dokunamadan. biraz hasret giderdik, tenine dokundum öptüm sevdim. akşamdanda otobüsüne yetiştirdim, bindi gitti. ama biliyomusunuz ben dudaklarımıda ellerimide yıkamadım. klavyeye şu satırları yazarken bile parmaklarım sanki teninin herhangi bi yerinde dolanıyor gibi, dudaklarım vücudunu öpüyor sanki. ısırıyorum dudaklarımı farkında olmadan. ve tanrıya bana böyle güzel bi aile ve güzel bi insan verdiği için teşekkür ediyorum.
foto: "little ashes" filminden