30 Kasım 2010 Salı

gerçeğe ilk öpücük

dün öğlen sözleşmiştik akşam birlikte spora gidelim diye. işleri uzamış diye gecikeceğini söyleyince ben önce eve geçtim. sonrada o geldi beni almaya :) gittik iyi bi yorduk ter döktük. dönerken saat daha geç değil diye, "gel bi çay demliim içelim" dedim. "tamam" dedi, geldi. bi yandan wikileaks olayını konuşuyoruz bi yandan da yanyana iken dengeli olmaya çalışıyoruz. garip bişi. hissediyorum aynı tedirginlik ve korkuyu o da taşıyor. çay içerken bi ara sustuk, bakıştık öyle. kumandaya uzanıp televizyonu açtım hava bozulsun diye, ama o sanırım bozulsun istemedi. ben sırtımı kanepeye verince, kolunu omzuma attı ve başını omzuma koydu. o an zamanın durmasını istedim gerçekten. ne heyecan vardı bende ne de başka değişik bi his. başımı çaktırmadan çevirdim az. uzun siyah kipriklerinin arasından o açıda zorlukla görülen koyu kahverengi gözleri dolmuştu. o an aklından ne geçiyor olabilir diye düşündüm. ama aklıma bişi gelmedi, hani aklınızdan kelimeler bile kaybolur ya, öyle oldu işte. tutamadım kendimi daha fazla, ben de onsa sarıldım. omzuna değdi dudaklarım ve hafifçe öptüm tenini. o an anladım onun da benim de olacak herşeye hazır olduğumuzu. şimdiye kadar ilk adımları ondan beklerken şimdi koşmaya hazırdım. ama yine de o an aklımın içinde bi ses "hayır, erken" dedi. ben ona sarılı halde içimdeki hislerle kafamdaki ses arasında gidip gelirken yavaşça geri çekildi. geçen gece yaptığı gibi "ben artık gideyim" dedi. o an ne oldu anlamadım, tek hatırladığım onu öptüğüm. öpüştük daha doğrusu. sonrasında rengim kırmızıydı muhtemelen. hemen kalkmadı, sanırım hemen kalkarsa kendimi kötü hissedeceğimi anladı. oturdu biraz yüzümüz yine televizyona dönük halde. o anda ekranda ne vardı hatırlamıyorum inanın. sonra elimi tuttu "çay güzeldi ama ben gideyim artık" dedi hiç bişey olmamış gibi. ben de güldüm istemeden kulaklarım bile yanıyoken. muhtemelen kulaklarımda kırmızıydı. onunda beni istediğini bilsemde bugün "acaba bana kızdımı" diye geçti aklımdan. bugün aradım, nasılsın iyimisin muhabbeti sonrası sordum uygun şekilde bana kızgın olup olmadığını, "hayır, ben de istemiştim bunun olmasını" dedi. bu "kızdın mı" soruları ve "hayır" cevapları aramızdaki sürecin bi parçası oldu zaten.

gerçek hayattan tanıdığım bi erkekle öpüşmüş olmak, hatta daha fazlasını istiyor olmak garip bişeymiş gerçekten. hani nette tanıdığım bazı kimseler "otobüste tanıştık, bi ortamda tanıştık" diye anlatırlardı da pek aklım ermezdi. niye bilmem ama beklentisiz başlayan bi sohbetin geldiği bu noktada çok büyük beklentiler içine giriyorum sanki. bunları sizle daha da önemlisi onla paylaşmak için çok erken. ama umarım herşey böyle devam eder ve vakit buldukça paylaşırım sizlerle............. üzüntülü günlerimde yazdıklarımla yeterince mutsuzluk dağıtmıştım zaten. şimdi telafi zamanı.

foto= "little ashes" filmi

28 Kasım 2010 Pazar

you raise me up

sanırım onu seviyorum.
çünkü artık hoşlanmanın ötesinde hissettiklerim.
uyanınca ilk onu düşünmek gibi.
yüzünü hayal edince gülümsemek gibi.
sesini duyunca iyileşmek gibi.
en önemlisi güvenmek teslim olmak gibi.

sabah sabah aklıma düşürdüğü şarkı gibi!


josh groban - you raise me up

gitme kal

iki gündür epey yoğun geçiyordu. geceye kadar süren iş yemeği, yılsonu mesaileri falan derken yakışıklı ile görüşemedik. bu akşamda bi misafirlikteydim ancak saat 11e doğru evde olabildim. eve gelince de ilk onu aradım. 1 saat kadar sürdü konuşmamız. sanırım iş stresi benim dilimi çözdü. içimdekileri ilk defa bu kadar rahat ifade edebildim ona. telefonu kapatmıştım ki bi daha aradı "seni kısa da olsa görebilir miyim?" diye. o kadar cesur sözün ardından taze taze onu görmek fikri bile beni utandırdı ama hayır diyemedim. 10 dk bile geçmedi, kapım çaldı. üzerinde geniş eşofmanlarla rapçiler gibi geldi :)

kapıdan içeri girdi, daha "hoşgeldin" demiştim ki sıkıca sarıldı bana. ama bırakmamacasına sarıldı sanki. o an böyle heyecandan gögsümün ortasından ateşler çıktı resmen. yanlış bişey yapıp anı bozmaktanda korktugum için kendimi ona bıraktım. o ara ayaklarım titredi heyecandan, duvara dayandım ona sarılı halde. tepkide vermeyince bi an ağladığını düşündüm. "iyi misin" diye fısıldadım kulağına. "hiç olmadığım kadar" dedi. tabii benim gözlerimin içini bile güldürdü bu tek cümle. abartmıyorum bi 10 dakika sarılı kaldı. uyuduğunu bile düşündüm :) "istersen içeri geçelim, yada bu gece burada kal" dedim. ikinci cümleyi daha sessiz söyleyebildim. çözdü kollarını, "yok yok bizimkiler uyanıktı. ben aniden çıkınca telaşlandılar zaten" dedi ve gitti.

gitti ama ben hala olayın etkisindeyim. bi de sanki gögsü göğsüme dayalı, kolları beni sarıyormuş gibi hissediyorum. keşke ona sarılıyken hiç ses etmeseymişim diyorum kendi kendime. yada keşke kal dediğimde o "evet" deseydi. bi gece ona sarılıp sabahlasaydım, uyanınca ilk onun yüzünü görseydim ne güzel olurdu :( umarım rüyama gelir.

26 Kasım 2010 Cuma

al beni, ne yaparsan yap


bi rüya gördüm. ama anlatamam şimdi.

uyanınca da çoktandır söylemediğim bi şarkı düştü aklıma. onu söyleyebilirim.
feridun düzagaç - alev alev

foto=flickr, masquerade75

24 Kasım 2010 Çarşamba

love

geçen gün arabada yanımda yakışıklı da varken radyo açmıştım. radyoda rosey'in love çalmaya başladı. bizimki de şarkıya eşlik etmeye başladı. ama şarkıya o kadar güzel eşlik etti ki şarkı bitmesin istedim. zaten rosey'in sesini beğenirim ama üstüne yakışıklının aksanlı ingilizcesini ilk  defa dinleyince annemin tatlıları gibi kat kat zevk oldu benim için.

bi de özellikle love gibi bi şarkıyı duyacağım bi seste yanımda söylemesi ayrıca hoştu. sözlerini okuyunca ne demek istediğimi anlayacaksınız.

nothing replays
this is what I want, this is what I make
every little thing gonna be alright
one day or so you'll be my love
this time you won't mistake me
i'm ready love for you to take me with you
love, if you ever find me I wonder
will you try me I'm so different than before
oh yes
my love, I know when you found me I'll rock yourself all around me
then I ask you try me I am so different than before
oh yes,
my love I know you'll show me the words

şarkının tamamnının sözlerinin çevirisi de varmış. çeviri tam doğru değil gibi "yok ben ingilizcesini anlamadım" diyip fikir edinmek isteyenler buraya tıklayabilir.

ya bu arada spor arkadaşım demek artık yetersiz ve yazması da uzundu. bundan sonra "yakışıklı" diye bahsedeceğim ondan :)

23 Kasım 2010 Salı

efeminenlik yada maskülenlik


bugün çok güzel bi gündü. öğle arasına çıkacaktımki spor arkadaşım aradı. "vaktin var mı? yakınlardayım birlikte yemek yiyelim" dedi. ben de zaten kimseye söz vermemiştim yemek için, hoş versem de bozardım sözümü onun için :) "olur, nerdesin" dedim. "sizin binanın karşısındayım" dedi. camdan dışarı baktım, arabadan çıkmış yukarı doğru bakıyor. "bekle" dedim ve masamı az toparlayıp çıktım.

öğleden önce bizim yakınlarda bi toplantısı varmış. ofise geçerken beni görmek istemiş :) iyi de oldu. onu hiç bu kadar şık görmemiştim. genelde spor yada rahat kıyafetlerle görüyordum. koyu renk takım acaip güzel gitmiş üstüne. o yemek yerken gözlerimi alamadım gerçekten. gözlerini ondan alamayan başka kişilerde vardı mekanda ama şimdiden kıskanç bi imaj çizmemek için belli etmemeye çalıştım. belki bana da bakan olmuştur :) o kısmı da o düşünsün.

"man in suit" gibi bi fetişim yok ama erkeği erkek, kadını kadın gibi gösteren durumlardan fazla etkileniyorum sanırım. bugüne kadar duygusal bişeyler hissettiğim kadınlarda, erkeklerde böylelerdi. mühendis kız bu konuda yani feminenlik konusunda biraz zayıftı ama onunda aklı ve zekası beni çekiyordu kendine. ama bu demek değilki einstein zekasına sahip erkek gibi bi kıza yada efemine bi erkeğe bişeyler hissedebilirim.

büyük konuşmak gibi olmasın fakat o konularda aklımada kalbimede söz geçiremem. yani zevk ve tahammül meselesi. yoksa insanların davranış tercihlerine saygım var. içlerinden geldiği için yada başka sebeplerle öyle davranmalarını da anlayabiliyorum ama ne zaman efemine bi erkek yada maskülen bi kadın görsem, karşımda yanlış bedene sıkışmış bi ruh varmış gibi hissederim. garip olurum garipsediğimi belli etmesemde. bundan öteye de gitmem. ne öyle bi kimseyi yererim, ne de öyle biriyle özel bişeyler yaşarım. dediğim gibi bu zevk ve tahammül meselesi. sonuçta kimisi de öyle tipleri sever, "sen niye seviyorsun" diyemeyiz. bana "sen niye sevmiyorsun" denilemeyeceği gibi.

21 Kasım 2010 Pazar

hayvani şeyler vs. hisler vs. mantık


dün son yazıyı yazdıktan sonra salona geçtim. güleceksiniz belki ama bi yandan hem onu ve söylediklerini düşündüm bi yandan da tvden kendime ve kanepede yanımdaki boşluğa baktım. o an orada olsun istedim. ona sarılmayı, hatta sevişmeyi. bu düşüncelerle uykuya dalmışım. sabah 11 gibi telefon sesiyle uyandım. istanbul'daki kuzenim kahvaltıya davet etti. duş alıp çıktım, güzel bi kahvaltı sonrası biraz lafladık. eşinin ailesinden dolayı eşiyle tartışmışlar bayramda, canı sıkılmış dertleşmek istemiş sanırım. ben de gitmişken çocuğunu sevdim öptüm kokladım biraz. giderek tatlı bişeye dönüşüyor o da :)

ordan çıkarken spor arkadaşımı aradım. "nasılsın" diye sordum, "seni düşünüyordum" dedi. tutuldum kaldım öyle. hani ona onun bana olduğu kadar rahat ve dürüst olamıyorum henüz. sanki söyleyeceğim şeyler bağlayıcı hükümler haline gelir diye mi korkuyorum ne. söylediği şeyin heyecanını attıktan sonra telefonda sözleşip, buluştuk, birlikte yemek yedik, hatta alışveriş merkezi bile gezdik. akşama kadar birlikte idik ama hiç diğer konulara girmeden havadan sudan sohbetler. bi de böyle bazen asenkron olacak şekilde derin derin baktık birbirimize. bikaç kez o bakışlarımız çakıştı. birinde çok yakınımda idi ve dudaklarına yapışmamak için zor tuttum kendimi. sanırım o da hissetti bunu yapabileceğimi ve irkildi. ama cidden sinir oluyorum ara sıra üst dudağını istemdışı yalama huyuna. hem nar gibi parlıyıp duruyor bu yüzden. kara kaş kara göz hafif esmer tenle birleşince bi de arada daha henüz sınıflandıramadığım şiddetli hislerim olunca tahammül etmek zor.

zaten vedalaşırken arabada yanağından öpeceğim bahanesiyle dudağına çok yakın bi yerden öptüm. ortalık sakin olsa daha ileri de gidebilirdim :) neyse ki kalabalıktı :))

bi de iki gündür kullandığı parfümü var aklımda. sormadım ne diye ama harika bişey. uzun süredir kokladığım en güzel şey hatta.

yani kısaca içimdeki hayvansı şeylerle, kalbimdeki hisler ve mantığım arasında gidip geliyorum yanındayken. bi tarafım ağır basacak bi ara ama hangisi olur ve ne zaman olur bilmiyorum.

geçmişten sansürlü itiraflar


saat öğle 2 gibi istanbul'a geldim. eve girmeden aradım spor arkadaşımı bi programı varsa gün içinde bana da vakit ayırsın diye. yurtdışından bi dostu gelmiş onun da. "onunla kalmak zorundayım, ayıp olur" dedi "tamam" dedim. ben de o sırada eşyalarımı yerleştirdim, ortalığı toparladım, hatta ondan ses çıkmayınca yemek filan da yaptım yedim. ben de arayıp rahatsız etmedim meşguldur diye. tam ben bugün görüşme ihtimali yattı diye düşünürken saat 9 gibi aradı. telaşla ancak müsait olabildiğini söyledi, "görüşelim mi" dedi. çabuk hazırlanıp çıktım. buluştuk, yakın bi yere oturduk ama orası da kapanma moduna geçince bişey ısmarlamadan kalktık. sonra başka bi yere geçtik. orası da tek açık yermiş gibi kalabalık ve gürültülüydü. ancak bayram, bayramda olan ilginç olaylar ve şu yurtdışında çalışan sınıf arkadaşı hakkında konuşacak kadar rahat davranabildik. bi yarım saat kadar sonra oradan da kalktık. istemediğim bi ihtimaldi ama en son ona "hala vaktin varsa benim eve gidelim mi" dedim. aslında en başta eve davet etmek geçmişti aklımdan ama konuşulacak konuların ve vereceğimiz tepkilerin sınırları da olsun diye dışarıda buluşup konuşmayı düşünmüştüm. ben sorunca kabul etti, eve geldik. salona geçtik, konuşmuyoruz. ikimizde yüzümüzü çalışmayan tvye döndük. ekrandan birbirimize bakıyoruz çaktırmadan :) bi yandan da konuya giriş yapılmasını bekliyorum :)) baktım ses yok yüzümü ona dönüp "evet....... dinliyorum" dedim. "ne anlatayım" dedi, ben de "herşeyi" dedim. "tamam o zaman en baştan anlatayım" dedi. başladı anlatmaya, sanki ona daha önce sormuşum gibi benim aklımda olan biçok soruyu cevaplayarak hem de. hikayesi benim hikayemden farklı. aslında benzer noktalar var ama onun hislerini farkedişi sonrası verdiği tepkiler daha farklı. mesela uzun süre görmezden geldiği homoseksüel hislerinin kafasında yoğunlaştığı bir dönemde karar vermiş yurtdışına gitmeye. ailesini üzecek ihtimallerden korkmuş. biraz patavatsızca ama aslında biraz kıskançlıkla "aileni üzecek şeyler yaptın mı" diye sordum arada :) "hayır" dedi, orada dahada yalnızlaştığını, bilmediği bi kültürde dahada içine kapandığını söyledi. ama gelmeden bir süre önce bi erkekle bişeyler yaşamış. türkiye'ye döndüğü ve kendince arındığını düşündüğü zamanlarda da kız arkadaşını tanımış. ortak paydalar ve cazibe bunları ayrılmaz ikili haline getirmiş. hikayenin devamını biliyorum.

tahmin ettiğim gibi kendisini yani homoseksüel hislerini tanıma sürecinde biri değil. kafasında o konu çok net. komik ama ben daha kendi hikayemi anlatmadan kendisini için "biseksüel" dedi :) duyunca gülümsedim haliyle. şimdi blogun adını "iki biseksüelin karmaşık öyküsü" yapsam mı acaba :)

bi de beni spor salonunda ilk gördüğü andan itibaren tanımak istiyormuş meğerse :) bunu duyunca yüzümün aldığı şekli siz tahmin edin. ondan sonra ben de anlattım sansürlü hikayemi :) yani edepsiz detaylara girmedim pek. kaçırtmayayım :)

tabii bu konuşmalar oluyorken tv'nin yerinde biri varmış gibi ona dönmüş konuşuyoruz ikimizde. birbirimize bakmıyoruz. bi de ben utandığım kısımlarda gözlerimi kapatıyorum. bi ara saatine baktı ve "ben artık kalkayım" dedi. ben de "sen artık kalk git" der gibi "tamam" dedim. ben de çıktım onunla bırakayım diye. gözgöze gelmemeye çalışıyoruz bu arada. arabaya bindik, evinin önüne geldik. ben inecek diye bekliyorken vitesde duran elimi tuttu. gözlerimi dolduracak güzellikte bişey söyledi. sonra oturduğu yerden bana sarılıp çıktı. dönüp arabaya bakmadı bile. inip peşinden koşup sarılmayı istedim o an ama mahallesinde rezil etmek ihtimali geldi aklıma ve hemen vazgeçtim bundan. zaten "adam saatlerce benle 4 duvar arasında durdu dokunmadım da, şimdi ne oluyoki bana" diye kızdım kendime.

herşeye rağmen çok ağır ve zor geçmedi ilk yüzyüze görüşme. daha doğrusu yanyana görüşme . spontane ve sansürlü itiraflar vardı. bi de hislerimizi tam ifade etmedik. en azından ben edemedim. yani yanında tekrardan "senden hoşlanıyorum hatta belki daha fazlası" diyemedim, oysa o iki defa tekrarladı benden hoşlandığını.

bak saat gece 3 olmak üzere ama sesi ve söyledikleri hala kulağımda çınlıyor. sanırım bugün sabahlarım. onu düşünerek................ fena da olmaz hani :)

19 Kasım 2010 Cuma

iki taraflı


tahmin ettiğim gibi olmadı. bugün ne gelen vardı, ne giden. yani tam istediğim gibi sakindi. ben bi ara dışarı çıktım, yürüyerek dolaştım 1 saat kadar.

evin az ilerisinde bi adam köpeğini gezdiriyordu. tervuren cinsi güzel bi köpekti. acaip tatlı bişeydi. aslında köpek delisi bi adam değilim hatta bazısından korkarım ama kimi köpek hakkaten sevimli ve sıcakkanlı oluyor. bazen aklımdan geçiyor evde hayvan beslemek ama onun temizliği bakımı falan uğraş isteyen süreklilik isteyen şeyler. aklıma geldiği gibi gidiyor bu fikir. bikaç arkadaşımın kedisi köpeği var, ziyarete gittiğimde onları seviyorum. o kadar hayvan sevgisi yetiyor bana :)

asıl eksikliği insanlar konusunda hissediyorum. insanlar derken akraba, arkadaş ve dost anlamında hiç bi eksiklik hissetmiyorum çok şükür. sıkıntı, hayatımda olmasını ve hayatımın çoğunu doldurmasını istediğim özel insanın varlığı konusunda. deneyip yanıla ilerliyorum bu konuda da. zaten ilerlediğim, yaşadıklarımdan sonra küsüp kabuğuma çekilmediğim için farkettim spor arkadaşımın bana dönük yüzünü. küçük küçük adımlar sonrası reel ortamdan biriyle eşcinsel hislerimi konuşabilecek belki devamında da paylaşabilecek bi noktaya gelmek benim açımdan harika bişey. 

ileride olacaklarla ilgili hiçbir fikrim yok, hayaller de kurmamaya özen gösteriyorum. o da aynı şekilde dikkatli davranıyor telefondaki cümlelerinden anladığım kadarıyla. gerçi bu tutukluk bi yerde kırılacak ve yıkılan iki baraj gibi birbirimize karışacağız gibi geliyor bana ama bu da bi hayal gibi kafamda yer etmesin diye bu ihtimali de çok düşünmüyorum. şuan tek istediğim sabah olsun ve yola çıkayım, eve vardıktan sonra da çok geçmeden bi yerlerde oturup onunla konuşayım. bu hisleri telefonda itiraf ederken bile bu kadar zorlanan iki adamın yüzyüze nasıl konuşacağı hakkında bi fikrim olmasa bile. biliyorum herşey spontane olacak. herşey daha önce yaşadıklarımdan farklı olacak. bu yüzden ne kadar değilim desemde çok heyecanlıyım. belki ona komik bile gelebilir bu hallerim ama sorun değil. iletişim konusunda yanlış anlaşılmalar olmasın, birbirimizi anlamaya çalışalım yeter. gerisi önemli değil. ne benim geçmişim, ne onun geçmişi ve ne dış etkenler. ben sadece şuana ve ileriye bakıyorum artık. bunu yaparken de tek istediğim şey iki taraflı mutluluk ve huzur.

18 Kasım 2010 Perşembe

hayırlısı

bayram acaip yoğun geçiyor. bayramlaşmaların ardı arkası kesilmedi bi türlü :) muhtemelen yarın da devam eder gibi. yoğunluk içinde farketmedim zamanın nasıl geçtiğini ama şimdi tek kalınca bu kalabalıktan sıkıldığımı farkettim. babamlara ayıp olmasa, şimdi atlayıp istanbul'a gidesim var. ee bi de artık orada beni bekleyen biri de var :) yani en geç cumartesi kaçarım gibi :))

bu arada ben mideyi fena bozdum. kavurmalar, şekerler, tatlılar, dolmalar karışınca midem iflas etti. akşam üzeri kusacak gibi oldum ter bastı da zor tuttum kendimi. iki limonlu soda içtim hemen. biraz daha iyiyim şimdi.

bi de çok gıcık bişey oldu bugün. aslında güzel ama benim açımdan gıcık bişey. yakın bi akrabamıza gitmiştik bayramlaşmaya. oğlu benim çocukluk arkadaşımdı ama tabi okullar ayrılınca yıllar içinde soğuduk. işte bu elemanın evlilik konusunda çok seçici olduğunu duymuştum çok önceden. "boyu şöyle olsun, kaşı böyle olsun, saçı-gözü şu renk olsun" gibi kriterlerde biri aradığı bilgiside gelmişti kulağıma :) hatta "iyi iyi. bu hayatta öyle birini bulamaz da ben de onu referans gösteririm" diye sevinmiştim gizliden gizliye :)) geçenlerde de ani bir şekilde aileler arasında sadece nikahla evlendiğini duymuştum. işte o teyzeye gidince bizim arkadaşı ve yengeyi de gördük. gizlice dualar okunarak getirildi düğün fotoğraf albümü. kadın annemin nazarından korktu sanırım. hahaha:) bi ara arkadaşla da yalnız kalınca konuştuk "nasıl oldu" falan diye. "kader olunca önüne geçemiyorsun" dedi. biraz daha sohbet derinleşince "biliyor musun? o an anlıyorsun o insan olduğunu" dedi. o öyle deyince irkildim. daha biçok arkadaştan "karşına çıkınca anlıyorsun" gibi şeyleri duymuştum. ben o hissi tattım aslında ama sonucu evlilik olmadı. yani "hayırlısı" diyorum bu tür şeyler karşısında. belki fazla kaderci bi bakış, ama öyle deyince daha iyi hissediyorum sanırım.

neyse ki o kasvetli, caka satmalı bayram ziyaretinden yemeğe kalmadan döndük. bu evlilik meseleleri açılınca "hayırlısı" diyen bi bekar dostumla telefon görüşmesi yaptım da kendime geldim :))

14 Kasım 2010 Pazar

sesli iletişim


aslında en baştan biliyordum reelde böyle bi tanışmanın zor olacağını. sanal ortamda olduğu gibi cinsel tercih gibi en özel şeylere kadar sorma imkanı yok. gerçi benim hayatıma giren erkeklerin hiçbiriyle ilgili bu derin detayları ne sanal ne reel ortamda sorma imkanım olmamıştı zaten. demek istediğim spor arkadaşımın benden hoşlandığını hissettiğim ilk andan itibaren böyle sıkıntıların olabileceğini biliyordum. ama tadılmamış elma, yaşanmamış deneyimin çekiciliğinden belki de onun ilgisine kayıtsız kalamamıştım. zaten onu spor salonunda gördüğüm ilk gün görsel açıdan beğenmiş, daha sonra tanıştığımda da kişiliği için benzer eyler düşünmüştüm. o nedenle şuan geldiğimiz noktadan mutluyum.

dün akşam o aradı mesela. lafı dolandırıp yine aynı konuya getirdi. "bana kızgın değilsin değil mi?" diye sordu. "ne için" dedim yine bilmezlikten gelerek. "o gece söylediklerim için ve çağrılarına dönmediğim için" dedi. ailemin yanında dünden beri ufak bi çocuk gibi rahatladığımdan mı neden bilemem ama net konuştum bu defa, bu muamma durum devam etmesin istedim. "yok kızgın değilim. ben de sana karşı benzer hisler besliyorum. ama bunu ifade etmenin ne kadar zor olduğunu bilirsin" dedim. o da "bilirim" dedi sessizce. o sırada annem daldı odaya, vır vır vır bişeylere söyleniyordu. odağım dağılınca "görüşürüz" deyip kapadım tam da herşeyi konuşacak deme gelmişken ikimiz. bi açıdan da iyi oldu. telefon böyle özel konular için yavan bi alet zaten. birinin gözlerine bakmadan mimiklerini görmeden önemli cümleler kurmak zor hakkaten. hem yüzyüze iken iletişimi yönlendirmek daha kolay. dönünce oturup konuşacak yeterince zamanımız ve konumuz var artık.

foto=allvoices.com

13 Kasım 2010 Cumartesi

sabır lazım bazen

dün erken çıktım işten. niyetim üzerimdeki bi günlük düşünceleri burada bırakıp ailemle buluşmaktı. bi duş alayım çıkarım diye düşünmüştüm ki bi arkadaşım aradı. bayram öncesi bi buluşma ayarlayalım demişler. "tamam" dedim ve akşamı bekledim dostlarımla bikaç saat vakit geçirmek için. aslında erkenden oradan çıkıp bursa'ya gelecektim, valizimi falanda arabaya koymuştum ama muhabbet uzadı. saatte geçti, yorgundum sabah olsun öyle çıkarım dedim. sabah da bayağı geç uyandım. öğleyi geçiyordu bursa'ya geldiğimde. annemin gülen yüzü babamın o sessiz ama derin hali tüm stresimi aldı. zaten dün arkadaşlarla biçok şeyi unutmuş rahatlamıştım. 

normalde "o aramazsa aramam" demiştim kendime ama demin bu fikrin saçma olduğunu anladım. aradım yeniden açmama ihtimalini de düşünerek. öyle olmadı bu defa. açtı telefonu, özür dileyerek başladı sözlerine. telefonları duymadığını sonra da geri dönemediğini falan söyledi. söyleyişinden söylediğinin yalan olduğu belliydi ama umurumda bile olmadı. sadece sesini tekrar duymuş olmak bile yetti bana. bende bilmezliğe vurdum, açmayınca nasıl olduğunu merak ettiğimi söyledim. "iyiyim, sesini duydum daha iyi oldum" dedi :) bunu duymakta beni iyi etti :)) 

neyse ki bi günlük aşırı meraklanma ve telaşlanma da yanıma zarar kaldı. hani öyle eskisi gibi yana yakıla bi durum olmadı ama yine de olmasaydı güzel olurdu.

12 Kasım 2010 Cuma

sorun ne????

ben nerede hata yapıyorum. neyi eksik yada fazla yapıyorum. akşam eve geldiğimden beri bu soruyu soruyorum kendime.

dün geceki dialog sonrası heyecanla uyanmıştım bugün. arayıp görüşme saati ve yerini netleştirmek için kendimi öğle arasına kadar tutabildim. öğlen aradım telefon çaldı çaldı açılmadı. "duymamıştır görünce döner" dedim. saat 3'e kadar bekledim ama dönmedi. sonra ben aradım yeniden. yine açmadı. tarzım değildir ama ara vermeden bi daha aradım. yine açmadı. son olarak akşam eve gelirken trafikte aradım. yine açmadı, gözlerim doldu. zor tuttum kendimi.

hani kontrolü elden bırakmadım. ne kırıcı ne de fazla umut verici bişey yaptım. neden yine böyle beklenmedik bi tepkiyle karşılaştım bilmiyorum. üstelik bu defa karşımdaki insan benim gerçek hayattan tanıdığım bi arkadaşım ve birbirimizin hayatına ait tüm detayları biliyoruz. çok mu kolay bi adamım karşımdaki insanlar için. çok mu zorum. çok mu sabırsızım, çok mu ısrarcıyım, çok mu umarsızım. çok mu iticiyim, çok mu çekici. neyim anlamadım. uzaktan bakıp yaklaşıp, hislerimi ateşleyen sonrada benden kaçan insanlara anlam veremiyorum. belki ben de aynısını yapıyorum. belki ben olayları kendi penceremden gören bi bencilim. bu ihtimalleri de düşünüyorum. ama enazından hatalarımı farkedince kendimi düzeltiyorum.

çok şey de istemiyorum hayattan. kimseden mal mülk yada bana adanmasını istemiyorum. sadece yanında huzurlu ve rahat olabileceğim özel bi insan yeter hayatımda. sadece bi kişi. hem eğlenmek oyalanmakta değil niyetim. daha iyi olmak için, özel birini haketmek için ne yapmam gerekiyor ki..

kaç saattir bu soruları soruyorum kendime. cidden delirmek üzereyim. hani spor arkadaşım telefonunu açmadığı için falan da değil bu gerginliğim. sadece bu gibi şeylerin kaderim haline gelmesine anlam veremiyorum, o kadar. aslında tanrıyla sohbet gibi oldu saatlerdir yaptığım. umarım benim halimi anlar ve yardım eder. çünkü cidden bu konuda yardım isteyebileceğim kimsem yok.

foto=raptitude.com

11 Kasım 2010 Perşembe

ben senden.... hoş.....la...nı..yo..rum

saat gece yarım gibi oturuyordum öylesine. telefonum çaldı. spor arkadaşım. sesi bi garipti, seğiriyordu sanki. "müsait misin? konuşalım mı?" dedi, başladı anlatmaya. o kadar komikti ki, bi ara "sarhoş musun" diye sordum. "yok çok az içtim, ama iyiyim" dedi. ben tabi onu alttan almaya çalışıyorum. malum, sarhoşken insan cidden çok komik olabildiği gibi kırıcı da olabiliyor. ucu banada dokunan tüm insanlar hakkında genellemeler yaptı mesela. üstüme alınmadım. bi ara "bişi diycem ama kızmayacağına söz ver" dedi. ne denirki böyle bi soruya, duymak istemediğim bişeyse tabiiki kızarım. neyse alttan alayım diye "tamam söz" dedim. "ya şeyyyy" dedi duraksadı. "ben senden" dedi yine duraksadı :) ben de resmen adama acı çektirir gibi "evet" deyip bekliyorum cümlenin devamını. "ben senden hoşlanıyorum" dedi bi nefeste. içimden kahkaha atmak istedim ama yapamadım bile. öylece kalakaldım. "kızdın mı" diye sordu, buna bile bişi diyemedim. sessizliğimden söylediği lafa kızdığımı düşündü belkide başladı lafı çevirmeye. ben bi yandan sessiz sessiz gülüyorum. baktım resmen acı çekiyor çocuk, gülen bi sesle "benim de seninle ilgili kafam karışık" dedim. bu seferde o sustu. sonrada başladı gülmeye deli. "nasıl yani" falan diye üsteledi ama açmadım bu lafı.

alkolden aldığı cesaretle ve benden duyduğu lafın verdiği cesaretle "şuanda yanında olup sana sarılmak isterdim" dedi. baktım muhabbet daha derinlere gidiyor, yarın pişman olacağı şeyler söylemesin diye "yarın iş var. şimdi uyuyalım. yarın yüzyüze konuşalım mı" dedim, "tamam" dedi süt dökmüş kedi gibi çekinik ve isteksiz bi sesle.

yarın bu konuşmayı hatırlayıp hatırlamayacağını bile bilmiyorum ama şimdiden yarın kullanacağım cümleler birikti kafamda. uygun bi dilde sorup cevaplarını almam gereken sorularda yada onun muhtemelen sorup cevap beklecekleri de.

9 Kasım 2010 Salı

hafiflemek ve uçmak


haksızlıklar kanıma dokunuyor. reklamını iyi yapan tiplerin baş üstünde tutulmasına tahammül edemiyorum. bir iki kişi konusunda yöneticileri çok defa uyarmama rağmen hala onların bazı konularda diğer arkadaşlardan önce değerlendirilmelerine dayanamıyorum. bugün bi toplantıda doğrudan bunu ifade edip karşıma aldım ikisini de. konumları gereği bana bi zarar veremeyeceklerini bildiğimden haksızlık yaptıkları kişilerin adına verilmiş bir tepkiydi. içimin yağları eridi resmen :) toplantı sonrası kulaktan kulağa yayılmış olay. onların dibinde çalışmak zorunda olan çok sevdiğim bi arkadaş dahiliden arayıp "rapor güzel olmuş, eline sağlık" dedi şifreli bi şekilde :) aslında tarzım değil birilerini üzmek ama bazen can acıtmak gerekiyor can acıtmanın ne demek olduğunu bilmeyen kariyer manyaklarına. o yüzden içim müsterih, hatta bugün söylediklerim aklıma geldikçe gülüyorum.

gerçi beni güldüren, mutlu eden şey dün oldu. spor arkadaşım aramıştı akşama doğru. ben işin içine gömüldüğüm, tam da bi molaya ihtiyacım olan bi andı. "konuşabilir miyiz? müsait misin?" dedi, "evet" dedim ve rahat konuşabiliyorum diye dışarı çıktım. önceden çalışmış gibi hızlı konuşmaya başladı. durumların düzeldiğinden bahsetti ve kendini iyi hissettiğinden. "teşekkür ederim son krizi kolay ve hızlı atlatmamı sağladığın için" dedi, bilmezlikten gelip "ne oldu ne yaptım ki" dedim. "çok şey" dedi ve sustu. ben de bişi demedim gülümsedim sessizce. "biliyor musun?" dedi, "neyi" dedim. "dünden beri aklımdasın" demesiyle benim yüzüme bi kova soğuk su dökülmüş gibi oldu. cevap verecek uygun bi kelime düşündüm ama inanır mısınız bulamadım. o an biraz gecikmelide olsa konudan bağımsız saçma bişeyler söyledim, ne söylediğimi de hatırlamıyorum. sonra da kapattık telefonu.

işte dünden beri yüzümde bi gülümseme var bu yüzden, bi de içim acaip hafiflemiş gibi. umarım yakında kuş gibi kanatlanır havada kalan şeyler..

foto=anna.aero

7 Kasım 2010 Pazar

benzer geçmişler


dün akşam aradım spor arkadaşımı, konuştuk biraz. sıkıntısı hakkında yine detay vermek istemedi, ben de üsteleyemedim. ama enazından sesinden daha iyi olduğunu hissettim, içim rahatladı. sabahta onu alıp sahil kenarında bi kahvaltı yaptık.

kahvaltı sonrası anlattı dünkü olayı. ayrıldığı kız arkadaşının bir aşkı tüketişini ve sonrasında da araya ortak arkadaşlar koyarak tekrar bişeyleri toparlamaya çalışması, aralarında yaşanmış olayları hatta söylenmiş sözleri bile herkesle paylaşması falan bunu çok germiş. dün arayanda ortak bi arkadaşlarıymış. millet iyilik yapıcam diye bazen zarar verebiliyor böyle. o arkadaşını da kırmış yok yere, ona da canı sıkılmış zaten.

bunları anlatırken gerilere gitti. bazı şeyleri önceden konuşmuştuk biliyordum. 1,5 yıl kadar yurtdışında çalıştığını ve sonrasında aniden türkiye'ye dönme kararını falan. hep aklımdaydı soramamıştım ne diye yurtdışına gittiğini ve aniden döndüğünü, sordum. "o özel bi durum, bi gün anlatırım" dedi. bu erteleyişleri canımı sıkıyor ama alıştım. bu da onun bana alışma şekli sanırım :) türkiye'ye dönünce kız arkadaşıyla tanışmasını anlattı, anladığım kadarıyla ilk görüşte aşk olmuş resmen. sonra çok güzel zamanlar. sonra da kızın dengesiz halleri başlamış. o başlarda aşkı taze tutmaya çalışmış ama bi süre sonra karşılıklı acı vermeye dönmüş ilişki. onlar da ortak karar verip ayrılmışlar. ayrılmakta ortak karar alınması dışında benim evlenmeyi hayal ettiğim kız arkadaşımla yaşadığım ilişkiye çok benziyor yaşadıkları. tek fark ben terkedilmiştim. empati olsun diye kendi yaşadıklarımı anlattım ben de. rahatlasın diye araya komik anları da katarak anlattım hatta. ben anlatırken aralarda gülümsedi ama o anlatırken ben o kadar rahat olamadım. "ben onu ilk gördüğümde kalbim duracak gibi olmuştu, konuşamamıştım" gibi bazı sözleri böyle kalbimde sigara söndürür gibi coss sesi yaptı. gerçi sevdiğim yada hoşlandığım insanlardan bu tür lafları duymaya da alıştım artık :(

kahvaltı sonrası eve davet ettim, "başım ağrıyor biraz, uyusam iyi olur" dedi. "gel ben de uyursun" diyecek kadar da yüzsüzleşemedim :) ama deseydim, o da gelseydi fena olmazdı. onu uyurken izlemek güzel olurdu. en saf, en masum haliyle görmek güzel olurdu.

foto=watchmojo.com

6 Kasım 2010 Cumartesi

avuçlarımda hala sıcaklığın

bugünü kendime ayırmıştım. çoktandır ertelediğim bi işim vardı, daha doğrusu bi çalışma. onun tamamlamak için kalktım erkenden oturdum bilgisayarın başına. parmaklarım ağrıyana kadar yazdım bişeyler, bi yandan da internetten araştırma yapmam gerekiyordu. şans bu ya; ikide bir gidip geldi internet. sinir oldum.

4 gibi sonra spor arkadaşım aradı. evde biraz işim olduğunu söyledim "ok sonra görüşürüz" dedi önce ama tam kapatırken "ben gelsem rahatsız olur musun?" dedi :) "yok be, ne rahatsız olacağım, gel sen" dedim. yarım saat sonra kapı çaldı elinde bi kutu börekle geldi. sarıldık yine sıkıca aylardır görüşmemiş gibi :)

salonda çalışıyordum o da gelip yanıma çöktü. ona yaptığım çalışmayı anlattım, acaip ilgisini çekti. hatta faydalı bi iki şey söyledi. ben dokümanı düzenlerken o biraz tv izledi, sonra bilgisayarıma odaklandı. yazım hatalarımda falan uyardı "iki boşluk oldu" gibisinden :) en sinir olduğum şeydir aslında ama onun bunu yapması hoşuma bile gitti. bi ara başını omzuma koydu. ben de başımı başına dayadım. o heyecanla gözüm karardı diyebilirim. öyle kaldık biraz, sonra çay koyayım bahanesiyle kalktı gözgöze gelmeden. çay olana kadar da içeri gelmedi. getirdiği börekleri dilimledi çayla birlikte getirdi mutfaktan. ben elimdeki işi bırakabildim sonunda. tam sohbet ediyor çayımızı içiyorduk ki; bi telefon geldi. kalktı diğer odaya geçti. biraz yüksek sesle birine konuştu bi 5 dakika kadar. içeri geldiğinde kaşları çatılmıştı. bişi demedim ama sonra dayanamayıp "kötü bişey mi oldu" diye sordum ne tepki vereceğini bilmeden. sustu bişi demedi. anlatmadı ama kız arkadaşıyla ilgili bi telefon olduğunu anladım. uzun bi ilişki dışarıdan kolay gibi görünen bi şekilde bitmişti. bikaç kez dertleşince işin iç yüzünü anlatmıştı bana. yani dışarıdan göründüğü kadar rahat olmadığını biliyorum. o hep gülümseyen adamı öyle gergin ve üzgün görünce bişeyler yapmak istedim. bi elini tuttum. iki avucum arasına aldım. yüzüne baktım "hadi anlat rahatla" der gibi. o başını kaldırmadı bile, gözleri dolmuştu zaten. ben de ellerim terleyene kadar bırakmadım elini. tam konuşacak gibi oldu, telefonu çaldı yeniden. yine kalktı gitti bikaç dakika konuştu birilerine, sonra da lavaboya geçti. yüzünü yıkadı, sanırım ağlamıştı. gözleri kızarmıştı çünkü. içeri geldi "ben çıkayım" dedi. bişey diyemedim.

gitti ama onu ilk defa böyle gördüğüm için aklım onda kaldı. biraz daha zaman geçsin arayıp nasıl olduğunu sorayım diyorum. hem belki telefonda anlatır neyse sıkıntısı, rahatlar biraz.

foto=blog.nj.com

4 Kasım 2010 Perşembe

ben ne yapıyorum ????


bi yoruma cevap yazarak geçiştirmek istemedim. belki benim gibi bi çok insan sanki bi döngü içinde gelip gidiyor gibi görünen bi hayat yaşayabiliyodur ihtimalinden dolayı bunu bir yazı olarak paylaşmak istedim. kesinlikle bir yoruma yazdığım cevap yada kendimi savunmak olarak anlaşılmasın.

bi önceki yazıya gelen bi yorumda geleceğimle ilgili olacaklar sıralanmış. hatta yorumu kopyalayayım buraya.
-bulustuk bende kaldı,sadece sarıldık ve uyuduk
-o kadar güzel ki sanırım bu sefer aradıgımı buldum
-seviştik cok mutluyum
-bugün izmirli aradı
-canım sıkkınken beni sems aradı
-izmirli ile bulussam sanırım sporcu ile olmayacak
-sems bana cok iyi davrandı acaba haksızlıkmı ettim ona
vs vs vs vs vs gider gider gider... ve sen bermuda seytan ücgeninde sürekli dolanır durursun ve bna mutluluk diyorsun ahahhhhhah.. sadece aynaya bak ve yaptıklarını düşün. BEN NE YAPIYORUM diye sesli düsün.

okurken önce gerildim, ama sonra nedense hoşuma gitti. kısmen kendimi ifade edebilmişim sanırım :) evet ben çok net biri değilim. bi kere bu gönül mevzularında "hayır" demesini bilmeyen biriyim. öncelikle bu konuda kendime söz dinletmem epey zaman alıyor. başkalarına da "istemiyorum" yada "bitti" gibi bi ifadenin ağzımdan çıkması için cidden ruh halimi bozacak bi şey olması lazım. tabii bu da bazı şeylerin havada ve bazı kapıların iki taraflı açık kalmasına yol açabiliyor. bu böyle olmasın isterdim ama bu yaştan sonra kişiliğimi değiştiremem sanırım. o yüzden bunla yaşamaya alıştım.

aynı şeylerin tekrarı gibi görünen şeyler benim temiz bi mutluluk hayalimden aslında. ben de isterim tek seferde mutluluğu yakalamayı. kim ister ki, yıpranmayı ya da yıpranmayı. ama bazen bazı şeyler elinizde değildir. oturup defalarca aynaya baksanızda defalarca "BEN NE YAPIYORUM" desenizde, blog açıp daha büyük bi aynada kendinizi görseniz de, yaşanan bazı basit olaylar yada detaylar sizin otokontrolünüzü yokedebilir. benim durum biraz öyle. bundan dolayı da kendime kızamıyorum, en azından kimseyi dağıtıp, hayatını alt üst edip geride bırakmıyorum. evet benim de canım acıyor bazen. hatta bazen çok acıyor. ama kimseye sitem de etmiyorum. herşeye rağmen insanlara pozitif yaklaştığımda benim hayatımda da pozitif şeyler olacağına inanıyorum.

kendimle ilgili de umutsuz değilim :) gerçek dünyada herkes tarafından mutlu ve huzurlu görünsemde, içimdeki o eksikliğin bigün son bulacağına inanıyorum. bu süreçte yaşayacağım benzer şeylere göz yumuşum tahammül edişimde de bu umuttan dolayı. yoksa kendimle yada başkalarıyla oynamak oyalanmak hevesim yok. varsın yazdıklarımdan aynı şeyleri tekrar eden, kararsız bi adam olduğum çıkarımını yapın. benim aşkı sevgiyi beklerken kılını kıpırdatmadan dört duvar arasında beklemek gibi bi niyetim yok artık. yanılsamda, kafam karışsada, ileri geri yapsamda, mutlu yada mutsuz olsamda denemeye devam ediyorum.

3 Kasım 2010 Çarşamba

spor bahane :)

bugün bi başka uyandım. herzamanki ne ailemle ilgili meseleler ne de iş mevzuları ile başladım güne. sadece onu düşündüm, yüzümü yıkarken, dişimi fırçalarken, kahvaltımı yaparken, giyinirken, işe geçerken.

ofise yeni girmiştim ki beni aradı. günaydınlaştık sonra "dünden beri nasılsın?" diye sordu. bu sorusunda kasdettiği şeyi bildiğimden "çok iyiyim" demin emin bi şekilde. o da "iyi, bunu duyduğuma sevindim. ben belki.." dedi sustu. bekledim devam etsin konuşmasına diye ama devam etmeyince ben sordum "belki ne?" diye. "belki son söylediğim şeyden sonra kızmış olabilirsin diye düşündüm". güldüm istemeden ve "yoo aksine, çok hoşuma gitti. son zamanlarda duyduğum en güzel şeydi." dedim ve sustuk. o sessizliği bozmak istemeyince ben devam ettim konuşmaya "sen de benim için değerlisin" dedim. bi gülümseme sesi duydum :) benim ağzımda kulaklarımda tabi bu arada. yani rahatlığıma da ayrı bi şaşıyorum. benim acil bi toplantıya geçmem lazımdı, sonra görüşelim deyip kapadım. ancak akşama doğru bi rahat olabildim de aradım. o zamanda o yoğundu spora gelirsen orada görüşelim dedi.

son dakika bi iş yüzünden biraz geciktim salona. o çoktan terlemişti :) aralarda gizli gizli bakışarak, sohbet ederek spor yaptık. o "çıkalım" deyince de çıktık. duşa girerken soyunma odasında soyunamadım karşısında nedense, utandım :) ama duştan çıkarken gördü beni. gerçi defalardır görmüştür zaten ama o sözlerden sonra saçma bi çekinme oluştu işte :))

onun dışında da farklı bişey yok hayatımda. ailemle bol bol telefonda konuşuyoruz. kaç haftadır bursa'ya geçmedim diye sitem ediyorlar. ama bayramda zaten orda olacağım. anneme "sen gel haftasonu" dedim, "yok" falan dedi önce. sonra "bi bakayım durumlara" dedi. annem bu, sağı solu belli olmaz. eker herkesi pat diye gelir belki. valla ne güzel olur. hem belki arkadaşımla da tanıştırırım :)

2 Kasım 2010 Salı

dokun bana


söze neresinden girsem bilmiyorum.

geçen haftadan başlayayım. geçen hafta içinde aramıştı "akşam vaktin var mı" diye. ben spora geçecek miyim diye soruyor sandım. "yok yok biraz oturup konuşalım diyorum" dedi. "hayırdır, bi sorun mu var" dedim , o da "yok, ama gelince anlatırım" dedi. kafam karışık olunca böyle bi laf aklımda 100 ayrı soruya dönüştü. akşamı zor ettim. buluştuk havadan sudan işten güçten konuştuk. bekliyorum farklı bişeyden bahsetmesini ama olmadı. ben de yan masadaki tatlı çocuğa baktım şakalaştım biraz. o sırada bana baktığını bildiğimden öyle kaldım biraz. o kadar farklı bakıyorduki utandım. en son eve dönerken arabada ilginç oldu. başını bana dönüp baktı yine ben arabayı sürerken. bişey diyecekte susturmayayım diye bakmadım ben. ama dayanamayıp bi ara aynadan baktığımda yine aynı o garip şekilde baktığını farkettim. bi acaip oldum orada. neyseki daha ileri gitmedi de ben de arabayı kaldırımın tekine çıkarmadım heyecandan. 

sonrada ahmet gelince görüşmedik pazara kadar. pazar akşam birlikteydik. önce spor sonra bi yerde çay içtik, kaybettiğimiz enerjiyi tatlıyla aldık. o yine bişeylerden bahsediyordu ben de dinliyorum. bi yandan da gözlerine çok bakmayayım diye masadaki peçeteyle fincan tabağıyla falan oynuyorum. bi ara gözlerim tam elimin dibine kadar gelmiş eline takıldı. biraz istemdışı biraz isteyerek ama tepkisinin ne olacağını da çok hesap etmeden parmaklarına dokundum. elini çekmedi. yine biraz istemdışı biraz isteyerek iki parmağını tuttum ucundan. 1-1,5 dakika oynadım parmaklarıyla :) oynamak derken dokundum yani. sonra içimde "ne yapıyorum ben ya" deyip bıraktım. yaklaşık bi 3 dakika başımı kaldırıp bakmadım. güleceksiniz ama ben hiç bu denli çekinik değilimdir aslında. yani ilk defa gerçek hayattan hemcinsim biriyle yakınlaşıyor olmanın verdiği bişeydir diyorum belki. sonra hiç bişey olmamış gibi davrandım, o da hiç farklı bi tepki vermedi. yani ne rahatsız olduğunu ne de hoşuna gittiğini anladım.

dünden sözleşmiştik bugünde görüştük. eve geldi sırf o seviyor diye pizza söyledik yedik afiyetle. ama çok duramadı onun da annesi rahatsızmış dünden. o giderken yine beklenmeyen bişey yaptım. tam çıkarken "sana sarılabilir miyim" dedim. "tabii ki" deyip hiç duraksamadan sarıldı sıkıca. o bırakmasaydı ben de bırakacak gücü bulamazdım kendimde. hani böyle "tamam ulan böyle ölsem de gam yemem" diyeceğiniz, içinizin bomboş olduğu anlar vardır ya, işte aynen öyle oldum. o çıktıktan sonra çok mu ileri gittim diye düşünürken çok geçmeden telefonum çaldı. o idi, açtım, "yanında söylemeyemedim, sen çok değerli birisin" dedi. ben ne diyeceğimi bilemedim, iyice şapşallaştım. ben "sen de" diyemeden "iyi akşamlar" deyip kapadı. 

şimdi yüzümde kocaman bi gülümseme var, aklımda da onun yüzü. hani ortada edilmiş tek net ve anlamlı bi kelime olmasa bile o kadar sevinçliyim ki anlatamam. belki de ben bunu istiyordum hep. yani herşeyin neredeyse net olduğu ama ifade edilemediği bi durumu. ama bu heyecana ne kadar dayanabilirim, bunu da bilmiyorum.

foto=flickr, lis_beth

1 Kasım 2010 Pazartesi

baş ağrısı

başım ağrıyor. işten kendimi eve zor attım. zaten öyle hemen uzandım yeni uyandım. telefonumda izmirli'nin cevapsızını görünce de şaşırdım. aradım hemen, konuştuk biraz. "ne oldu? neden aramıyosun?" gibi bi tepki bekliyordum ama günlerdir konuşmayan biz değilmişiz gibi klasik "nasılsın? nasıl gidiyor?" muhabbeti yaptı. neyse böyle yapması benim için de süreci kolayladı zaten.

biraz canım sıkılmadı değil, sonrasında spor arkadaşımı aradım. sesini duymak iyi gelir diye düşündüm. başımın ağrıdığını söyleyince geleyim dedi :) "ciddi misin?" diye sordum "evet" dedi. çok hoşuma gitti tabii :) ama biraz geç oldu diye "yarın görüşelim" dedim. umarım kızmamıştır.

bu arada arkadaşımla aramızda geçen ve şüphelerimi haklı çıkaran durumlardan bahsedecektim. kaçtır erteliyorum ama şuan o anları yazacak durumda değilim pek. umarım sabaha geçer bu baş ağrısı. şimdilik herkese iyi geceler.