30 Ocak 2011 Pazar

sevgilim

 yakışıklı göğsümde uyurken, ellerimle saçlarını ve yüzünü okşadığım bi an.

29 Ocak 2011 Cumartesi

alışmak

ben yanında birisiyle uyuyamayan biriyim aslında. bi kızı sevip evliliğe en yakın olduğum zamanlarda bile beni en huzursuz eden sorunlarımdan biriydi bu. zaten sonraki zamanlarda biriyle uyumamı gerektiren özel durumlar pek olmayınca bu tür korkularım da kalmamıştı. ahmet'in herşeyim olduğu günlerde bunu aşmayı denemiştim. ayrı şehirlerde olduğumuzdan nadir biraraya gelsekte ona sarılıp uyumaya çalışıyordum. genellikle o yatağın bi ucunda ben diğer bi ucunda uyanıyorduk. yani çok sevmiş olsam da o durumu kanıksayamadan daha doğrusu o sorunumu çözemeden bitmişti aramızdaki şey. bitmişti demiim de form değiştirdi.

şimdi yakışıklı var hayatımda. herşeyim diyebileceğim kadar çok var hem de. yani gündüz kafamın içinde, akşam gözümün önünde, haftasonu kollarımda dudaklarımda. yaşayamadığımız eksik kalan ne varsa onunla tamamlıyoruz. bunları konuşarak yapmıyoruz tabii "bak şunu da yapmamıştık yapalım" gibi. mesela yukarıda söylediğim olay. birine sarılı uyuma uyanma olayı. buna alıştım artık. hatta acaip bi mutluluk duyuyorum bundan. o zaten bi bebek gibi oluyor uyurken. başını omzuma koyuyor, sarılıyor sıkıca. sıcak nefesini hissediyorum boynumda. yok böyle bi huzur. uyurken aralarda sıçrıyor sanki. rüyada ne görüyorsa, böyle bi yerden düşer gibi oluruz irkiliriz ya. öyle oluyor. bunu hissedince daha bi sıkı sarılıyorum ona. uyanık iken söyleyemeyeceğim güzel sözleri o anlarda söylüyorum. alnından öpüyorum uyandırmayacak şekilde. tenim tenine değsin istiyorum. neyse onu korkutan şeyler, azalsın istiyorum.

bi de ilk defa bi erkeğe "sevgilim" diyorum. buna dilim alışamadı henüz. doğru bi an olup olmadığını bilmesem de hani bazen hislerim coşunca hiçbir kelime yetmeyince kullanıyorum. duyunca gülümsüyor o. ben de gülümsüyorum. işte böyle böyle alışıyorum herşeye. hayatımda eksik kalan şeyleri tamamlıyorum.

foto=jupiterimages.com

23 Ocak 2011 Pazar

doyumsuz açlık


komik desem değil, ee romantik desem pek yaşımıza uygun değil.
aramızda bazen öyle laflar geçiyor ki, o anı renklendiren daha doğrusu farklı şekillerde anlamlandıran kısa cümleler. mesela geçen ellerimi tutarken duyabileceğim bi seste "ellerini ver, ellerimde kalsın" diye mırıldandı. ben de başı gögsümde, birlikte tv seyrettiğimiz bi anda saçını okşarken "şu saçların hep benim olsa, hep böyle saçlarını okşasam koklasam" dedim içimden, sonra da öptüm masum bi şekilde saçlarından.

yani anlayacağınız iyice 14lü yaşlara dönmüş durumdayız. biraraya gelmeden önce konuşuyoruz telde, "dışarı çıkıp şunu yapalım" diye bişeye niyetleniyoruz ama buluşunca evde az sarılayım, az kokunu özledim derken saatler akıp gidiyor. haa yapamadığımız şeyler için üzülüyor muyuz? hayır :)

dünyanın en güzel anları geçiyor hayatımızdan bundan nasıl şikayet edilir ki. öyle işte. içimde acaip bişekilde güzel şeyler birikti birikiyor. hani yazacak karmaşık bi durumum yok, ee bunları da dile dökemem diye yazamadım kaç gündür. en son oturayım bi yerinden gireyim lafa, zaten akar cümleler dedim. sanırım öyle de oldu.

off.. bak yazarken bile yine canım çekti. şimdi burada olsaydı da başını dizime koyup bi elimi tutsaydı, öpseydi parmaklarımdan arada. ee bende diğer elimle saçlarını okşasaydım, iki büklüm olup sarılsaydım, öpseydim saçından. :( yok yok, ben iyice çocuklaştım. şımarıklığımı mazur görürsünüz umarım. ama cidden çok açmışım böylesi güvenli bi ilişkiye. gerçekten çoooooook açmışım. doymak nedir bilecek gibi de değilim zaten. daha doğrusu değiliz. çünkü o da aç aynı şeylere.

foto=passportmagazine.com

16 Ocak 2011 Pazar

annem ve yakışıklı

annem gitti bugün
:(
:)
ya hem üzüldüm, alışmıştım. hem de sevindim, artık yakışıklıya rahat rahat sarılabileceğim. zaten gergin bi haftaydı. annem bi tanıdığın kızını duymuş, sen gündüz çık git bul kızı işyerinde. akşam geldim böyle suskun suskun bakıyor bana. yemek yedik "naptın anne evde bugün" sorumu beklemiş gibi başladı anlatmaya. ben bi ara duymaz oldum, içimden de "iyi ki yakışıklı burada değil, anne seni boğardı :)" diyorum. ben ilgisiz kalınca çok da üsteleyemedi.

onun dışında asıl önemli olay annemle yakışıklının tanışmaları oldu. anneme akşam yemeğine bi arkadaşım gelecek dedim. başladı telefonda sorgulamaya "kim" diye. adını söyleyince "şu üniversiteden olan mı" dedi. nasıl hatırlıyorsa o çocuğu, kadındaki fil hafızası. "yok yok spor salonundan arkadaşım, hem de hemşehrim" deyince sustu. akşam bi geldim eve, türlü türlü yemek kokusu. yakışıklıyı aradım sonra, "hadi gel" diye. "ya ayıp olmasın, gelmesem şimdi" falan demeye başladı korkak. "saçmalama. hadi gel hemen. hem bak beni kızdırma..." diye tehdite başlıyodum ki, "tamam tamam, çıkıyorum" dedi. o cool insan kapıda ne haldeydi görmeliydiniz :) kapıyı açtım, hem özlemek hem de heyecanı azalsın diye sıkıca sarıldım. annem de mutfaktan kafayı uzatmaz mı, gördü bizi öyle :) neyse ki toparladım hemen. tanıştırdım ismen, yakışıklı annemin en sevdiği şeyi yaptı. eline uzandı ve öptü. içimden "+10 puan" dedim :)) sonra yemekleri çok iştahla yedi ve sonra "çok güzel olmuştu" dedi. +10 puan da oradan. asıl bomba memleket sohbeti başladıktan sonra patladı. annem "yaşlandık" triplerine girmişti ki, yakışıklı "ben sizi dışarıda görsem ablası derdim inanın" demez mi. uvvvvv....... orada aldığı puanı hesaplayamadım, annemin gözlerinin içi güldü resmen, ee tabi benim de. zaten yakışıklı çıkınca "çok temiz çocuk" demesinden pek sevdiğini anladım. bi dakika geçmişti ki birden "yakışıklı da" dedi. şaşırdım tabii. annem erkek arkadaşlarıma pek görsel bi yorum yapmaz aslında. bi de benim bu blogta seçtiğim kelimeyi kullanınca bi hoş oldum :)

öyle işte, güzel bi tanışma oldu. hatta bugün annemi otobüs terminaline bırakırken yakışıklıyı da aradım "gel" dedim. annem yakışıklıyı tekrar görsün istedim :) sonrasında da eve geldik, iyi oldu. epey özlemişim sarılmayı koklamayı. öyle işte, hayat güzeldi bu hafta.

foto="whatever happened to baby jane" filminden

14 Ocak 2011 Cuma

uzun mim

ankara x-coach'u beni mimlemiş. gerçi onun kadar içten cevaplar veremem belki ama başliim.

Dindarsınız ya da değilsiniz, inancınız var ya yok , dinlerini yaşadığını söyleyen insanlarda en çok sizi iten şeyler ne ve neden?
insanları dinlerini yaşıyor yaşamıyor diye ayırmıyorum. ama yapmadığı şeyi yapıyormuş gibi yapanlar diye bi grubun farkındayım, onları ayırıyorum. işyerinde akpye sövüp gidip sandıkta oy veren, yada 5 vakit namaz kılıp ortamı gelince en gizli zampara adama dönüşebilen falan tipler tanıyorum. birbiriyle uyuşmayan fikir ve hareketler beni herşekilde iter. ister dindar yapsın ister çağdaşım diye çığırtan biri. ee tabi bi de beni yargılamaya başlayanlar iter beni, yok küpen, yok içkin falan.
Sizi siz yapan özelliklerinizden en belirgin olanı ne?
dürüstlük sanırım. elimden geldiğince dürüst olmaya çalışıyorum çevreme karşı. bi de vefa olayı. buna çok dikkat ederim. ne yalan söyliim bu iki konuda karşılık da beklerim sevdiklerimden.
Etrafınızdaki kişilere saygılı mısınız? Neyiniz insanlardan farklı ve ne konuda daha çok saygı bekliyorsunuz?
bu konuda başarılıyım sanırım. ama tabii bazen saygıyı kaybetmemek için epey sabırlı olmak gerekiyor. aileden gördüğüm şeyler beni biçok konuda sabırlı kılıyor. ama bikaç defa damarıma dokunulduğunda arada saygı maygı bırakmadığım durumlar oldu.
"İnsan"ın sizdeki tanımı ne? Karşınızdaki kişi de olmazsa olmaz dediğiniz özellikler neler ve neden sizin için önemli bunlar?
insan, toplumda yaşayan bireydir. ama bi de benim vurgulu bi şekilde "insan" dediğim bi kitle var. dürüst olan, hak yemeyen, dedikodu sevmeyen, empati kurabilen, ailesini önemseyen, geçtim insanları hayvanlara ve bitkilere iyi davranan insanları bu gruba koyarım.
Hayata bakışınızı paylaşır mısınız? Sürekli bir şeyler için hayatı suçluyor musunuz yoksa hayatta olması gerekenler bunlar ve olması gerekenler yaşanıyor mu diyorsunuz?
aslında soru gelince farkettim, ben hayatım boyunca hiç hayatı yada kaderi suçlamadım sanırım. tabii çok büyük dertler yaşadım diyemem ama yaşadıklarım benim için büyük şeylerdi. yine de hep umut vardı içimde. olanları da olması gereken şeyler olarak gördüm. bazen olgunlaşmak için yada bişeylerin kıymetini bilmek için böyle aşamalardan geçmek gerekiyor. bunun yanında da hep pozitif kalmak yada kalmaya çalışmak lazım
Savaşların asıl nedeni ne sizce? İnsanoğlu kendinde neyi yok etti ki zulüm denen illet yakasını bırakmıyor dünyanın?
hırs. savaşların da, ekonomi denen illetin de, duygunun yokoluşunun da sebebi hırs. gözü doymaz insanın, toprak doyursun diye boşuna dememişler. daha çok para, daha çok toprak, daha çok mal, daha çok mülk, daha çok sevgi falan. insan ne zaman yetinmeyi öğrenirse karşıyı anlamaya başlayacak belki. savaşlar da biter öyle bir dünyada. tabi bunlar utopik fikirler.
Sizi en çok huzursuz eden eksikliğiniz ne ? Şunu da düzeltseydim daha huzurlu olurdum dediğiniz, gerçeğiniz, boşvermişliğiniz, gamsızlığınız?
öyle bi eksikliğim yok. ama tabii sevdiğim insanla ailem dostlarım ve çevrem tarafından kabul edilen bi ilişki içinde olmak isterdim. ama bunu düzeltecek gücüm yok tabii. yüzyıllık yargıları değiştirecek güçte bi adam değilim.
Kalbinizin sesi mi mantığınızın sesi mi? Neden ?
sanırım her ikisini harmanlarım duruma göre. asla mantığı elden bırakmam. ama tabii kendimi kalbimin sesine bıraktığım zamanlarımda oluyor. o an neyin sesini dinleyeceğimin bi formülü yok, ee tabii nedeni de
Biri size bir kötülük yaptı ve biliyorsunuz ki yapılan şey bilinçliydi, tepkiniz nasıl olurdu? Susar mısınız yoksa aynı anda yüzüne vurur musunuz yapılanları? Kişilere davranışlarınızı neye göre belirliyorsunuz ?
kişiye göre değişir tepkim. sevdiğim biriyse susarım genelde. eğer çok içerlemişsem yüzüne vurma değil de bişekilde birebir konuşurum. sevdiğim bi insan değilse yada hiç bi muhabbetim yoksa çok sert tepkiler verebilirim, yaşı ve konumuna bağlı olarak.
Sizce, sabretmek nedir ve üzerinizde otorite kurmaya çalışan, sizin hakkınızı yiyen insanlara sabretmeli miyiz yoksa karşılık vermeli miyiz? Tepkimiz nasıl olmalı?
sabretmek boşvermemektir. demin değindiğim gibi umudu olan insan sabreder. kişilere yada otoritelere kızıp tepki göstermek bile bazen sabretmenin bi şekli olabilir. yani tepki vermek yada alttan almak tamamen o anki şartlara bağlı olmalı.
Bir konuşmada geçti,ben böyle bir cümle kurdum:"Karşımdaki insan benim için değerli değilse söylediği cümlelerde değerli değildir, isterse hakkımda zanlarla kötü konuşsun hiç farketmez." Bunu söylememin nedeni de şu; biliyorum ki bu dünyada en zor şeylerden biri sizi anlamaya kapalı insanlara kendinizi ifade etmeye çalışmak ve birilerini memnun etmeye çalışmak..Peki siz nasıl düşünüyorsunuz bu konuda?
öyle net bi cümle kuramam ben. bi kişi benim için değerli olmasa da fikirleri değerli olabilir. beni anlamaya kapalı diye yerdiğim kişiyi ben de dinlemeye kapalı olabilirim. o yüzden iletişimde karşılık ifade etme yada memnun etme telaşı duymam çoğunlukla. ee tabii anlaşılmak hoşuma gider ama insanları bazen değiştirmeniz mümkün olmayabiliyor yada daha doğrusu algılarını kendinize çekemeyebiliyorsunuz. o durumlarda size düşen insani görevi yapıp geriye çekilmek en doğrusu. hala kötü tepkiler alıyorsanız hadd bildirmek de bi çözüm haline geliyor.
Hangi söz sizi rahatsız eder ve neden?
sözün söylendiği ana, söyleyen kişiye göre değişir bu. mesela bişey anlatırken gerildiğinde aşkım diyen insanlara acaip geriliyorum. ama yakışıklı dese mesela, hoş daha demedi öyle bişey, çok hoşuma giderdi. hocam lafına kızıyorum bi de. gıcık bi hitap şekli.
Başkasında kınayıp da sonra sizinde yaptığınız bir şey var mı?
çok. hayatım böyle şeylerle dolu. homoseksüel yanım da bunlardan biri ve en önemlisi.

kimseyi mimlemiim ben, çok uzunmuş bu. gerçi güzel sorular.
isteyen bu mimi cevaplayabilir tabii.

9 Ocak 2011 Pazar

yetinmeyi öğrenmek

bana gülmeyin ama yakışıklının dostlarını ve ailesini kıskanmaya başladım ben yavaştan. facebook'tan çok yakın arkadaşlarıyla sarmaş dolaş resimlerine bakıp dudak büzmek, ailesiyle birlikte ora bura gitmesine gizli gizli içerlemek falan. hani bu kadarına hakkım yok ama işte ne biliim, insan sevdiği adamın hayatında herşey olmak istiyor sanırım. ee tabi bu mümkün değil biliyorum. :) aklıma feridun düzağaç'ın bi şarkısı geldi hemen "kimse kimsenin herşeyi olamaz..mış". ya zaten bu kadarı da yeterli ve hayal ettiğimin ötesinde bi mutluluk. ee o zaman yetinmeyi öğrensem iyi olacak. yoksa yine o şarkının nakaratındaki sözleri mırıldanırım kendi kendime "beni bırakma" diye diye.

bu arada annem gelecek bu hafta. muhtemelen tanışırlar. bundan dolayı heyecanlıyım aslında. annem arkadaşlarımı sever genelde ama mesela sadece birine karşı "gözüm tutmadı bu çocuğu" demişti, hala sevmez onu :) umarım ikinci piyango yakışıklıya vurmaz.

ona da söyledim geleceğini. komik oldu aslında. çünkü onu ilk defa heyecanlı gördüm. bana "sakalımı kesiim mi" falan diye sordu. ailesine karşı bile böyle tavizler vermeyen bi adamın benim için böyle bişeyi sorması bile çok özel bişey açımdan. tabiiki "gerek yok" dedim. annemin fikrinin da aslında çok önemi yok zaten. sonuçta o benim gözümde "dünyanın en yakışıklı adamı" ve bu da yeterli.

foto=photobucker, wagnerc82

5 Ocak 2011 Çarşamba

tetikte olmak


herşey çok iyi gittiğinde rahatsız olduğunuz olur mu? yani kötü bişeyler olacak diye tetikte beklediğiniz falan? ben bikaç gündür o haldeyim.

çünkü anlatılmaz bir mutluluk birikti kalbimde. beni anlayan, benim gibi düşünen, benim gibi konuşan ve susan biriyle olmanın hazzını yaşıyorum. yanındayken o mutlu kahkahaların arasında bazen bakıyorum yakışıklıya ve içimden "sen gerçek misin, bu olanlar gerçek mi, niye herşey bu kadar sorunsuz devam ediyor" gibi şeyler soruyorum. cidden sanki iyi dizayn edilmiş bi rüyadayım da heran uyanıcam gibi bi korku duruyor kalbimin ve aklımın bi tarafında. ama bu bile mutluluğumu azaltmıyor.

bu akşam mesela, o kadar güzeldi ki. yakışıklının dostlarıyla tanıştım, demin yolda gelirken de rapor aldım yakışıklıdan. baya sevmişler sanırım beni. ee haliyle mutlu oldum, yarın da birlikte bişeyler yapacağız. iyiden iyiye hayatının içinde olmak beni öylesine güvende hissettiriyor ki, adeta geçmişten dolayı taşıdığım korkularımdan arındım gibi oldu.

iş hayatımda bu ara olan pürüzleri gözüm görmüyor bile. off dediğim anlarda kapatıyorum gözümü, yüzü geliyor aklıma. sonra bi sırıtıyorum istemdışı, gözümü açtığımda sinirim stresim geçmiş oluyor. bi tek aramızda beni geren şey, hislerimi ifade edememek. çok fazla sevgi sözcüğü kullanmayı nedense sevmiyorum. sanki bakışlar, dokunuşlar yetiyor gibi geliyor. ama yetmediği yerde, yada içimdekileri taşıyamayacağım anlarda birşeyler söylüyorum. o gülümseyip, susuyor. bazen o söylüyor benzer durumlarda, ben susuyorum. öyle şeyler işte.

not= bi önceki yazıda yanlış anlaşıldım sanırım, ben adamın yorumuna kızıp artık yazmıycam dememiştim sadece daha az yazacağım dedim. zaten şu bikaç gün gösterdi ki, artık istesemde pek yalnız kalamıyorum. uzak olunca da telefon girmeye başladı devreye. yani yazı yazmayı vaktim kalmıyor desem yalan olmaz. yine de o adama ve diğer saçma yorumların sahibine inat ben biraz daha ahlaksızlık yapsam ve yazsam fena olmaz gibi :)

foto= flickr, christine carreira

4 Ocak 2011 Salı

ahlak !!!



bazen söylediklerimizin başkalarının canını sıkıp sıkmadığını önemsemeyiz hatta başkalarının kendisini de önemsemeyiz. bunu anlayabiliyorum. ama iş karşıyı anlamamaktan ötürü hakaret etmeye varıyorsa benden de bunu anlamamı beklemeyin. 

günlük tutuyorum uzun bi zamandır. ok. hayatımdaki bazı detayları yüzeysel bazılarını detaylı yada tepki almiim diye sansürleye kese biçe paylaşıyorum. ok. biliyorum ekranın diğer tarafında okuyan insanın benden farklı olduğunu. ister benzer hislerle yaşamak zorunda olsun isterse bu dünyalara bu hislere çok uzak olsun, biliyorum benden farklı olduğunuzu. benden farklı düşündüğünüzü, benden farklı şeyler yaşadığınızı. bunlara ok. o yüzden en baştan beri eleştiriye açık oldum hep. hakkımda acımasız yorumları bile önemsedim, hoşgördüm. sonuçta ben ormanın içinde bazen burnumun ucunu göremiyorum. bazı tepkilerinizin hayatıma yansıdığı oldu hatta. 

neyse bunları hatırlatmak için değil bu yazı. sadece gerginim, daha doğrusu üzgünüm. bugün gelen bi mailde benim büyük bi ahlaksızlığa hizmet ettiğim anlatılmış ve maili atan kişiyi böyle düşündüren gerekçeler sıralanmış. oysa ben ahlaksızlığın tanımının daha farklı olduğunu düşünüyorum. çünkü ben ahlaksız oldum birçok defa. sadece "artık hayatımda ne olacaksa düzgün olsun" diye çabalıyorum blog tuttuğum ilk zamanlardan beri. farkettiyseniz "eve şunu attım, şuna gittim gece" falan gibi şeyler yazmıyorum yatak odası anıları tutmuyorum çünkü böyle şeyler yaşamıyorum artık. üstelik bu anlamda içimde kocaman istekler varken bunu yapabiliyorum ve böyle olmasından da mutluyum. çünkü kafamdaki mutluluk tanımı cinsel arzuların biraz ötesine taşındı bloga başladığım zaman içinde. özellikle geçen yakışıklıyla ile hissettiklerim de bunu daha iyi görmemi sağladı. 

neyse sonuca bağlayayım. 
uzun zamandır gelen !!!bence!!! salak saçma maillerden ötürü bi daha blog tutmuycam demek isterdim ama henüz hislerimi paylaşmadan duracak kadar sakinleşmedi hayatım. bunları anlatacak başka bi ortamım yada dostum da yok zaten. o yüzden yazacağım ama yazma işini azaltacağım. isteyenlerle mail yada online yakalanırsam msn boyutunda iletişimimiz devam eder ama blog artık çok daha az ve yavaş güncellenecek. hem böylece ahlaksız yan etkilerimden de korunursunuz. internetteki temiz???  sitelerle daha çok vakit geçirmeniz dileğiyle. 

şimdilik hoşçakalın, cinsiyeti olmayan sevgiyle ve tanımsız aşkın tam ortasında kalın.

2 Ocak 2011 Pazar

yine yeni heyecanla


yılbaşını birlikte geçiremeyince daha farklı özlemiştim. babasının iyi haberlerinden cesaretle buluşmak istedim. kabul etti, geldi benimle, gittik bişeyler içtik. sonra dönerken kapalı otoparkta tuttu ellerimi. yani o an bunu istiyordum oldu. bi elim elinde arabayı çıkarmaya çalıştım. evine yakın durdum. ara sokaktı, karanlıktı ve sakindi. radyoda da slow bi şarkı vardı. "başın omzumda eksik" gibi bi söz geçiyordu şarkıda. bi an sahiplendim şarkının sözlerini ve elini bırakmadan başını omzuna koydum. öyle duruyorken 3 genç geçtiler yanımızdan arabanın içine garip garip bakarak :) normalde dikkat ederim bu durumlara ama o an önemsemedim. zaten ardından başka güzel bi şarkı başladı. o ana uygun bi şarkı diyeyim daha doğrusu. daha fazla tutamadım kendimi öptüm dudaklarından.

şarkıyı dinledik, tam "eve gideyim" der gibi baktı ki erken davranıp "bu gece seninle uyumak istiyorum" dedim. biraz düşünüp "uyuyalım" dedi. fikri değişmeden bastım gaza, eve geldik. alkolden olmasa da kafamız bulanıktı sanki ikimizinde. sanki ilk defa yeniden aynı şeyleri yaşıyor gibiydik. ilk defa utana sıkıla yaklaşmıştım, ilk defa bana "evet" demişti. ilk defa bana sarılmış gibi sarıldım sıkıca. sonra aynı radyoyu açtık ve o şarkılara benzer şarkılar dinledik. o anlarda cinsellikten uzak, sanki arınmış gibiydik. komik ama hiç konuşmadık. nerdeyse hiç. sadece ellerimiz ve nefesimizle iletişim kurduk. o kadar güzeldiki herşey, bikaç kez kendimi cimdikledim rüya mı diye. saat 4 gibi yatağa geçip uyumaya çalıştık. kaçta uyuyabildik bilmiyorum. öğlen uyandığımızda ikimizde yerimizden kımıldamamıştık garip bi şekilde. onun ödülü yanağında masum bi öpücük oldu. benim ödülüm ise o uyanana kadar kolumu dahi kaldırmadan ona sarılı kalmak ve nefes alıp verişini dinlemek.

çok özeldi dün gece benim için. içimdeki seks dilencisi adamın sesini hiç ama hiç duymadım uzun zaman sonra. hiç kendimle mücadele etmedim.ona dokunmadan, dokunmuş olmaktan bile daha fazla mutlu oldum.bunu daha sık yaşamalıyım sanırım.