28 Şubat 2010 Pazar

gülen yüzler

bedenim iflas etti bugün resmen. 12 saate yakın uyumuşum. kalktım ama dayak yemiş gibiydim zaten. toparlanmam bi saatimi aldı. dünkü yoğunlukta mühendise doğum günü hediyesi almamıştım diye biran evvel dışarı çıktım. önce aklımda açık biyer bulup pahalı olmayan ama zarif bi kolye gibi bişi bulayım dedim. ama ucuz olsada takılası bişinin farklı bir manası olabilir düşüncesiyle vazgeçtim. kitap almaktı niyetim ama sonra bi dükkanın vitrininde içi çok güzel sedef işlemeli tavla takımı gördüm. taşları falanda afilli afilliydi. içeri girip sordum. fiyatıda gayet iyiymiş. sardırdım hemen. bide pasta aldım aradım evdemisiniz müsaitseniz geliyorum demek için. kendisinin evde olmadığını, dışarıda olduğunu söyledi. o an biraz biraz duraksadım. sonra "eğer bize geleceksen bi saate kadar eve geçebilirim" deyince hiç naza çekmeden "gelicem, ama sende evde olursan güzel olur" dedim. "tamam bende bi saate gelirim" diyede ekledim. o aradada eve tekrar dönmek istemedim. evlerinin yakınlarında bi cafede oturdum tek başıma. vakit doldurmak için milleti ariim dedim. ilk önce ahmet'i aradım. yoldaymış, sonra konuşalım falan dedi. annemleri aradım, niye gelmiyosun diye sitem yedim bol bol. ensonda geçenlerde baba olan hatta doğum heyecanını birlikte yaşadığımız arkadaşımı aradım. bu sırada yan masada oturan kızlar dikkatimi çekti istemeden. biri bana bakıp bakıp gülüyordu. hani benim onları farkettiğimi görüncede kesmedi gülmesini. acaba başka bişeye gülüyorda benmi üzerime alınıyorum dedim ama kızın parmak işaretlerinden anladımki benim hakkımda konuşuluyor. acaip sinirlendim. hemen hesabı ödeyip çıktım. çıkarkende bi bakış attımki, kadir inanır atamazdı onu. o gülen kız süt dökmüş kediye döndü.

neyse arabaya geçip kızı aradım, evin kapısında olduğunu söyledi. "ee ben geliyorum 10 dk ya" dedim kapadım. vardım zili çaldım kapıyıda bana o açtı. elimde pasta ve sarılmış paketi görünce anladı ne için geldiğimi. o kadar şaşırdıki bana hoşgeldin yada buyur geç falan bile diyemedi. ilk lafı "ya ne gereği vardı" oldu. ikinci olarakta "sen nerden biliyordun bugün doğum günüm olduğunu" diye sordu. aileside şaşırdı. baba biraz karşıymış aslında bu tür adetlere. "bizim adetlerimiz değil" dedi. ama o bile gülümsedi sürprizime. kız pastasını kestikten sonra hediyesini açtı. tavlayı görünce hep birlikte güldük. güzel bikaç saatten sonra iyi dilekler dileyerek ayrıldım evden. bide bi akşam yemeğine gitme sözü verdim onca baskından sonra.

güzelliklerle dolu bi haftasonu yaşattığı için tanrıma teşekkür ederek bindim arabaya. güzel evime döndüm.

foto=flickr, greeblemonkey

27 Şubat 2010 Cumartesi

bakım onarım

gittim görüştüm kafamdaki soruların sahibi olan kişiyle. biraz formal bi cümle oldu, sanki görüşmemiz kötü geçmiş gibi anlaşılabilir. yoo aksine çok iyi oldu konuşmak. 1 ay kadar önce zoraki evini basıp görüşmeye zorladığım o cool ahmet'ten eser yoktu. çok farklıydı. daha çok konuşturdu beni, dinledi. ilk defa biçok şeyi söyleyebildim. gözlerinde beni gerçekten can kulağıyla dinlediğini anladım. güldük, gülümsedik, hatta bi ara gözlerim yaşardı. bana 14 şubat'ta yolladığı mektubuda yanımda götürmüştüm. konuşmanın gidişatına göre açıp okumam gereken kısımlar olabilir diye düşünmüştüm. olduda. benim farketmeyip onun kafasında özel kalmış tüm detaylar için teşekkür ettim, bakıp bikaç satır okudum. mektubu elimde görünce utandı zaten. güzel insan hakkaten. hani bigün evlenirse eşi çook şanslı gerçekten.

görüşmemiz biraz uzun sürdü 5 saat kadar, yani ben şuan içinde bulunduğum şeyleri anlattım. zayıf görünmekten korkmadan anlattım hemde. ben anlatınca o dahada açıldı. tahmin ettiğim gibi o da başka soruların içinde ve yaşadıklarının tadı damağında acılar çekmiş. yani aynı sebepten ikimizde birbirimize işkence etmişiz. bunları hala sevdiğin bi insanla konuşabilmek gerçekten garip bişi. hani bitti demişti bana ankara'da. bende bugün ona bittiğini söyledim. çünkü kendime evden çıkarken şöyle demiştim. "eğer onu gördüğünde ilk anda hala gözlerin doluyorsa ve titriyorsan kendini kandırma, bitmemiştir". öyle olmadı. onu gördüğümde hissettiğim şey sitemlerdi vede titremedim bile. bitek ona sarıldıgımda titredim. hatta çaktırmadan kokladım kokusunu. değişmiş parfümünü, bide kirli sakal bırakmış. sanki daha bi güzelleşmiş. kızlar içinde talibini bulmak işleri ahmet'e yaramış. gerçi bu ara hiçkimse yokmuş. banada sordu birileri varmı diye. bende yok dedim. sonra ikimizde masaya baktık bu cevaptan sonra. severken bitirmek böyle bişeymiş demek. şey gibi hissettim. hani evlenirsinya aşıksındır, sonra cocuğunuz olur, ama bi zaman sonra boşanırsınız, çok severken yaparsınız. işte böyle bi çiftin çocukları hakkında bi buluşmasında nasıl hissedilirse öyle hissettim. bizim sevgimiz bi çocuk gibiydi. tertemiz. hatta bebek gibiydi. bi türlü ne ben boğabilmişim bu bebeği nede o. ama neyle besleyeceğimizide bilemeden geçmiş bikaç ay. bundan sonra ne olacağına dair pek konuşmadık. zaten ben artık ona hiç bişi hakkında söz veremem. ondanda söz vermesini istemiyorum. sadece iletişim halinde olmamızın güzel olacağı konusunda hemfikir olduk. araşıcaz, ankara istanbul'a gelip gitmelerde birbirimizi ziyaret edicez gibi. işte butür konuları konuşarak yiyerek içerek geçti vakit. tekrar dayısına bıraktım. yarın dönecekmiş zaten. bende yarına işim var diye mazeretimi söyledim iyi yolculuklar diledim. ee yalan değil, bizim mühendisin doğum günü yarın. ee tabi kız olayını hiç açmadım ortamı bulandırmamak için. amacım soruların azalmasıydı, öylede oldu. iyiki kandilde onu aramışım, iyiki cesaret edip istanbula gelip beni aramış.

foto=d.alan harris

tanrım. bana yardım et

yıllardan beri ilk defa sabah 5-6lara kadar chat yaptım. sadece chat. bi ara samimi sohbetin arasında birkaç kadeh şarab bile götürdüm. o kadar yorulmuşumki rahatlamışımki yatağa geçmemle uyumam bir oldu. deminde ısrarcı telefonun sesiyle uyandım. arayan ahmet.............. sabah istanbul'a gelmiş, yanlış anlarım diye hemen haber vermemiş, dayısının evine geçmiş. bugün müsait olursam benle görüşmek istiyor.

yani sabaha kadar onun ve ondan sonrasındaki hayatım hakkında konuşup onun sesiyle uyanmak , "geldim" sürpriziyle karşılaşmak gerçekten ilginç.

uykuluydum zaten, ne olduğunu anlayamadım bile tam. "ben bi toparlanayım seni sonra arasam olurmu" dedim, kabul etti. niye istanbul'a geldiğine dair bi fikrim yok, ama benle görüşme isteğinin altında yatan sebepleri azçok tahmin edebiliyorum. bu sebeplerden biri benle yeniden ilişki içine girmek değil, buna eminim. benimde zaten öyle bi niyetim yok. hem çok çok iyi anladımki, sevgi başka şey birliktelik başka şey. yani birbirini tamamlıyor gibi gözüksede sevginin dışında başka şeylerde gerekiyor birlikte olabilmek, birlikte kalabilmek için.

bide dayısına gittiği iyi olmuş, ben hala bi yığın soruyla cebelleşirken onu evin kapısında görmeye dayanamazdım sanırım. tekrar başa döndürecek tensel bi yakınlaşma olabilirdi. sonra ayıkla pirincin taşını ali.

offfffffffff. kafam davul gibi. hala uykusuzum, 5 saat bile uyumadım ama zehir gibi çalışıyor yine. ne yapsam, nasıl yapsam diye düşünüyorum. karışığım yine anlıycağınız. itiraf etmek gerekirse birazda heyecanlıyım. bir ayı geçti onu görmeyeli, ama bana bi yıl gibi geliyor. son aylarda ikimizde o kadar saçmaladıkki yüzyüze bakmak ilk anda gerçekten zor olacak. neyse ya, sorunu kafamda düşünerek dahada büyütmeden ariim ben onu iyisimi. dayısından alıp bi yere geçip konuşalım bakalım. hem kaçarak sadece sorular çoğalıyor, belki konuşunca bu acı veren durum düzelir. bende arkamda sağımda solumda kirli ve acı veren şeyler bırakmadan önüme bakmak istiyorum.

foto= flickr, ken_pogs

26 Şubat 2010 Cuma

biseksüelin açılımı

hayatım ne kadar garipleşti iki gün içinde. iyice istanbul'un havasına benzedim. sabah güneş, öğlen yağmur , akşamda kar oluyor sanki. yani düne kadar kapanayım kendime, uzak durayım insanlardan derken herkese iletişime hazır bir pozisyona soktum kendimi. ahmet'e bile. sağolsun blue'nun kitap tadında yorumlarından sonra aradım dün. kandilini kutladım. iyi oldu bu. ilişki bitti diye insani ilişkileri bitirmek biraz insafsızca geliyordu banada zaten.

orta düzey bi msn kullanıcısı oldum bu arada :) artık günde bikaç saat falan açık msn'im. hep başında olamasamda. ee bide spor salonunda aynı günde iki kişiyle daha tanıştım. aylardır şu bankacı dışında kimseyle konuşmayan biri için inanılmaz bi açılım :) bilinçli olmuyor bunlar, yani öyle istedim oldu. belki iki gün sonra yine susacağım, kendi kabuğuma çekileceğim biraz daha.

ama bu haftasonu çekilemeyeceğim enazından. pazar günü bizim mühendisin doğum günü. birbirimizi facebook'a ekleyince gördüm bende. bilmemezlikten geliyorum şimdilik. muhtemelen öyle doğum günü partisi düzenleyecek adetleri olan bir aile değiller zaten. ama bi sürpriz düşünüyorum ona. yani o gün mutlu olsun istiyorum. aslında biliyomusunuz onu bana benzetiyorum. yani yaşama yöntemlerimiz farklı olsada ikimizde çok temkinliyiz sevmek konusunda. bir yığın şey olup bitiyor içimizde ama ikimizde dışarıya belli etmiyoruz. sevdiğimiz ortak şarkılar, ortak filmler nelerden kaçıp neye muhtaç olduğumuzu belli ediyor. tek farkımız ben biraz daha eskimişim hayatın içinde, o daha bi fanus içinde kalmış sanki. bu tip insanlara yakın olunca bende kendimi korunmuş hissediyorum nedense. saçma belki ama öyle garip bi his oluşuyor bende. bakalım artık.......

foto=flickr, jackie weisberg

25 Şubat 2010 Perşembe

teşekkür ederim

herkese teşekkür etmeliyim. yazılan yorumlar, gelen mailler beni biraz kendime getirdi. tamam ben kaçmak istesemde orada bi yerde aynı şeyleri yaşayan yada yaşamış insanlar olduğunu bi kere daha anladım. herkes seviyor, seviliyor, terkediyor yada terkediliyor, yalnız kalıyor. hep bi arayış içinde herkes. düşe kalka bi arayış hemde. o yüzden fazla melankoliye kapılmadan kendime gelmem gerektiğini hissettim. kaçmak falan geçici çözüm, bazen üzerine üzerine gideceksin dertlerin sıkıntıların. ancak öyle aşabilirsin.

bugün annem aradı, kandilmiş, kandilimi kutladı. bende hepinizin kandilini kutluyorum. zaten bazılarının kandilini sizden önce kutladım. mühendis arkadaşım ve ailesinin mesela. bi de gizemli adam mail atarak kutladı kandilimi. tekrar iletişime geçmek için bu kendime kapanma sürecimin geçmesini bekliyormuş ama tutamamış kendini. iyi güzel şeyler işte bunlar. hani çok dini günleri kutlamayı bilen biri değilim ama o günlerde tanrı'ya yakın olmaya çalışırım. içimden beni ve tüm insanları birbirimizden koruması için dua ederim. bana sağladığı imkanlar için teşekkür ederim.

umarım hepiniz için güzel geçer kandil. enazından bir sıkıntınız azalır. benim azaldığı gibi. hepinize iyi kandiller. tekrar tekrar teşekkürler

24 Şubat 2010 Çarşamba

korkuyorum........

sessizliğe devam. işe gittim sabahtan ama nerdeyse kimseyle tek kelime etmeden günü tamamladım. öğlen yemek içinde bi bahane uydurup kaçtım herkesten, gittim uzak bi yerde tek başıma bişeyler yedim. evede erkenden geldim, spora falan gitmedim. yinede biraz daha iyiyim düne göre. böyle yapmak beni iyileştiriyor sanki. bazen dengemi kaybediyorum. bana hatalarımı gösteren gizli bi ayna gibi oluyor bu tür geri çekilip ileriyi izlemeler. zaten ileride oluncada değişen bişi yok aslında. sadece yaşadığını sanıyorsun. aslında sadece yaşlanıyorsun. hayatında hayata değer katan bişeyler olmadıkça onun adı yaşamak değil yaşlanmak oluyor. kendimizi kandırmaya gerek yok demi. zaten ben kendimi yeterince kandırmışım. biraz kendime dürüst olsam fena olmaz. hem hayat akıp gidiyor hızla. bi taraftan tutunup içinde kaybolayım diyorum, bi taraftanda "aman ya, bırak herşeyi kendine, takma hiçbişeyi" diyorum. işte bi de ortası olsa bunun. yani hem biraz hayatın içinde herkesle herkes gibi yaşarken birazda takmasam hayatın gidişatını. olan irili ufaklı şeyler beni bu kadar etkilemese biraz daha cesur olabilirim aslında. ne biliim, yaştanmıdır anlamadım. korkularım giderek arttı. sevmekten korkuyorum, sevilmekten korkuyorum, terkedilmekten hatta terketmekten korkuyorum. hayatımla ilgili risk alamıyorum, almakta istemiyorum. iş yaşamında takındığım tavır yaşantıma sıçramış hatta tüm hayatımı esir almış, haberim bile olmamış. bi ahmet bu tekere çomak sokmuş farkında olmadan. hem iyiki sokmuş, hemde keşke sokmasaymış. off offff. şimdi okurken "bu manyak ne diyo yine" diyosunuzdur belki. cidden bencede şu yaptığım manyaklık. ordan bakınca biçok şey tastamam görünüyor belki. maddi sıkıntım yok, sağlığım yerinde falan. ama..... ama.... amaaa bişeyler eksik. hemde yerini paranın sağlığın falan dolduramadığı bişeyler. bu da beni aramaya itiyor. ne arayacağımı bile bilmeden aramak. bu yüzden ne bulacağımıda tahmin edemiyorum. bu yüzden korkuyorum. yalan değil işte, korkuyorum. hatta ömrümün bu tür dalgalanmalar içinde yalnız biteceği ihtimalini düşündükçe gözyaşlarımı tutamıyorum.

foto= weheartit.com

23 Şubat 2010 Salı

kendimden bile uzak

bu hafta iyi başlamadı. pazardan itibaren eve kapanmıştım. bi de o gün çok kötü bi rüya gördüm. ama gerçekten çok kötü ve gerçekçi şeylerdi. etkilendim.
ayrıca ahmetde aramıyor çoktandır. işin asıl garip yanı neden hala aramasını beklediğim. çocuk saçma sapan yöntemlerle beni kendinden uzaklaştırmak istedi ama kendi uzaklaşamadı diye ona soğuk davrandı. yinede hala ısrarcı olmasını bekliyorum sanırım. o da muhtemelen çok ciddi kaos içinde eminim. kimbilir neler yaşıyor kendi içinde. ben zaten iyice saçmalıyorum. dün bi arkadaşımı kırdım. hassastım sanırım, epeydir aramıyor sormuyor diye telefonda fazla payladım. şaka diye başladım ama kaptırmışım kendimi. o da doğal olarak ciddi ciddi kırıldı. arayıp özür bile dilemedim. sanki herkes benden uzaklaşsın istiyorum. kendimi değersiz hissetmek istiyorum. bak ahmet bile sustu bikaç günlük ısrarın ardından. lüzum görmedi fazla ısrar etmeye. değeceğimi düşünse belki çabalardı. enazından arkadaşı kalmam için yapardı bunu. neyse ya..... ben iyi değilim anlıycağınız. biraz insanlardan uzak kalmam en doğrusu. hatta mümkün olsa kendimden bile...................

foto=flickr, nick.programmerman

21 Şubat 2010 Pazar

alışveriş yorgunluğu

alışveriş yaparken biraz kararsız olan tiplerdenim. özellikle kıyafet alırken. eskiden bi yakın arkadaşımı alır öyle giderdim ama sonra farkettimki sıkılıyorlar. yalnız alışveriş yapıp kararsız hallerimle sadece tezgahtarları sinir etmeyi öğrendim. sinir derken, hani böyle herşeyi deneyip dağıtan biri değilim ama rafta görüp bişeyi beğenmişken başka daha güzel varmı diye az daha dolanayım tarzı bi sinir.

klasik olsun spor olsun biraz bol giyinmeyi seviyorum. rahat hissettiriyor. çok azdır vücudumu saran giysim. ama geçendede dediğim gibi spordan ve yaştan ötürü biraz enine irileştiğim için bazı kıyafetler artık bana hafif dar gibi gelmeye başladı. bu yüzden dün gidip yeni bişeyler aliim diye niyetlenmiştim. o sırada şu mühendis kız aradı. bi planım olup olmadığını sordu. önce yalan söylemek ve onun varsa teklifini duymak geçti aklımdan ama sonra alışveriş yapmayı düşündüğümü söyledim. bi an sustu, hevesini kırdığımı düşünüp hemen lafa girdim. benimle alışverişe gelip gelemeyeceğini sordum. biraz tereddüt etti sanırım ama sonra "olabilir" dedi. ben zaten hazırdım söylediği gibi 15 dk sonra çıktım evden, onu aldım. hava o kadar güzeldiki yolda fikrimizi değiştirdik önce ortaköy'e gitmeye karar verdik. oturduk manzarayı kalabalığı seyrettik, yürüdük biraz orda. sonra cevahir alışveriş merkezine geçtik. geziyoruz mağaza mağaza. neyseki sonunda bişeyler beğendim, üzerimde denedim. o da yakıştı deyince aldım. o da kendine bişeyler aldı. sonra acıkıp acıkmadığını sordum. onada "olabilir" dedi. arabayı orda bırakıp yürüyerek şişli'den taksim'e geçtik. ordanda tüm istiklal'i yürüyerek tünele yakın bi yere götürdüm. farklı yemeklerine bayıldığım bi yere. ona tavsiye ettiğim yemeği denedi, bayıldı tadına. ödeme yaparken ısrarla ödemek istedi. ama müsade etmedim. yinede hoşuma gitti bu hali. yani ne biliim, bayanlar genelde yapmazlar böyle şeyler. ordan çıktık, tekrar cevahir'e kadar yürüdük. o da orda bana tatlı ısmarlamak istedi. hayır demedim. oturduk biyerde, yedik tatlımızı, biraz sohbet ettik. bana kalabalıkları sevmediğini, hatta korktuğunu falan söyledi. o yüzden istanbul'da yaşamasına rağmen taksim'i senede en fazla 5-6 kez görüyormuş. daha buna benzer bi yığın ilginç şey konuştuk. müzik zevklerimiz mesela baya benzermiş. sinema konusundada takip ettiğimiz yönetmenlerin bazıları aynı. ben sohbete dalmışım ama o "gidelimmi, geç oldu" diye uyarınca kalktık. onu evine bıraktım, bende eve geldim ama cidden bitmiştim. acaip yorulmuşum. spora bile gidemedim. bikaç saat sonra onu aradım onunda yorgun olup olmadığını sormak için. ayaklarını hissetmediğini söyledi :) ama teşekkür etti. bende ona teşekkür ettim güzel gün için.

20 Şubat 2010 Cumartesi

feminen vs. bear

dün akşam arkadaşlarla bi yere gittik. işyerinden çok samimi olmadığım bir iki kişi gelmişti, bi de onların hiç tanımadığım bikaç arkadaşı. içlerinden biri baya baya bakımlı ve feminen bi tipti. böyle bağıra bağıra, bilek bükerek konuşan, kahkahası yeri ğöğü inleten bi tip. haliyle tüm ilgi üzerindeydi. hani gaydir, değildir bilemem. ama onun rahatlığı biraz beni rahatsız etti. bi de benim arkadaşlarımda hemen ısındılar adama. yani feminen insanlar nedense sıcak geliyor bayanlara hatta bazen erkeklere. yada eğlencelimi desem. ben pek haz almıyorum o tür hallerden, ama kırıcı bişide söylemem tabi. o onun hayatıdır, nasıl mutlu olmak, nasıl kendi olmak istiyorsa öyle yaşar. sonuçta herkes saygıyla karşılamıyordur bu durumu, epeyde bi hakaret yiyodur yakın veya uzak çevresinden. neyse işte, çocukla bi iki lafta ben ettim bi ara. tahmin ettiğim gibi moda sektöründeymiş. bu bi rastlantı olamaz değilmi. moda sektöründe bu kadar çok feminen erkeğin olması rastlantı olmamalı. ya moda sektörüne giren erkekler tarz olsun şu olsun falan derken feminenleşiyor, yada feminen erkekler daha normal karşılanacaklarını umarak moda sektörüne giriyorlar. iki durumda garip geliyor bana. ama birazda normal. yani bizim sektörde öyle bi tip saçma bi bahaneyle işten çıkarılırdı. güzel bakımlı hatta oldukça kadınsı bayanlar, yakışıklı ve iyi giyinen erkekler para ediyor bizde.

giyinmek demişken aklıma geldi, bu ara biraz kilo almışım sanırım. yaştanmıdır bilmiyorum ama giderek enine büyüyorum. şişmanlık değilde ama irilik oluyor böyle olunca. sanırım bear oluyorum :) sakallarda uzadı yine zaten. peki bu durumdan rahatsızmıyım?? ıı ııgh. yok, değilim. aksine hoşuma gidiyor.

18 Şubat 2010 Perşembe

blogger arkadaşım

bugün komik bişey oldu. bi arkadaşımın üç yıllık blogger olduğunu öğrendim. bi ara masasına gitmiştim, o da çay almaya gitmişken masasındaki bi dokümana gözüm ilişti. neymiş diye önüme çekerken mouse'u oynatmışım. ee tabi ekran koruyucusu yokolunca direkt olarak blog admin panelini gördüm. tam blogun adresinide gördüğüm anda geldiğini farkettim. hemen aceleyle sırtımı döndüm ekrana, sanki yanlışlıkla ekran açılmışta görmemişim gibi yaptım. ekrandaki görüntüyü görünce biraz telaşlandı tabi. yerine oturup ekranı minimize etti. ben tabii hiç belli etmedim gördüğümü ama yerime oturduğum gibi hemen bloguna girdim. bugün iki saatim onun yazdıklarını okuyarak geçti diyebilirim. o da benim gibi kim olduğunu gizliyor. işteki sorunlarını bile üstü örtülü paylaşıyor, eşinden dert yanmış bazı yazılarda. bi güldüm bi üzüldüm. ilginç geldi bana, yani okumayı seven biri biliyorum ama yazmayı sevdiğini bilmiyodum. sitede kendine ait şiirler falanda vardı. en ilgincide şiir yazabilecek kadar edebiyatla ilgili oluşuydu. çünkü hiç bu tür şeylerden bahsetmezdi. yani en azından bana şiir yazdığını söylemiş olmasını beklerdim. benim bu tür şeylere ilgili olduğumu bilir çünkü. neyse, vardır kendince bi düşüncesi.

bu arada bişi daha diycem. ister inanın ister inanmayın, spor salonlarında inanılmaz biseksüel ve homoseksüel potansiyel var. zaten milletin birbirlerini yer gibi bakışları yeterince belli ediyor, eee bi de bugün duş bölümünde gördüğüm şeyden sonra artık şüphem kalmadı. peki ne mi gördüm, en köşedeki biraz sotede kalan duş kabininde çıplak iki erkek. ee yuhhhh. milletteki azgınlığa bak. onca spordan sonra gücünüzdemi kesilmedi kardeşim, hem bu nasıl bi cesarettir. neyse, siz siz olun spor salonlarında dikkatli olun. ee tabi öyle bi ortamda sex yapmak gibi bi fetişiniz yoksa :)

17 Şubat 2010 Çarşamba

gizemli adam

bugün eve geldiğimde gizemli adamdan bi mail daha geldiğini gördüm. açtım hemen okumaya başladım. yazımın gülümsettiğini yazmış. bi de bana msn adresini vermiş, konuşmak istersem diye. uzun süredir msn açmamama rağmen onu eklemek için açtım. aslında msn açmama olayım ahmet'e verdiğim bi sözdendi. artık bunun bi hükmü kalmadı sanırım. neyse işte ekledim, ben yemeğimi yerken online olduğunu gördüm. yemeğime ara verip oturdum bilgisayarın başına. yazıştık biraz, yani yazışmaktan çok onu tanımaya çalıştım. dedim ya çok etkileyici şeyler yaşamış insanlar beni hep hayran bırakırlar kendilerine. aslında herkesin hikayesi ilginçtir ama bazı insanlarınki biraz daha ilginçtir. daha doğrusu daha özeldir. siyasetten spora böyle hayranlık duyduğum bi yığın insan var. hatta arkadaşlarımdan bikaçınada hayranımdır. bi de şimdi sanal hayranlığım oldu, kadro tamamlandı :)

ya aslında bakmayın böyle rahat yazdığıma, biliyorum o da okuyor bu satırları. acaip kasılıyorum yazarken :) hahahaha. ilginç bişey gerçekten. hani ahmet sitemi biliyor olsaymış demekki hiç yazamazmışım. bunu daha iyi anladım. bu arada şu mühendis kızı aradım, konuştuk biraz. ben epeydir sessiz kalınca merak etmiş :) ee napiim haftasonu sevgililer günüydü, şimdi bişi yapsam bundan mana çıkarmasını istemedim. sonuçta kontrolüm dışında olan herşey beni korkutur ve bu dünyada en çok çekindiğim şey bayanların kalbini kırmaktır. nedendir bilemiyorum ama hemcinslerime karşı biraz daha kabayım sanırım. yada belki biseksüel olmamdan kaynaklanan gizli bi nefrettir. ne biliim, çokta sorgulamadım neden böyle diye. öyle işte.

foto=flickr, artsyevie

16 Şubat 2010 Salı

teşekkür ederim

bugün bi mail aldım. gece yazılmış ama ancak eve gelince okuyabildim. uzun bi mail. hergün önüme gelen 5-10 sayfalık cansıkıcı raporlar kadar uzun. ahmet'in bana yazdığı mektuptan sonra cesaret alıp yazdığını söyleyerek başlıyor bu mail. blogumu okuyanlardan biriymiş. yani benim hikayemi azçok biliyor. ama kendi hikayesini anlatmış mailde. isim ve yer belirtmeden yazmış zaten. yıllardır sakladığı, paylaşmadığı hikayesini benle paylaşmak istemiş. neden böyle bi ihtiyaç hissetti bilmiyorum ama yazdıklarını soluksuz okudum. yani ancak filmlerde olabilecek tesadüflerle dolu bi hayat yaşamış. onun yaşadıklarını okuduktan sonra yaşadığım iyi şeylerin ve çektiğim acıların aslında onunkiler yanında hiç olduğunu anladım. ona mailden cevap yazmak yerine burdan teşekkür etmek istedim.

madem beni burdan tanıdı, güvendi, anılarını paylaştı. öyleyse herkesin önünde teşekkür etmemi ve yaşadıklarına hayranlığımı sunmamıda mazur görür sanırım. sanırım henüz benim yaşlarımda olmasına rağmen bunca sevgiyi hayatına sıkıştırmış, temiz bir hayatın sahibi ancak herkesin önünde takdir edilir.

teşekkürler isimsiz kahraman. çok teşekkürler..........

foto= subhub.com

15 Şubat 2010 Pazartesi

benim hala umudum var

aradım bugün. öğlen arada aradım ahmet'i. kol düğmeleri ve mektup için teşekkür ettim. bi iki cümle daha ettikten sonra, mektuba yazdığı o anları o kadar ayrıntılı hatırladığına biraz şaştığımı söyledim istemeden. "hiç unutmadımki" dedi sessizce. sanki ben unuttum. heranı inanılmaz güzel ve özeldi benim için. bedeli yaşadığım şu sıkıntılı zamanlar bile olsa güzeldi hakkaten. kol düğmelerine gelince geçen hafta alışveriş yaparken görmüş ve bana almış. haftasonuda kargo olmaz diye saçma bi yalan söyleyerek kuzenine vermiş bana teslim etsin diye. ben yapamazdım böyle bişi sanırım. yani kuzenime sevgililer gününde bi erkeğe bi hediye paketi götürmesini isteyemezdim. "yanlış anlamış olmasın" diye sordum. "başka çarem yoktuki" dedi. o an içim bi garip oldu. yani benim için risk almıştı. bu gönderdiği hediyeden daha değerli bişeydi aslında. telefonda konuşurken o sırada arkadaşlar geldiler birden dibime. "kapatmam gerek" dedim, tekrar teşekkür ettim kapadım. sonrada zaten yemek ve yoğun pazartesi derken aklmdan gitmiş herşey.

bu akşam eve gelip kıyafetlerimi çıkarırken gördüm mektubunu komidinin üstünde. aldım elime okudum yeniden. biraz gülümsedim, biraz gözlerim doldu. garip bişi işte. bitmiş diyosun ama bakınca daha acısı bile taze iken hoşuna gidiyor böyle bi masalın içinde rol almış olmak. belki kısa sürdü. yani daha uzun hatta yıllar sürsün istemiştim ama hani o 1 yıl bile olamadan bi yığın şeyi sığdırmışız. şimdi bi tek işte bu mektup var, hediye ettiği bikaç şey daha var. bide birlikte çekindiğimiz fotoğraflar. istanbul'da, bizim kuzenlerde, annemlerde, kıbrıs'ta. hiçbirini silmedim, yırtıp atmadım. geçmişimde o kadar utanılacak şey varken, bu temiz şeyi hep hatırlamak istiyorum. ama bu demek değilki geçmişe saplanıp kaldım. yok asla böyle bişi yok. hayata dört elle bağlıyım, güzel insanlar güzel arkadaşlar var çevremde. istediğim zaman yanımda olan türden. ee bi de yarın ne getirir bilmiyorum. belki yeniden birinden hoşlanırım. belki yeniden severim. belki her sevdiğimde içimdeki tutku ve sevgi dahada artar. yani kısacası gelecekle ilgili bi fikrim yok. ama umudum var. önemli olanda bu sanırım.

foto=flickr, simple effulgence

14 Şubat 2010 Pazar

beklenmeyen misafir

çok sade sıradan bi 14 şubat hayal ediyordum. ama düşündüğümden farklı oldu. saat 10da kalkmıştım. kahvaltımı yapmış ilk olarak şu "ps: i love you" filmini izlemeye geçmiştimki kapı çaldı. tanımadığım bi kız vardı kapıda. önce adımı söyledi, ben olup olmadığımı anladı. sonra kendini tanıttı, ahmet'in kuzeni olduğunu söyledi. dün ankara'dan geldiğini ve ahmet'in bi paket bana ilettiğini söyledi. çantasından çıkardı verdi. ben ne diyeceğimi bilemedim. kızı içeri buyur ettim ama teşekkür edip gitti. aldım paketi salona geçtim önüme koydum. açsammı açmsammı diye tereddüt ettim bi süre. sonra dayanamadım açtım. paketin içinde bi mektup zarfı bide ufak bi paket daha vardı. önce paketi açtım, gümüş kol düğmeleri vardı. çok güzeldi gerçekten ama aklım mektupta kaldı diye fazla bakamadım. mektup zarfını özensizce yırttım. içinden 3 sayfa küçük küçük yazılmış sayfa çıktı. deli çoçuk neler yazmış diye düşündüm. okudum dikkatlice. 1 yıla yakın yaşadığımız şeyleri benim bile bazılarını hatırlamadığım detayları unutmadan yazmıştı. ne yalan söyliim okurken gözlerim doldu. zor tuttum kendimi. ama ilginç olan mektupta yaşadıklarımız dışında başka bişey yoktu. yani hiç benden bişey istemiyordu, yada özür falan dilemiyordu. gidip bi yüzümü yıkadım kendime gelmek için ve hiç bişey olmamış gibi davranmaya çalıştım. hediyeyi ve mektubu yatak odama bırakıp filmi izlemeye devam ettim. lanet olsun filmi izlerken gözyaşlarıma mani olamadım. çünkü filmde bi dizi mektup üzerine kurulmuştu. kocası ölen kadının yaşadığı acıyı ve sevgiyi iliklerimde hissettim adeta. film bitti ama belki bi on dakika kendime gelemedim. sonrada film izlemeye ara verip dışarı çıkmaya karar verdim. tek başıma taksim'e geçtim, istiklal'de yürüdüm. elele çiftleri seyrettim uzaktan. nefes almak çok iyi geldi eve gelip kalan iki filmide izledim. ahmet'ide hediyeye teşekkür etmek için aramadım açıkçası. o da aramadı. belki yarın ararım.

bu arada demin bi önceki yazıda pansexual'in gerard butler hakkında yazdığı yorumu okudum. inanılmaz hoşuma gitti adamın lafı. sanki benim yerime söylemiş: "Gerard Butler is gay. No I’m not. I don’t know myself what I am so it can be bewildering to see that being plugged. I have been in relationships with women. And men. That doesn’t make me gay. That doesn’t make me straight."

13 Şubat 2010 Cumartesi

ps: who loves me?

bugün kuzene gittim. enişte beyle sohbet ve yeğenle oynadım falan. 14 şubat sendromu yaşamamak içindi bu birazda. aslında şu kızı arayıp biyerlere gitmek istedim öncesinde ama işte 13 ve 14'ü yapılacak şeyler farklı anlamlara gelebilir diye yapmadım böyle bişeyi. zaten alışığım 14 şubat'ları yalnız geçirmeye. yani şu da var. ben zaten birini seviyosam, o benim ben onun hayatındaysam böyle şeylerin bi anlamı kalmıyor. hergün her dakka sevgililer günü anlamlı oluyor açımdan. böyle günler ancak yeni tanışan çiftlerin yakınlaşma çabası bence. yada birbirlerini sevdiklerini unutup hatırladıklarını belli etmek için hediyeleşme falan. saçma geliyor bana. anneler babalar günüde öyle. yani karşı tarafın beklentisi olmasa ben asla o günlerde hediye almayı sevmiyorum. zaten ben bursa'ya geçerken mutlaka ufakta olsa anneme bazende babama ve kardeşlerimede bişeyler almaya çalışıyorum. ee sevgili anlamındada öyle. aralarda hediye alıyordum sevdiğim kişilere.

eve gelirken üç tane aşk temalı film aldım kendime. 14 şubatta çerezimi cipsimi sehpaya yığıp, ardı ardına izleyeceğim hepsini :) filmlerden biri bi türlü izleyemediğim "ps: I love you". bi iş arkadaşım öve öve bitirememişti. bi bakalım nasılmış.

ps: akşam dvd'yi rafta görüp elime aldığımda şöyle demiştim. "who loves me?"

bardağın dolu kısmı

akşam spora gitmiştim. bileğimdeki ağrı biraz devam etmesine rağmen terlemek istedim. iyide oldu. koştum falan. yorulmuşum epey. eve geldiğimde salonda oturduğum yerde uyumuşum. sabahın 6'sında kalktım, hava hala karanlık diye gece 1-2 falan sandım önce. saate bakınca afalladım. sonrada o şaşkınlıkla bi dahada uyuyamadım. hazır vaktim varken blogun arayüzünü değişeyim diye düşündüm. tam 2 saattir template sitelerini kurcalaya kurcalaya yine eski arayüzde karar kıldım. hem kendimde olduğu gibi blogtada değişikliğe ihtiyacım vardı. artık çok pesimist ve beni karamsarlığa sürükleyen şeyler yazmamaya çalışıyorum farkettiyseniz. çünkü bardağın bi kısmı hep dolu. ben bazen farketmesem bile dolu. yani olabilir. hayat bu herşey olabilir. doğan, ölen, gelen, giden falan. bunların hepsini kontrol etmem imkansız. elimden geleni yapıyorum. yada elimden geleni yaptığımı düşünüyorum ve daha iyi olması için gayret içindeyim enazından.

bide şu son olaylardan sonra anladımki ben hayatı inanılmaz seviyomuşum ve bağlıymışım. yani yarının sevgililer günü olması ve benim yine yalnız olmam umurumda değil. sağlıklıyım, kimseye muhtaç olmadan ve utanacak şeyler yapmadan yaşıyorum. bunlar o kadar iyi hissettiriyorki beni anlatamam. ama bu demek değilki hayatımın böyle devam etmesini istiyorum. bende herkes gibi bi sese bi nefese ihtiyaç duyuyorum. hani şimdi ben bu satırları yazarken mutfakta şarkılar söyleyerek kahvaltı hazırlayan birinin hayatımda olması beni çok mutlu ederdi. ama dedim ya, şimdilik elimden gelen bu. birazda bazı şeyler kader sanırım. hani doğru zaman, doğru ortam ve doğru insan üçgeninin denk gelmesi meselesi. sen ne kadar tırmalarsan tırmala, bi yerde sorun çıkıyor. neyse neyse.

dediğim gibi. bardağın bi kısmı hep dolu ve hayat sürekli bi değişim içinde.
benim gibi.
sizin gibi.

foto=flickr, rammorrison

11 Şubat 2010 Perşembe

man in blue

dün iş nedeniyle sabahtan izmir'e geçmiştim. işlerimin dünkü kısmını halletmiş otele dönerken aklıma şu komşu kızını stajyer olarak işe aldıran arkadaşımı görmek hem ziyaret etmek hemde teşekkür etmek geldi. zaten yolumun üstüydü. gittim, biraz yanında oturdum, halini hatrını sordum. sohbet sohbeti açtı taa o zamanki soruyu yine sordu. bu kızla aramda bişey olup olmadığını. yok falan dedim ama bu seferde düşün diye ısrar etti. huyunu suyunu falan çok beğenmiş arkadaş. neyse baktım bu beni evlendirmeden oradan çıkarmayacak kaçiim dedim içimden. o sırada kızı çağırttı odasına. okul tatil diyemi derslermi başlamamış anlamadım ama kız bi süredir full-time çalışıyomuş. geldi birazda önünde konuştuk işler nasıl gidiyor, alıştınmı falan gibisinden. ama kızın yüzünde güller açıyo resmen. sonra arkadaştan onunda iznini alıp kızla çıktık. yemek için tavsiye edeceği bi yer varmı diye sordum. gerek yok falan gibi çekingen şeyler söyledi. neyseki yemek yemeğe ikna ettim. oturduk konakta bi yere. siparişleri verdik, sonra baktım kız hala gülümsüyor. "hayırdır bişimi oldu" dedim. "gömlek çok yakışmış" dedi. o an anladım kızın iş hediyesi olarak aldığı mavi gömleği giymişim :) yemek biraz gecikince biraz lafladık. ailesi hakkında, eğitimi hakkında, hatta çapraz sorularımla geleceğe dair hayalleri hakkında :)) bi daha anladımki kız gerçekten çok iyi bi insanmış. gururlu ayrıca, yani maddi durumu zayıf bazı kişilerin yaptığı gibi yalvar yakar bi hali yok. yemeklerimizi yedikten sonra aklıma kötü bi fikir geldi. annemi ariim dedim kızın yanında :) yok aslında ben kaşınıyorum. aradım "anne bak yanımda kim var deyip" kıza uzattım telefonu. kız şaşırdı ama annem sevinçten kalpten gitmiştir eminim. kız bana telefonu geri uzattığında annemin sesindeki sevinç hala duruyodu :) bizimkinden sonra yemekte bide onun annesi aramazmı. kız gerçi söylemedi annesine bişi.

dün akşam böyle geçti işte. ilginç ve güzeldi.
bugün öğlen vaktindede bitti işim hemen geldim istanbul'uma ve yine her zamanki gibi tek başımayım.

foto=ridgleaoffice.com

9 Şubat 2010 Salı

bi sorum var.

bu satırları okuyacak kadınlara bi sorum olacak. daha doğrusu iki. ama içten gerçekten hani öyle bi durum olsa ne hissederseniz onu yazmanızı bekliyorum. cevabınız benim için önemli. hazırsanız sorularımı yazıyorum.

1. bekarsınız ve bi adamı seviyorsunuz. o da sizi seviyor. herşey çok güzel ama iş ciddiye binince gelip size en büyük sıkıntısını açıyor. size biseksüel olduğunu söylüyor. tepkinizi bekliyor. napardınız?
2. ikinci durumda evlisiniz. çok sevdiğiniz ve sizi çok seven bi eşiniz var. sizi aldatmayı aklının ucundan geçirmeyecek kadar çok seviyo. belki çocuğunuz bile olmuş. ama bigün biseksüel olduğunu öğrenirseniz napardınız? yani geçmişinden biri çıksa karşınıza yada msnde bu gizli hislerini açtığı bi sanal arkadaşıyla yazışmalarını falan gördüyseniz. napardınız eşiniz biseksüel olduğunu itiraf etmek zorunda kaldığında?

biliyorum gıcık sorular. ama cevaplarını benim koyduğum bi anket hazırlamakta istemedim. kadınların bu konuya bakışını merak ediyorum. bi de özellikle heteroseksüel erkeklere sormuyorum. biliyorum çoğu bu durumu memnuniyetle karşılar hatta grup fantezisi yapar falan :)

8 Şubat 2010 Pazartesi

spor kazası

bi bu eksikti. bugün akşam sporda bileğimi sakatladım. ters bi hareket denerken oldu. ama hakettim. elemanın tekiyle sözsüz sidik yarışına girdik. bende o şişirilmiş elemana hava atacam derken olan oldu. bide işin kötü yanı çektiğim acıya rağmen önünde belli etmeden geçtim soyunma salonune. yoldada bi eczaneye uğrayıp krem ve bandaj falan aldım. biraz geçti acısı ama bileğimi dönemiyorum şuanda. ama parmaklarım çalışabiliyor gibi :)

şaka bi yana, cidden kötü oldu bu. şimdi bizim iş arkadaşlarından bir ikisi dalga geçicek, ee bende cevap veremiycem falan. bide çarşamba iş nedeniyle şehir dışına çıkıcam. umarım o güne kadar bişi kalmaz. :(

7 Şubat 2010 Pazar

ev kızı :)

çok komik ya. 24 yaşına gelip, hala evden çıkarken izin alan üniversite mezunu kızlar var türkiye'de.

hangi kız demeyin. şu benim tavla arkadaşım. evlerine gitmiştim 3 gibi. amca ve eşi izmir'i öve öve bitiremediler. sakin yer, güzel yer falan filan diye. bide gelinlerini övdüler uzun uzun. çay sohbet bitince ben çıkmak için müsade istedim, o ara kıza sessizce "sende gelmek istersen ben biraz sahile inicem, yürürüz" dedim. "bu havadamı" diye şaşırdı. "ee nolcakki" dedim güldüm. "bi sorayım bizimkilere" dedi. ben toparlanırken o sordu bi baktım odasına koşup çantasını aldı, geldi. çıktık indik caddebostan tarafına. güya yürüyecektik sahil boyu ama epey soğuktu, hemen üşüdük bi cafeye sığındık. sohbet ettik biraz. merak ediyodum, lafı evirip çevirip hayatında biri olup olmadığına getirdim. yani direkt soramadım ama söylemesini istedim nedense. yokmuş. o da benim gibi yalnızmış. bi ara üniversitede bi erkek arkadaşı olmuş daha ilk sınıfta iken. ama çocuk olaya kötü niyetle yaklaşmış. yani o öyle diyo ama benim anladığım oğlan cinsellik yaşamak istemiş, tabi bu reddetmiş. o günden sonrada yemin etmiş okul bitene kadar bu konulara girmeyeceğine. girmemişte. dinlerken vay be dedim. bu güzel kız kaç kişiyi reddetmiştir diye düşündüm. o utangaçlığına rağmen bişeyler anlatınca benim geçmişimide sordu. üniversitede ciddi bişeyler olmamıştı dedim. kız arkadaşımı ve ahmet'i anlattım. ama çok detaylara girmeden. tabi ahmet'i bir kızmış gibi anlattım. yeni bittiğini duyunca üzüldü o da. bu ara dilime doladığım cümleyi onun yanındada söyledim "hayat devam ediyor" diye. sonra bozulan havayı dağıtmak için bikaç komik iş anımı anlattım. bikaç iş arkadaşımdan bahsettim. "vay be. ne güzelmiş" dedi. iş ortamında öyle sıcak ilişkiler oluşamadığından yakındı. bende istemdışı "bigün istersen tanıştırabilirim" dedim. "haftasonu olursa olabilir" dedi. ikinci çaylarımız bitince kalktık. geç olmadan evine bıraktım bende evime döndüm. yemek falan hazırladım kendime yedim.

bu arada akşam ahmet aradı yine. ama bu defa heyecanlanmadım. bikaç cümlede ben ettim. sonuçta onu üzmedende kendimden uzak tutabilirim diye düşündüm. bide bu kızla sohbet etmek beni iyi hissettirdi sanırım. yani hakkaten hayatın devam ettiğini hissettirdi. bakalım artık. zaman herşeyi gösterecek. kafam karışık ama geçer bu karışıklık. umarım herşey herkes için güzel olur. tabi güzel olan neyse.

foto= flickr, special

6 Şubat 2010 Cumartesi

ihtiyacı olmak

ahmet en son çarşamba akşamı aramıştı beni. verdiğim sert tepkiden sonra bi dahada aramaz sanıyordum. ama bugün yine aradı. önce duymamazlıktan geldim ama ısrarcı olunca açtım telefonu. sanki beni ikna etmesini ister gibi dinlemeye başladım onu. neden bunu yaptım bilmiyorum ama onu hala sevdiğimden sanırım. konuştu yine. bana ihtiyacı olduğunu söyledi. söylediği onca şey içinde bi tek bu içime dokundu. çünkü bunun ne demek yani birine ihtiyaç olmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyorum bende. yine sustum o da susana kadar. en son "bişey demiycekmisin" diye sordu. "yok, diyecek bi şeyim yok" dedim. muhtemelen üzülerek kapattı telefonu.

onu üzmek değil amacım. sadece benim ve onun için daha doğru olanı yapmaya çalışıyorum. daha doğrusu doğru olanın birbirimizden uzak olmak olduğunu düşünüyorum.

neyse işte, hayat devam ediyor. bu aralar ne kadar "hayat devam ediyor" diyorum değilmi. ee napiim, sanki rahatlatıyor bu söz. bi de insan içine karışmak iyi geliyor. birazdan şu tavla arkadaşım mühendis kızı arayacağım, müsaitse onlara gideceğim. hafta içi annesi babasıda gelecekti izmir'den. onlarıda görürüm hem. ordanda donacağımı bile bile bi sahile ineyim diyorum. denizi izlemeyi seviyorum. umarım hava biraz açar o zamana kadar.

foto=flickr, a---t

4 Şubat 2010 Perşembe

tek isteğim mutluluk

bunu sizle paylaşmak ne kadar doğru bilmiyorum. ama sen delisin diye düşünsenizde paylaşacağım.

dün ahmet aradı beni. numarasını silmiştim ama ezberimde kalmış demek hemen tanıdım numarayı. o an neler hissettiğimi anlatmam mümkün değil. toplantıdaydım zaten. o an sanki 50 tane farklı şey birbirine karıştı içimde. aceleyle dışarı çıktım, açtım telefonu. selamlaştık, sustum. özür dileyerek başladı sözlerine. yaptıklarının yanlış olduğunu geç farkettiğini, arkadaş kalmak istediğini söyledi. ben zaten ne söylediğine çok dikkat edemiyordum o anda. gözlerim dolmuştu daha telefon numarasını gördüğüm anda. böyle hani nefes alamayacak duruma gelirsinizya, böyle başınıza poşet geçirilmiş gibi daralanırsınızya, işte öyle olmuştum. sonra sustu bişey demem için ama bişey diyemedim. yani dilim yapıştı sanki damağıma. konuşamadım. sonra o devam etti yine. bikaç dakika kadar sürdü bu işkence. tekrar görüşmek dost olmak isteğini yeniledi. o an cesaret bulup içimden gelen tek şeyi söyledim ona. "şuanda tek isteğim mutlu olmak" dedim. "yani??" imalı şekilde sordu. "yani, beni rahat bırak. artık dayanamıyorum böyle şeylere, kaldıramıyorum" dedim. sanırım biraz ağır oldu bu laflarım. sadece "tamam" dedi kapattı. o dağılmış halimle işime döndüm ama tüm toplantı boyunca ona söylediğim ağır cümleden dolayı pişmanlık hissettim. gerçi onun bana verdiği acının yanında bu hafif kalır. ama öc almak için söylememiştim. o an dilime öyle geldi. hem hayatımın çok güzel anlarınıda yanında yaşadım. bu yüzden ona çok borçluyum. ama şimdi yapacak bişey yok. iki gün oldu, bi daha aramadı. sanırım bi dahada aramaz. aramasında zaten. sesini duyunca bile gözlerim doluyosa, hayata bi daha girip bi çıktığında beni ne hale getirir artık düşünmek istemiyorum.

foto=flickr,erdalito

2 Şubat 2010 Salı

cinsel açlık

bi itiraf ediimmi?
cinsel anlamda aylardır hayvanlar gibi açım.
hani ahmet'ten sonra işin sarılma, dokunma, öpüşme gibi duygusal boyutundan vazgeçtim zaten ama vücudumu kontrol etmekte gerçekten çok zorlanıyorum. şuanda da bu hislerimi birazcık bastırmak için bazılarınızın pek görmek istemeyeceği sitelerde dolanıp resimlere videolara bakıyorum. daha önce söylemiştim aslında pornografiden hoşlanmadığımı ama daha kötü şeyler olmasın diye özellikle böyle yapıyorum. oysa yaşım arttıkça cinsel arzularımın azalacağını düşünürdüm hep. bende tersi oluyor sanırım. bi on yıl sonraki halimi düşünmek bile istemiyorum. :))

foto=flickr, ugurhasekin

1 Şubat 2010 Pazartesi

herkes aynı hayatta

öyle pazartesi sendromu olan biri değilim ama pazartesi'lerini pek sevmiyorum. sanki haftasonu işler birikiyomuş gibi bi hışımla başlıyor gün, nasıl bitiyor anlamıyorum bile. ama cidden bi pazartesi bide cumaları çok yoruluyorum. bugünde çok yorgundum çıkarken ama inat etmiştim diye gittim bugün spora. benim bankacı adamı gördüm masa tenisi oynadık. kendi programımı uyguladım geldim. şimdide dizi izliyorum. iyi bağlandım ben bu dizi olayına. sağolsun arkadaşım bana başka dizilerin sezonlarınıda verdi. gecede iki tane izlemeden uyumuyorum desem abartmış olmam herhalde :)

ama cidden güzel ya. böyle yapınca gün başlıyor ve hemen bitiyor. anlamıyorum bile. kendimi bi yatağa atarken hatırlıyorum, o şekildede uyanıyorum. telefonlada çok işim yok. bi babamlarla görüşüyorum akşamları. bide bi plan yaptım kendimce, her akşam bi sevdiğim arkadaşımı arıyorum. bazılarını uzun zamandır aramamışım bir yığın şey olmuş. tabi olanları duyunca şaşırıyorum. hani bi ben değilmişim değişen demekki. herkesin sıkıntıları varmış. hem iyi geliyor seslerini duymak, mutluluklarını yada dertlerini dinlemek. öyle işte, hayat bişekilde geçiyor. gidenin ardından durmuyor.

foto=flickr,carf