30 Eylül 2009 Çarşamba

can sıkıntısı, stres, korku

canınız aşırı sıkıldığında yada stres altında iken naparsınız?
yada korktuğunuzda mesela?

ben kendi cevabımı söyliim; eğer canım bir toplantıda sıkılmışsa ajandamın arasına gizlediğim içinde bükülebilir metal olan yaklaşık 15 kablo parçasını eğip bükerim ve yada ajandanın bir sayfasına kafamdaki bir anlamı olmayan şekilleri çizerim. hiçbişi yapamıyorsam karşımdakine gülümseyerek bakıp haftasonu planlarımı detaylarıyla yaparım. :)

stres altında iken farkında olmadan dişlerimi sıkarım. hatta sonradan çenem ve dişlerim ağrıyacak kadar çok sıkarım hemde. bide dudaklarımı ısırırım hafif hafif. arasıra kabuklarını kopardığım ve yara ettiğimde olur.

korktuğumda ise su içerim hemen. neden bilmiyorum ama ani bişey olup beni korkutunca mutlaka susarım anında. boğazım kurur. ama eğer beni korkutan şey gizemli bişeyse, mesela karanlıkta arkamdan bi ses geliyosa nefes almayı keserim. su altındaymış gibi bi süre nefesimi bile tutup beni korkutan sesin ne olduğunu anlamaya çalışırım. bunu başaramazsam şarkı söylerim biçok insan gibi. gerçi çok fazla korktuğumu söyleyemem.

şimdi bu konu nerden aklına geldi diyeceksiniz. ajandamın içindeki kablo düşüp kaybolmuş ve ben toplantıda farkettim. şimdide evdeki kablodan aynısından kesip çantama koydum. çocukça belki ama seviyorum, napiim. :)

peki siz naparsınız aşırı sıkılınca yada stres altında yada korktuğunuzda?

29 Eylül 2009 Salı

bir biseksüelin öyküsü

ok ok ok.
bugün düne göre daha iyiyim. her anlamda daha iyi, daha güçlü, daha vesaire. işin karmaşasından bahsetmiştim dün. başka bir tartışmanın fitilini ateşleme ihtimalini gözardı ederek işin öyküsünden bahsedeceğim bugün.

güzel bir bayram tatiliydi. sevdiğim adamla 5 güzel gün geçti. hayata dair herşeyden konuştuk. daha önce kısa zamanlara sıkıştıramadığımız konular bile açıldı birer birer.
geçmişimi irdeledi mesela. yaşadığım şeyleri sordu, anlattım. sürecin hepsini ve detaylarıyla. bana sarılıp ağladı. keşke yaşanmasaydı yaşananlar dedi. keşke çok önceden tanısaydık, birbirimize destek olsaydık zor zamanlarda dedi. bende hem içimden hem dışımdan keşke dedim onun her demesinin arkasından. ama zaman öyle bir şey ki, tek yönlü malum. gitmiş ve geri gelmiyor günler. yaşanmış ve geçmişin kötü anıları kalmış sadece. o yüzden biz geçmişi bırakıp bu anı ve bundan sonrasını konuştuk.

dünyanın en mutlu iki insanıydık.
o vardı, ben vardım, başka da bişey yoktu.
o vardı, ben vardım, başka da bişeye gerek yoktu.

rüya gibi zamanlar akıp azalıyordu. yaşadıklarımız hayal mi gerçek mi diye düşünürken birbirimize dokunarak sarılarak öpüşerek anladık gerçek olduğunu. sevişmekten yorulunca geleceği anlattık. ne olacak bundan sonra, bi hafta sonra, bi ay sonra, bi yıl sonra. sorular karşılıklı hale geldi. ben sordum o anlattı, o sordu ben anlattım. sınırlarımızı yada hayatın bize koyduğu sınırları işin içine katarak geleceğe dair konuştuk.

kıbrıs'tan gelmeden önceki gün ahmet'in içinde bir yerde evlilik hayalleri olduğunu anladım. beni seviyordu ama ona öğretilmiş doğrular ve çevresinin beklentisi onu arada bırakmıştı. devamlı bi sorgulama içinde idi. bu durumu farkettiğimi ona belli etmedim ama içimde kocaman bir bıçak varmış gibi gezdim iki gün yanında. onunla iken hep gülümsesemde içimde böyle acı bi sızı vardı.

iki gündürde bu konu aklımda. dün bu yüzden çok kötü hissediyordum kendimi. halbuki bugün uzun uzun düşündüm. hislerimle değil, aklım ve mantığımla düşündüm. onu bu konuda özgür bırakmam gerektiğine karar verdim. asla bi görüş dikte etmemeye. sonuçta hayatımdaki tek insan o ve onun hayatındaki tek kişiyim. kafasında var olan ama henüz gerçekleşme ihtimali olmayan bi hayal için onu yargılamak gibi bi hakkım yok. yaşadığımız anı berbat etmenin bir anlamı da. o yüzden şuanda çok iyiyim. demin aradım, onu sevdiğimi söyledim. içim hafifledi resmen. cesaretimi topladım ve sizle paylaşmak istedim karmaşasını dün anlattığım bu öyküyü.

hepinize yeniden sevgiler.

foto=flickr,סטפן

28 Eylül 2009 Pazartesi

bir biseksüelin karmaşası

sizinde olurmu böyle gögüs kafesinizin dar geldiği yetmediği zamanlar. sanki dünyanın tüm derdi başınıza çökmüş gibi hissettiğiniz. yada çoook yalnız olduğunuzu düşündüğünüz. elinizin titrediği falan.

bugün bu bana çok oldu. üstelik bayılacak kadar sıkıldı ezildi ruhum ara ara. ama ne yazıkki bayram sonrası birikmiş işlerden dolayı izin almayı düşünemedim bile. tüm gün neye niye imza attım, ne okudum, ne yazdım bilmiyorum valla. umarım yarın daha iyi olurum ve bugün yaptığım birşeylerden dolayı pişmanlık duymam gerekmez.

bu halimin nedenini söyleyip yeni bi polemik başlatmak istemiyorum. gördüm ki, yeterince ayrıkmışız zaten, birbirimizi lanetleyecek ve küfredecek kadar nefret dolu. hal böyleyken anlatsamda anlamazsınızki beni. acıma ortak olmazsınız.

sebepleri önemli değil ama sonuçta şuanda blogumda bile içimi dökemiyorum. ne garip demi korkuyorum. heran yine insanları birbirine düşürürüm diye korkuyorum.

blogun başlığı güya "bir biseksüelin karmaşık öyküsü" idi. ama işin "öyküsü" gitti, "karmaşası" kaldı geriye şimdi. o yüzden bu yazının başlığı "bir biseksüelin karmaşası" oldu. iyileşirsem biraz, cesaretimide toplarsam işin "öyküsünü" de yazarım.

24 Eylül 2009 Perşembe

biseksüel karmaşık

merhabalar herkese. kıbrıs'tan selamlar.
3 gündür burdayız. herşey güzel geçiyor diyebilirim. havalarda güzel. ama benim içimde eksik bişeyler var. buraya geldiğimiz ilk andan itibaren hissettiğim eksik bişeyler. ahmet'le uzun uzun konuşuyoruz fırsat bulmuşken herşeyi. konuştukça ben bi uyanıyorum uykudan adeta. konuştukça kafamda ne kadar büyük hayaller kurduğumu ve ahmet'e ne büyük sorumluluklar yüklediğimi anlıyorum. içim acıyor gerçeklerle yüzleşirken, canım yanıyor. onu üzmemek için dinliyorum daha çok, hiç ama hiç ciddi bi yorum yapmıyorum. nasıl bu yaşta bu kadar akıllı olduğuna şaşıyorum mesela. ben olamıyorum. belkide yaşadıklarımdandır böyle hayalperest olmam yada bulmuşken sevgiyi hayatımda tutmak için çırpınmam. kafam allak bullak her dakika.

müzik dinliyoruz, kitap okuyoruz, film izliyoruz, denize giriyoruz, geziyoruz, eğleniyoruz hatta artık sevişiyoruz ama hep bi tedirginlik var onda. bana kendini bırakmıyor. yani heran bişeylerden korkup kaçacakmış gibi. yada biri çağıracakta gidecekmiş gibi. ne oldu anlamadım. 2 haftadır birşeyler vardı ama önemsememiştim. daha az telefon görüşmeleri falan olunca, ramazandandır demiştim. şimdi daha iyi farkediyorum ters giden birşeyler olduğunu. kendimi sorguluyorum. bu tür zor yaşatılna bi ilişkide üzerime düşen görevi eksikmi yerine getiriyorum diye. yada bi yanlışmı yapıyorum. sıkıyormuyum? yada fazlamı gevşek bırakıyorum. kendime buna benzer bi yığın sorular soruyorum o başını omzuma koyup uyuduğunda. dün o uyudu mesela, ben düşüncelere yenilip geçip banyoda ağladım dakikalarca. cidden ruh halim ve aklım alt üst. ona bakınca içim bi başka oluyor. hani elim ayağım titriyor. ilk defa birini böyle seviyorum. sevildiğimide biliyorum ama sanırım düşündüğüm şiddette değil. belkide ona zaman vermeliyim. bana ve birbirimizin hayatında olmamız fikrine alışıyordur belkide. belkide ben kuruntu yapıyorum. yoksa yanımda böylesine içten gözleri bile gülemezdi demi.

neyse duştan çıkıyor galiba. sonra yazarım başka detaylar. herkese sevgiler.

22 Eylül 2009 Salı

iki bayram arası

yorgunluktan geberiyorum. demin girdim eve. bavulda eksikler varmış yolda aklıma gelen. onları tamamlayacağım, bi saate kadarda ahmet terminalde olacak. gidip onu alıp eve hiç uğramadan havaalanına geçeceğiz. yoldaymış o da. bolu'da molada kıçı donarken aradı, titreye titreye konuştu salak adam :)

bende zaten sersem gibiyim. hani duvara çarpmış gibi. uykusuzluktan değil, başka bişi. neyse, onu görünce hepsi geçecek biliyorum. şimdi 2. bayram için hazırlanma vakti. bi de bayrama çıkarken salonu toparlamayı unutmuşum. onu falanda düzelteyim. inler cinler düzensiz çocukmuş demesinler.

hadi ben kaçtım. herkese iyi geceler ve sevgiler..

foto=images.com, ablestock

21 Eylül 2009 Pazartesi

bugün bayram :)

güzel bi bayram sabahıydı. plandan ve rutinden şaşılmadı. telaşla kalkıldı. duşlar alındı hızlıca. camiye koşuldu. bayram namazı kılındı sırt sırta :) sonra eve gelindi, bayramlaşıldı. sonra kahvaltı edildi. sonra mezarlığa gidildi. kuran'lar yasin'ler, mezar başında bizi taciz eden dilenciler. sonra evde misafirleri bekleme faslı.
herşey buraya kadar aynı. ama beklenmedik bişey oldu.

annem şu yeni komşuya bayramlaşmaya gidelim dedi. şu babaannemin evine yerleşen komşuya. "anne niye ben geliyorum, ne işim olur, kardeşimi al götür" desemde nafile. aldı götürdü "ben tek gidemem, senle gidelim" diye diye. içeri bi girdik zaten o babaannemin güzel börek çöreklerini aşırdığım mutfaktan inanılmaz güzel kokular geliyordu. kafa bi çevirdim çok güzel ve genç bi kızla gözgöze geldik. sessizce kafasını da sallayarak "hoşgeldiniz" dedi. o an heyecanlandım, elim ayağıma karıştı. ördek yavrusu gibi annemi takip ettim. o oturdu oturdum. annemin yaşlarında bir kadınmış komşumuz. beyini kaybetmiş iki sene önce, kocasının emekli maaşı var ama yetmiyor. 4 çocuk sonuçta. en büyük çocuk, o mutfak kapısında gözgöze geldiğim kızmış. oğlanlardan biri ortaokul çağında. yetim olduklarını da duyunca yanımda oturan o çocuğun saçlarını okşamak geldi içimden. o an gözlerim falan doldu. annemler konuşurken o ara kız elinde tatlı tabaklarıyla içeri geldi. tabakları önümüze bıraktıktan sonra annesinin yanına oturdu. annem o arada nasıl bi hamle yaptı anlamadım ama kızla beni bi şekilde konuşturdu. ortamdaki iki fakülte eğitim düzeyinde kişi olarak. kız izmir'de okuyomuş, aynı zamanda parttime çalışıyormuş falan. biraz muhabbet daha oldu, sonra anneme işaret ettim "kalkalım" diyerek, kalktık. evden çıktığımız gibi anneme sordum "beni o kızı görmem içinmi çağırdın?" diye. "ee napiim, normalde tanış desem tanışmazsın" diyerek zeytinyagı gibi üste çıktı. akşam bi ara annemle birebir kaldığımızda da bana kızı nasıl bulduğumu sordu. ben sadece "ee güzel kız" dedim ama annemi teskin etmedi bu yorumum. "hem güzel, hemde akıllı. o kız idare etmiş evin yükünü iki yıldır. hemde gurbetlerde. ailesi de çok temiz, çok görgülüler" falan filan gibi başladı saymaya.

annemin bu yönünü seviyorum. yaptıkları bazen beni çileden çıkarsada kadının sabrına ve azime hayranım. hatta millet sabırlı ve azimli olduğumu söyledikçe bunun annemden bana geçtiğini düşünürüm. kadın asla ama asla pes etmiyor mesela. benim evlenmem dahil her konuda böyle. bi de kadının kafa sistematik çalışıyor. yani nerde nasıl davranacağını bi uzman kadar iyi bliyor. mesela bazen geri çekilior, evlilikle ilgili hiç konuşmuyor, bana kimseleri tanıştırmıyor falan. ben o ara "ne olduki acaba, neden kimseyi bana bulmuyor" diye söylendiğim bile oluyor.

neyse yine konu dağılıyor. demek istediğim şuydu, bayramın ilk günü güzel bir sürprizle farklılaştı. ama cidden çok güzel bi sürprizdi, allah var. ama sakın yanlış anlaşılmasın, kızın tipi ve kişiliğini sadece beğendim, bu benim ahmet'in kalbimdeki yerini sarsmaz. öyle işte.

bu arada okuyan herkese ama herkese iyi bayramlar. sevgiler saygılar.
Barış abinin güzel şarkısı da hepinize gelsin, gülümsetsin :))


Baris Manco - Bugun Bayram

19 Eylül 2009 Cumartesi

bayram öncesi

öğle gibi çıktım istanbul'dan bursa'ya geldim. ama çıkmadan epey bi uğraştım, dolandım evin içinde. malum, bayramın ikinci gününün gecesi geçicem tekrar eve ve çok vaktim olmayabilir diyerekten çantamı hazırladım. bugün son gün diye oruç tutmak istiyordum ama gece saati duymamışım. o yüzden sahursuz tuttu ama zorlandım. neyseki annemin harika yemekleri beni kendime getirdi.

gün içinde blogger'a girmeye çalıştım, başaramadım. site hala sorunlu. bi giriyo, bi girmiyo (hatta daha çok girmiyo)
neyse demin denedim açılınca, bişeyler yazayım dedim. aslında yeni bişeyler yok. evde durumlar aynı. haaaa. bizim karşı daireyi kiraya vermiş babam. aslında orası babaannemin dairesiydi. 1,5 sene önce kaybettik. onu çok severdim, o da beni çok severdi. rahmetli kocasına benzediğimden sanırım daha başka ilgi gösterirdi. üniversite yıllarında eve geldiğimde daha çok onda kalırdım. çok başkaydı benim için. bi arkadaş gibi. işte içinde anılarımızın olduğu ve o öldükten bu yana 1 yıldan fazladır boş duran daireyi kiralatmış babam. kızamadım tabii, haklı adamda.

başka da bişey yok. sabahtan babam ve erkek kardeşimle bayram namazına gideriz. iki gün bayramlaşmalar sürecek. bol bol şeker ve baklava yiyeceğim. harçlık dağıtacağım. eee yaşlanıyoruz, harçlık toplama devri çoktaan bitti. kuzenleri ve liseden arkadaşlarıda görmeye çalışacağım. oluşabilecek muhtemel sohbetlerin yarısı benim evlenmem hakkında olacak. sorun değil, artık iyice alıştım, insanlara hak verdiğimden tepkileri ve çabaları doğal geliyor. bir de mezarlığa gideceğiz ilk gün. annem yasin falan okur uzun uzun. ben de dedemler ninelerimin mezarlarını temizlerim. çiçeklerine su veririm yine.

ekstra bir sürpriz beklemiyorum bayramdan. zamanın çabuk geçmesini, 2.günün bitmesini diliyorum biran evvel.

foto=arrested development dizisinden

18 Eylül 2009 Cuma

vıcık vıcık bi yazı

beni affedin bu yazı size vıcık vıcık gelebilir ama yazmak istiyorum. itiraf edeyim hem ona karşı içimdeki hislerimi söyleyip eskitmemek için dizginliyorum, hem de bu sitedeki üsturuplu görüntümü bozmamak için biraz kasıyorum. bu yazı dizginlediklerimin ve kastıklarımın bi patlaması olsun.

konu ne demeyin şimdi bana. konu sevgi işte, sevmek, yani benim için ahmet.

aylardır bana ne oldu, valla anlamadım. bak şimdi yazacaklarımdan dolayı bile gözlerim doluyor. adını anmak, onu hatırlamak, onu düşünmek, onu yazmak, yüzünü gözümün önüne getirmek kendimden geçmek için yetiyor bana. böyle içim garip oluyor, gögüs kafesim dışarı çıkacak gibi büyüyor büyüyor küçülüyor. hayalimde onu görmek için gözümü kapatıyorum zaman zaman. onu her gördüğümde bana gülümsüyor. dokunmak istiyorum ona, sarılmak. dokunmak. sarılmak. hergün hergece dokunmak ve sarılmak. onu bi sigara gibi en içime çekmek ve orada saklamak istiyorum. öylesine mutluyum, öylesine huzurluyumki hayatımda olduğu için, onun dudaklarında son nefesimi versem gam yemem inanın. sanki ona sarılırken dünyadaki diğer ne varsa unutuyorum. içime sığmıyor sevgim. taşıyor. bedenim de kalbim de yetmiyor artık bu sevgiyi taşımaya. bazen abarttığımı düşünüyorum, daha kontrollü olmalıyım diyorum ama elimde değilki bu durum. ben hayatımda gerçekten hiç böyle olmadım, hiç kimseyle bu kadar mutlu olamadım. hiç kimseye bu kadar güvenmedim, bağlanmadım. hiç kimseyi bu denli sevmedim ve sevilmedim.

şimdi arasa beni "gel" dese, hayatımı ona adarım. lanet olsun kariyerine, parasına, malına, mülküne hatta istanbul'una. ardıma bakmadan giderim valla. istesin bi iş bulur ankara'ya da yerleşirim, dünyanın bi ucuna da. onu ve ailesini üzmemek kaydıyla her şeyi yaparım. hatta istesin evlenirim bile. gülmeyin bana lütfen. o istesin inanın yaparım. yeterki o yanımda olsun, tüm dünyayı bile karşıma alırım. herkese bi cevabım olur "seviyorum ulan, var mı bu hayatta bundan ötesi" diye.

kafayı yiyeceğim artık düşünmekten bazı şeyleri. o iradeli kişilik içinde ezilmekten yoruldum. yerimde durmak ve onun küçük adımlarını atmasını beklemek beni çıldırtıyor. oysa ben bedenimle ruhumla herşeyimle onunla olmak istiyorum, ona koşmak istiyorum. ama onu ürkütmeyeceğim diye bana dokunmak isteyeceği anı, hayatında ilk defa birine dokunacak biri gibi heyecanla ve özlemle sessizce bekliyorum.

tanrım sen bana akıl fikir ver. ellerim titriyor şuan, bedenim titriyor. belki öleceğim biraz sonra. ama ben ölümden de korkmuyorum artık.
içimdeki bu hisler ölümün acısını bile yokeder.

hem tanrım farkettim ki artık seni de daha çok seviyorum. bana sevmeyi sevilmeyi öğreten bir melek yolladığın için durmadan teşekkür ediyorum.

17 Eylül 2009 Perşembe

kıbrıs yolcuları

ahmet'in uçak fobisi varmış. ben de yeni öğrendim valla. aslında tam da fobi denmez, ilk defa bindiği uçağı şiddetli bi türbülansa girmiş, o gün bugün uçağa binmeye çekiniyor. bu yüzden "ben otobüsle mersine geçip feribotla gelsem" falan dedi. artık iki günde gelir falan diye müsade etmedim. "yanımda korkmazsın, en fazla beraber ölürüz. fena mı" deyince uçağa binmeye ikna ettim.

gün boyu ankara aktarmalı kıbrıs uçuşlara baktım ama cidden sinir oldum. zaten bu thy yolları ile anadolu jet arasındaki ilişkiyi anlayamadım tam olarak. ülker ile halk marka ürünler gibi.
ankaraya kadar thy uçağı ordan hatay ve lefkoşaya da anadolu jet uçağı gidiyormuş. bi kere saati çok geç, gün ölüyor zaten. sabah erkendenden istanbul'dan direkt uçak var. en son istanbul'dan birlikte binmek konusunda anlaştık. uçak biletleri hazır. ahmet bayramın ikinci gününün gecesinden otobüsle gelecek buraya. bende bursa'dan eve geçerim gece gibi. eşyaları falan toparlarım, sonra onu otobüs terminalinden onu alır beraber geçeriz havaalanına. tabi bu benim planım. umarım bi aksilik çıkmaz.
en kolayı otel olayı oldu. ben geciktik, sıkışıklık vardır diye beklerken rahat bir rezervasyon yaptırdım girne'de bi otele. sanırım bayram haftasonuna denk geldi diye kimse bi yere gitmemiş.
hava tahminlerinede baktım. yağış görünmüyor. biraz bulutlu olacak gibi. ama zaten çok fazla denize girmeyiz sanırım. bi araba kiralabilirsek gezeriz tarihi yerleri falan. casinoya da gideriz belki :D

iki bayram ard arda yaşayacağım için şimdiden heyecanlıyım.

tam paso uyumak

kaçgündür giremiyorum blogger'a. internet bi garip sanki. girsemde yazıyı kaydedemeden bağlantı bozuluyor yeniden. ama sadece bu site için bozuluyor. başka heryere girebiliyorum. aslında bağlantının kötü olmasıda iyi oldu. sağlık ve moralim pek iyi değil, yazabilecek ruh ve psikolojide değilim. nükseden eski bi rahatsızlığım nedeniyle antibiyotik ilaçlar alıyorum ve bunlar bende uyku yapıyor. birkaç gündür neredeyse sadece uyuyorum diyebilirim. günde enaz 9 saat civarında. normalde yatakta uzanmayı, oyalanmayı çok severim. yatakta işle ilgili çalıştığım, internete girdiğim, kitap okuduğum, film falan izlediğim çok olur ama şimdilerde yatağa girince çuval gibi hemen uyumak ve 9 saatin tamamını deliksiz uykuda geçirmek bana biraz garip geliyor. neyse geçer yakında diyorum ve üstelemiyorum.

ama ahmette farketti durumu uzaktada olsa. istersem sadece cumartesi'ne bi günlükte olsa gelebileceğini söyledi bakmak için. gerek yok dedim, yani bayram arefesinde gerek yok. yoksa bu durumu fırsat bilip getittirirdim, mızmızlanırdım ben zaten. neyseki bayramın son gününden itibaren 5 gün benimle olacak. şimdi ailesini germesin gereksiz yere. ya bu arada tatil olayı aklıma gelince heyecanlanıyorum şimdiden. 5 gün kıbrıs'ta olacağız. biz hiç bu kadar uzun birarada kalmadık. baya faydalı olacak dostluğumuz açısından. en azından ben öyle olacağını düşünüyorum. zaten ona sarılıp uyumak bile benim mutlu olmama yetecek bi sebep. ama tabi bu ilaçları bitirip iyileşmezsem, ona sarıldığım an üzerine çuval gibi yığılıp uyuyacağım için o anın tadını alamayacağım. bu yüzden hemen iyileşmeliyim. acilen hemde :)

15 Eylül 2009 Salı

ahmet is my family

deminki özrüm içimi tatmin etmedi. sırf bu konuyla alakalı bi yazı yazmam gerektiğini düşündüm.

ahmet yıldız'dan bahsetmek istiyorum. bir akşam üstü babasının kurşunuyla hayata veda eden şu 23 yaşındaki fizik öğretmeninden. ama olayın bana bakan yüzünden.

aslında kader beni ona bi nebze yakınlaştırmıştı sanki bir ara. sıkıntılı zamanlarımdı. o sıralarda sanal bi bear arkadaşla msnde herşeyi samimi konuşuyorduk. aramızda duygusal yada seksüel bi bağda yoktu. yani beklentisiz bi muhabbet. bigün bana beargi isimli bi sanal dergiyi okumamı tavsiye etti. bear gaylerin dünyalarına dair görünsede biçok konu birarada işleniyordu dergide. hoşuma gitti. henüz dergiyle tanıştığımın ikinci ayında derginin kapağında ahmet yıldız vardı. blackbeary diye de nicki vardı. sanal arkadaşım yeni sayıyı nasıl bulduğumu sorduğunda "şu blackbeary nickli çocuk hoşuma gitti" demiştim. o da bana o resimdeki çocuğu, ahmet'i tanıdığını ve onun hayatında henüz kimsenin olmadığını söyledi. hatta istersem tanıştırabileceğini de. aslında çok isterdim tanışmayı. benim gibi maskülen birinin hayatımda olmasını falan. ama eşcinsel dergiye poz vermiş biri benim için fazla out biriydi. yani öyle birine yakın olmanın bile beni deşifre edeceğini düşünerek arkadaşımın tanıştırma teklifini şaka yollu geçiştirdim, sonra da unutuldu gitti. ne yalan söyliim, zaman zaman beargi arşivine girip, çocuğun resimlerine baktığım oluyordu.
en son temmuz 2008'de cinayete kurban gittiğini öğrendim haberlerden. içim burkuldu televizyonu izlerken. internette haberin detaylarını okurken defalarca ağladım. hatta güleceksiniz belki ama neden onunla tanışmadım diye hayıflandım kendi kendime. ama olan olmuştu. güzel bir insan bu dünyadan koparılmıştı.

arasıra haberlerine denk geldikçe ona kızdığım oluyordu içimden. "a be evladım. madem ailen bu kadar tutucuydu. neden böyle bu kadar gay hayatın tam içinde durdun. neden dergiye poz verdin" dediğim de oluyordu. aslında kızmak değildi benimki, sitemdi sadece. hatta yeni üye olduğum bir eşcinsel foruma bu konuda yazılmış bir yazıya benzer düşüncelerimi yazdığım için tepkiler almış ve forumdan kendimi sildirmiştim. şimdi hata yaptığımı düşünüyorum. ailesi dini şeyh bile olsa ahmet özgür bir bireydi. o kendi gibi insanların içinde olmak istiyordu yada o dergiye poz vermek. bu onun özgürlüğüydü. evet bu belki ailesini mahçup edecek bişeydi ama kesinlikle ölmesini gerektirmezdi. fakat vahşice öldürüldü. ne yazıkki artık çok geç herşey için.

garip olan şu, onun öldüğü günlerde yazışmaya başladım benim sevdiğim ahmet'le. isimlerinin benzerliği dikkatimi bile çekmeden. ilk defa birbirimize kamera açtığımızdada oldukça şaşırmıştım. fiziksel olarak ahmet yıldız'a benziyordu karşımdaki insan. kıllı, iri yarı bişeydi. yaklaşık 6 ay sonrada tanıştık ahmet'le. ahmet yıldız öleli 7 ay kadar olmuştu yani biz tanıştığımızda. kader diyorum ben buna.

ahmet yıldız, senden tekrar özür diliyorum. uzaklardan beni duyuyorsan eğer, adaşın sevdiğimin yani ahmet'imin hatrına beni affetmeni diliyorum.
toprağın bol olsun.

14 Eylül 2009 Pazartesi

gaylere ölüm ???

habertürk'te haberlere bakıyodum. bi başlık dikkatimi çekti. haber aynen şöyle..

Gay'leri internette bulup öldürüyorlar

Irak'ta radikal dinci çeteler eşcinseller karşı gizli bir savaş yürütüyor. Observer Dergisi'nin haberine göre militanlar özellikle gaylerin uğrak yeri olan chat odalarında keşfe çıkıyor. Observer, Irak'ta bu yıl içinde 130 gayi katlettiğine inanılan gruplardan biriyle irtibata geçmeyi başardı. Çetelerden birinin üyesi olan 22 yaşındaki Ebu Hamizi günde ortalama altı saat internetteki gay chat odalarında dolaştığını buralardaki Iraklılar'ın kimliklerini belirlemeye çalıştığını söyledi. Sanal sohbet odalarında arkadaş değil kurban bulmak için dolaşan Bilgisayar Bilimleri bölümü mezunu Hamizi "Bu İslam'ı yok eden ve yüzyıllar boyunca binbir güçlükle elde ettiğimiz adımızı kirletmeye çalışanları bulmanın en kolay yolu" diyor. Irak'ta 70'i son beş ayda olmak üzere 5 yılda 680 gay öldürüldü.

haberi okuyunca yaşadığıma şükrettim. şuanda ırak'ı ve oranın insanlarının düşünce tarzını yorumlamamız zor ama asıl beni ürperten haberin altındaki bazı yorumlar oldu. bikaçını paylaşayım, siz karar verin.
*lut kavminin sonunu bi hatırlayın ne oldu..
*hak yol varken neden yanlış yol.....
*guzel bir çalışma, emeği geçenlere teşekkürler
*allah yardımcınız olsun arkadaşlar,kolay gelsin rastgele
*başarınızın devamını dilerim
*türkiyeye şube açsınlar bence
*örnek bir çalışma
*hayırlı ve bereketli işler dilerim bol gaylı günler bayram ağzı belki işler açılırda sayı artar
*istanbul ve ankara size tam bi cennet hele gençlik parki saat 24'den sonra kum gibi kayniyo.
*çok güzel hareketler bunlar
*emeğinize yüreğinize sağlik...
*bu mu sizin müslümanlık anlayışınız. insan öldürmek. umarım bunu takdir edenlerin çocukları gay olur ..
*hey yorumcular,bir insanı tüm insanları öldürmüş gibi değilmidir,nasıl böyle bir şeye destek verebiliyorsunuz yazıklar olsun
*elleri dert görmesin diyeceğiz tabi ne diyecektik.erkeklerin sarmaş dolaş dolaşması ne güzel mi diyecektik yani.
*ya nasıl insanlıktır bu nasıl müslümanlıktır,allahın verdiği canı allah alır, allahtan korkmazlar
*bu vahşet dolu olayı öven arkadaşlar valla çoğunuzun babası amcası dayısı gay odalarında 22-23 yaşındaki erkeklerle gizli gizli bu olayı yaşıyorlar çevrenizde okulunuzda iş yerinizde dolu insan gizli gay ama birşey oldu mu herkes tüh kötü bilmem ne geçin bu ayakları yemezler
*gaylari öldürüp islamiyeti yücelttiklerini sanıyorlar aksine yozlaştırdıklarının farkında değiller.bunu yaparken belki sevap bile işlediklerini düşünüyorlardır unutmasınlar kitabımızda öldürmek günahtır,islamiyet dini hoş görü dinidir,bunları yapıyorsan bu dinden değilsin. mevlananın sözünü hatırlatayım,gel ne olursan gel...
*her ne şekilde olursa olsun insan öldürmek yanlış bir yol
yorumları okurken gözlerim doldu. :(

bu arada aylar önce bi forumda ilk eşcinsel töre cinayeti kurbanı ahmet yıldız için "ee o da madem tutucu bir ailesi olduğunu biliyordu, eşcinsel dergilere poz vermeseydi, dört duvar arasında yaşasaydı hislerini, onun da hatası var" dediğim için önce kendimden, sonrada ahmet'in ruhundan çok çok özür diliyorum. geçen zamanda anladımki, bu hayat tek kişilik ve hiçbir sebep katledilmek için geçerli bi sebep olamaz. olmamalı..

hayatım roman :)

bugünlerde bolca kitap okumaya başladım. daha az tv ve film izliyorum. kitapçıya uğradığımda merak edip aldığım ama okumadığım evde birikmiş tüm kitapları bitirmeye karar verdim. ben böyle bikaç ay daha kitap okursam, bi kitapta ben yazacak kadar dolacağım gibi geliyor. aslında sonunu henüz bilmediğim ve sonu olmasın istediğim hikayemizi yazmak geçiyor bazen aklımdan. geçendede biri bana hayatını senaryo yap, ferhan özpetek'e yolla film yapsın dedi. bu söz beni çok onore etti ama bir o kadar da güldürdü çünkü ben özel de olsa çokca yaşanan bir ilişkinin içinde olduğumu düşünüyorum. daha önce internetten yazıştığım adamlar içinde 14 yıl birlikteliği olan kişiler vardı. hatta uzun yıllar yazıştığım ve bi yurtdışı seyahatimdede tanışma fırsatı bulduğum birbirini köpekler gibi seven evli yabancı eşcinsel bir çift vardı. ama niyeyse ben asla kendimi bi ilişki içinde göremezdim. halada "bi rüyamı lan bu" dediğim oluyor. :)

eminim herkesin hayatı bir kitaba, bir filme konu olacak kadar farklı ve renklidir. bu yüzden önce diğer insanların hikayelerini okumak ve dinlemek istiyorum. sonra belki, çok sonra bu anıları derlerim.

foto=flickr, julscela

13 Eylül 2009 Pazar

sevgiliye hitap şekli

kötü bigünün ardından geç uyandım yeni güne. yanlış birşey yapmamanın verdiği sevinçle. hemen onu aradım. onu sevdiğimi ve özlediğimi söyledim. "hayırdır, bişey mi oldu" diye sordu, "yok bişey" dedim. havadan sudan selden ramazan'dan konuştuk uzun uzun. amaç sesini duymak ve nefesini hissetmekti. konunun çok da bi önemi yoktu o konuşurken.

aslında size garip gelecek ama biz birbirimizi sevdiğimizi çok söylemiyoruz birbirimize. çoluk çocuk gibi ağızda eskitmek istemiyoruz "sevgi" sözcüğünü. bakıyorum da çevreye. herkes birbirine aşık, herkes sevgili. bi günde aşık olup, iki günde sevip, haftasonu küfrederek ayrılıyor insanlar. ya ben sevginin ya da aşkın tanımını yanlış biliyorum ya da millet hoşlanmayı, beğenmeyi aşk sevgi sanacak derecede kafayı yemiş durumda. neyse, banane milletten demi, ben hayatıma bakayım. kimseyi değiştirmek bana düşmez. ama ne bileyim, komik geliyor bana öyle laflar, ilişkiler.

coachbear blogunda bi konu açmıştı "sevgilinize nasıl hitap edersiniz" diye. ben de zamanında aynı konuyu bi forumda açmıştım. milletin ne renkli hitap şekilleri olduğunu verdikleri cevaplardan görmüştüm. oysa ben hayatıma girmiş insanları "sevgilim" diye tanımlamadım ve onlara o şekilde hitap etmedim hiç. "eski sevgilim" yerine "eski kız arkadaşım" daha düzgün duruyor anlam olarak. ahmet'i anlatırken için bile "sevgilim" demek yerine "sevdiğim" demeyi tercih ediyorum. aralarda içim içime sığmayınca yüzüne "sevdiğim" ve "canım" dediğimde oluyor ama kesinlikle feminen ve yayvan bi üslupla değil. ama bu onu sevdiğim konusunda şüphem olduğu manasına da gelmesin. içimde zerre kadar soru işareti yok onu sevdiğime dair.

bilmiyorum ama bu sevgi denen kavram çok yüce benim gözümde. yani birine "seni seviyorum" demek için emniyeti açık bir silahı kafasına dayayıp tetiği sevdiği kişinin eline verecek kadar güvenmek gerektiğini düşünüyorum. bu yüzden kaşa göze yada iki söze bakıp sevenleri, aşık olanları kaale almıyorum.

foto=deviantart, p0ubell

12 Eylül 2009 Cumartesi

değişken libidom

bunu paylaşmak ne kadar doğru bilmiyorum. ama yazmazsam, sizle de paylaşmazsan ve içimde gizlersem bugün kötü bi şeyler yapacağım gibi hissediyorum.

iki gündür libidom en üst seviyede yine. yediklerimden midir nedir anlamadım. kendimi dizginlemekte artık cidden çok zorlanıyorum. kendimi derken, bedenimi ve içimdeki hayvanı. ruhum, aklım ise şiddetle karşı bu halime. bana hep onu hatırlatıyor. sevdiğim adamı ve geleceğimizi. ama ben ne yazıkki hep şuanı yaşıyorum ve resmen içimde şuanda sadece şehvet taşıyorum. ne yapacağımı bilmiyorum. yaşım 32 ve aylardır sevişemiyorum. doğru dürüst masturbasyonda yaptığımı söyleyemem. cidden kasıldım iyice. ahmet'le daha ne kadar böyle rahip gibi devam edeceğiz onu da bilmiyorum. belki şu bikaç günü atlatırsam herşey düzelecek ama nasıl???

sanırım dışarı çıksam iyi olacak. belki bu kötü düşünce ve arzular azalır kendinden.

foto=man-candy.co.uk

10 Eylül 2009 Perşembe

geçmişe mazi derler

akşam çıkışta 3g telefon bakmak için bi mağazaya uğradım. görevli kıza "3g telefonlara bakmak istiyorum?" dedim. kız beni bi standa götürdü. bikaçının görüntüsünü daha fonksiyonlarını bile sormadan begendim. "ne kadar" dedim, 1600 küsür dedi. "peki ya bu" diye diye birkaçının daha fiyatını sordum. 1000 tl den aşağı güzel bi 3g telefon göremedim. laptop fiyatına telefon yani.

neyse telefonlardan konuşurken sohbet etmeye başladık kızla. açıköğretimde okuyormuş, aslen uşaklılarmış falan. basbaya muhabbet ettik ayaküstü. kız sonra bi ara bana sessizce "bayramdan sonrayı beklerseniz beğendiğiniz bazı ürünlerde indirim yapılacak." dedi ve bi gözünü kırptı. ben tabi anladım olayı. "ok bekleyeyim madem, tekrar görüşürüz" dedim çıktım. tam arabaya doğru yürürken tanıdık birini gördüm. 1 yıl önce falan cinsel amaçla internetten tanıştığım bi adamı. o da beni gördü, önce tanıdı sandım ama sanırım spordan dolayı kilo aldığımdan ve bir de sakallarımı kestiğim için tanıyamadı. yanında bir kadın vardı. kadın adamın eline poşetleri vermiş hızlıca yürüyorlardı. tam yanımdan geçerken kadının eşi olduğunu anladım. oysa bana bekarım demişti de öyle birlikte olmuştuk. o zamanlar ne kadar saçmasapan şeyler yapıyor olsamda asla evli kadın yada erkeklerle buluşmuyordum. adamın evli olduğunu farkedince kendime kızdım o anda. ruhumu da bedenimi de bu gereksiz insanlarla iki dakikalık zevk için niye eskittim ki dedim. ve en kötüsü kendimi kullanılmış hissettim.

çemkire çemkire arabaya bindim ve eve gelirken ahmet bey aradı. saçma sapan konular açıp beni gülümsetti yine. bugün aklımda çirkin olan ne varsa unuttum sayesinde. bi tek o kalsın diye bugün karşılaştığım o adamı da, diğer tanıştığım insanları da geçmişin pişmanlık dolu kitaplarına kapattım.

9 Eylül 2009 Çarşamba

yarım maaş ikramiye :)

geçen gelen yabancılarla ilgili ek bir anlaşma imzalanmış dün. miktarı söylemiim, epey bi para. yani sizin bizim ömür boyu çalışıpta kazanamayacağımız türden. patron gelip bizzat kendi tebrik etti 4 kişilik core ekibimizi.

ee ne yalan söyliim epey uğraşmıştım ben de. gecenin yarılarına kadar falan. ama değmiş demekki. üstelik patron muhasebeye demiş ve hesabımıza yarım maaş ikramiye de yatmış. hani paragöz biri değilim ve kazancımdan memnunum çok şükür ama bu programdışı fazladan para beni ayrıca sevindirdi. zaten bayramın 3.gününden itibaren ahmet'le bi yurtiçi tatil planım vardı kafamda. bu parayı orda kullanayım diyorum.

şimdi geriye sadece beyimizin izin koparabilmesi kaldı. ta kaç zaman önce konuşmuştuk ama hala söylememiş bile. bi de zaten bu havalarda nasıl yurtiçi tatil olacak bilmiyorum. belki kıbrıs olabilir. neyse bir izin alsın da, hava durumuna bakıp bi yer belirlemek kolay.

8 Eylül 2009 Salı

kalp kırmadan, sevgiyle

havaların hızla değişmesinden sanırım benimde iç dünyamda değişti. bir de blogta yazdığım her konudan sonra ortaya şıkan kırıcı tartışmalardan dolayı kaçgündür yazmak istemedim. açtım editörü, bir iki satır yazıp yazıp sildim. yayınlamadım.

aslında yazılacak bi yığın şey oldu bu bikaç günde. mesela babası ölen arkadaş işe geldi bugün, onla konuştuk biraz. hayata dair genel konuları. ne kadar çok hayallerimizin hedeflerimizin olduğunu farkettik. aslında bir anda hepsinin bitebileceğini, herşeyin yarım kalabileceğini konuştuk. arkadaş babasının sağlığında onun ölebileceğini düşünmediğini ve bu yüzden ona aslında hakettiği kıymeti asla vermediğini söyledi, ağladı. o an cenazeye giderken düşündüklerim ve siteye yazdıklarımdan dolayı utandım. en son susarken, içinden derin bi "offf" çekti, sonra "önemli olan şu hayatı kalp kırmadan, sevgiyle yaşamak" dedi.

akşam gelirken arabada bu sözler yankılandı kafamda. "kalp kırmadan" ve "sevgiyle" yaşamak.

müziği kapattım ve şuan gerçek hayatta farkında olarak yada olmadan kimsenin kalbini kırıyormuyum diye düşündüm. yaşadığım hayatın ne kadar "sevgi" dolu olduğunu sorguladım. bunları inceledikçe ahmet'le bende başlayan değişimin hayatımdaki etkisini gördüm. onu ne kadar sevdiğimi de.
onu seviyorum çünkü o şuanda kolum, kanadım, aç kaldıklarım, özlediklerim, yani herşeyim. onu seviyorum çünkü, taşıyamadığım ve yıllardır altında ezildiğim tüm farklı hislerim onun yanında siliniyor. bi çocuk gibi oluyorum. hatta çoğu zaman şehvetten bile arınıyorum. onu seviyorum çünkü, ruhum, psikolojim ve algılarım değişti onun sayesinde. belki bunun olması için o hiç bi çaba sarfetmedi ama ben onun o sade ve saf halleri karşısında devamlı kendimi sorgulayıp düzeltiyorum.

son yıllarda yaşadığım en huzurlu zamanlarım. onu özlemek dışında hiçbir şeyi dert etmiyorum. hiçbirşeyi kafama takmıyorum, büyütmüyorum, hayatımı çekilmez hale getirmiyorum. mesela artık eskisi kadar kızmıyorum. kolay kolay gerilmiyorum, gerilsem de kimseye yansıtmıyorum. şaka maka hassaslaştım iyice. yani giderek daha az kalp kırıyorum ve daha çok seviyorum. aslında ben farkında olmadan "kalp kırmadan ve sevgiyle" bir hayatı yaşıyorum..

foto=deviantart, gilad

6 Eylül 2009 Pazar

sway with me

saatlerdir pazar temizliğimi yapıyorum ve henüz bitti.
aslında düzenli ve ortalıgı kirletmeyen biriyim. ama yine de evin genel bi tozunu almak lazım aralarda. ramazan diye annem de babam ve kardeşleri bırakıp gelemiyor diye ben yapiim dedim. bir yandan ayakaltı yerleri siliyordum bi yandan da böyle hareketli şarkılardan bir mp3 listesi yapmış yüksek sesle onları dinliyordum. tam paspasla salonu silerken sway başladı çalmaya. aklıma "shall we dance" filminde richard gere ile jennifer lopez'in dansı geldi. ben de başladım sopayla dansetmeye. performansım görülmeye değerdi doğrusu. şaka yapmıyorum dans etmekte fena sayılmam. en azından latin danslarında fena değilimdir, üniversitede iken arkadaşlarla kursa yazılmıştık hatta. tabii eskisi kadar kıvrak olamasamda demin iyiydim sanırım. partnerimin sopa olduğunu düşünürseniz gayet iyiydim bence.

belki bigün bi ahmet'le de dans ederim bu şarkıda. henuz hayatımda bi erkekle hiç dans etmedim, nasıl olur bilmiyorum ama eğlenceli olacağına eminim.



Pussycat Dolls - Sway

5 Eylül 2009 Cumartesi

yaşlılık ve ölüm

işyerinden bi arkadaşımın babası vefat etmiş sabaha karşı. adam zaten ağır hastaydı, yatalaktı. eşi de yıllar önce öldüğü için 3 ay birinde 3 ay birinde olacak şekilde çocuklarında kalıyordu. ben ne zaman arkadaşın evine gitsem eğer oradaysa benle uzun uzun sohbet eder, "sen evlenmiyormusun oğlum" diye sıkıştırırdı. arkadaşım ise diğer kardeşlerinin onu sahiplenmemesinden dert yanardı sessizce. adam ölünce artık dert yanacağı bir sıkıntısı da kalmadı. hem kardeşlerin bakmakla yükümlü oldukları hasta bir adam da yok artık.

ne devirdeyiz anlamadım ki. bizi meydana getiren, doğuran, büyüten ve bizim için yaşlanan, beli bükülen insanlara bu umarsız yaklaşımımızı anlamakta cidden zorlanıyorum. ya bizde vefa denen şey tükeniyor, yada değerlerimiz ortasından bölük pörçük hale geldi.

anneden babadan bahsediyorum. eş dost arkadaş vesaire değil. insan herkesi dünyasından dışlayabilir, kardeşini bile belki ama anne-babaya bunu yapamaz. yapmamalı. tamam insanlar yaşlanınca sıkıntıları artıyor, hatta kimisi yatalak, felçli, yada akıl sağlığını yitiriyor ama bu onları kendi başlarına bırakmak için geçerli bi sebep değilki. aksine onların tam sahiplenilmeleri gereken zamanları. hem bigün bizde yaşlanmayacakmıyız. biz de ele-ayağa düşmeyecekmiyiz.

bana evlenmediğim için yalnız öleceğim vurgusunu yapan arkadaşlara yeni neslin hatta bizlerin yaşlılara ilgisizliğini örnek gösteriyorum. "evlatlarımın bana bakmadığını görerek kahırdan ölmek yerine yalnız ölmeyi tercih ederim" dediğimde bana gülüyorlar. halbuki ben bir gerçeği söylüyorum yüzlerine, anlamıyorlar. ne diim ki daha.

birazdan bi duş alıp sarıyer'e cenaze namazına gideceğim. yaşıyorken gizliden gizliye babasının ölmesini isteyen arkadaşımın cenazedeki hallerini çok merak ediyorum doğrusu. gülüyor görürsem hiç ama hiç şaşmam.

4 Eylül 2009 Cuma

gamsız hayat

dünkü yorgunluğun acısı fena çıktı. bu akşam yemeğimi yedikten sonra bilgisayarın başında öylece uyumuşum. telefonu bile duymamışım. bi kalktım 10 cevapsız arama, bi tutulmuş bel ve yüzümde uzun uzun kızarıklar. şükür havalar iyide, bi de üşümemişim. yoksa hepten göçerdim. hala kendime gelmeye çalışıyorum.

o 10 cevapsız aramanın hepsi ahmet'e ait değil. beni uyandıran son 6 cevapsız arama bi arkadaşıma ait. böyle hayatın dibine vurup isyan ettiği münasebetsiz saatlerde beni arayan bi arkadaş. kötü bi durum yoktur diye aradım demin. 20-25 dk kadar konuştu ağladı, sustu ağladı. adam evli ama eşine bile açamadığı sıkıntıları var. elimden geldiğince dinleyip telkinlerde bulunuyorum ama nafile o aynı acılarla yanmaya devam ediyor herseferinde.

sanırım toplum olarak bu haldeyiz. herkesin güçlü görünme çabası altına gizlediği acıları, zayıflıkları, güçsüzlükleri, sıkıntıları var. benimde var farkettiyseniz. hatta belki bu yüzden yazıyorum. gidip gecenin yarısı birini arayıp, ağlayamadığım için, bu derdimi anlayacak kimse bulamadığım için yazıyorum. belki bu satırları okuyanlar içinde beni anlayan çıkar diye yazıyorum. ama gerçek hayattan kimseyi bu komplike derdimle sıkmak, anlayış dilenmek istemiyorum. bunu yapamayacak kadar gururlu yetiştirildim. candan erçetin bir şarkısında diyo ya "çok mu güçsüz duruyorum uzaktan bakınca, çok mu kalender sandınız dert anlatmayınca" diye. hakkaten o iki kalıp arasına sıkışıp kalıyoruz. biri dert anlatsa zayıf diyoruz, sussa güçlü. halbuki bu kadar siyah ve beyaz değil ki hayat. yani insan güçlüyken de derdi olamaz mı, bunları paylaşamaz mı? biz bunu anlamıyoruz. o yüzden toplumda ya benim gibi suskun ve derdini gizleyen mağrur insanlar yaratıyoruz, yada yolunu bulunca akan şelale gibi derdini paylaşabilen ağlak adamlar.

foto: flickr, northern star

3 Eylül 2009 Perşembe

aziz istanbul

çok yoğun bir hafta yine benim için. dün akşam yabancı misafirlerimiz vardı. onlara rehberlik etmek bana düştü. gece otelde yataklarına yatırana kadar adamlarla beraberdim. :)
akşam yemeği sonrası kısa bi istanbul turu attırdım. hepsi hayran kaldılar boğaz manzarasına, istiklal caddesine ve sultanahmet'teki ramazan coşkusuna. ama bizim millet bi garip hakkaten. böyle yabancı sarı marı birilerini gördüler mi uzaylı görmüş gibi bakıyorlar ya, o an çıldırıyorum.

adamlar bi de bana böyle bi şehirde yaşadığım için şanslı olduğumu söylediler. hani ben bazen dayanamıyorum desem de, güzel bir şehir şu istanbul. hakkaten dünyadaki en güzel şehirlerden. tamam insan profili, yapılanması biraz garip ama işte bunlara rağmen hala güzel ve çekici. kötü anılarıma rağmen güzel.

2 Eylül 2009 Çarşamba

değişiyorum, benzeşiyorum

sanırım insan sevdiğine benziyor zamanla. yani daha önce de sevdim ama bu denli bi değişim yaşamadığımdan bunu farketmemiştim.
bugün farkettimki izlediklerim, dinlediklerim, yediklerim hatta giydiklerim bile değişiyor. alışık olduğum hayattan, zevklerden ve diğer bir yığın şeylerden yavaş yavaş soğuyorum. beni kendine çeken, aklımı bir an bile boş bırakmayan bir güç beni değiştiriyor. bu gücün adına siz sevgi diyin, yada aşk, her ne ise o artık benim sahibim gibi. ben köle gibiyim o gücün altında. bana emrediyor şunu yap diye yapıyorum. ara diyor arıyorum, düşün diyor düşünüyorum, özle diyor özlüyorum, ağla diyor ağlıyorum. ben ömrü hayatımda şu son üç ayda ağladığım kadar ağlamamışımdır mesela. ama kesin olan şu, yaşadığım değişimler beni sevdiğim insana benzetiyor.

belki aynı değişimi o da yaşıyordur benim farkedemediğim şekilde. belki o da benim gibi düşünmeye, konuşmaya, yaşamaya başlamıştır. kimbilir.. o güç herneyse bizi bir ortak noktada buluşturuyor.

haaaaa ben bunları niye yazdım? şikayetçi miyim bu durumdan? asla, aksine çok mutluyum. taş kalpli, şehvet düşkünü biri olmak bana acı veriyordu zaten. aynaya her baktığımda "sen bu değilsin, sen bu değilsin" deyip duruyordum. şimdi aynaya baktığımda kendimi ve onu görüyorum. mutlu oluyorum.
yaaa ben onu çok seviyorum. ona söyleyemeyecek, anlatamayacak kadar çok hemde.

foto: deviantart,matthewxavier

güçlü kadınlar

milleti bilmem ama bana güçlü görünen güzel kadınlar daha çekici geliyor. hani nasıl denir, böyle elini bi işin altına koyarken, o işi hakkıyla yapacak gibi görünen tipler dikkatimi çekiyor. böyle bi kadın bi de güzel güldü mü, eğlenceli biri oldu mu, o zaman kaçırılmaması gereken kadın kategorisine girer. aşırı yumuşak tavırlar gösteren, kızma küsmeyi naz ile karıştıran, çıtıpıt tiplerden oldum olası haz etmiyorum. mesela iğrenç gülümsemeli, sırnaşık kedi tavırlı paris hilton hiç ama bana cazip gelmez.

zuhal topal da beğendiğimi söylediğim kategorideki güçlü kadınlardan biri. daha önce bir ses yarışmasında görmüştüm onu, sonrada bi daha görmedim. bi de bu ara izlediğim "geniş aile" diye bir dizide oynuyor. aslında eski cnbc-e günlerimi geride bıraktıktan sonra pek dizi izledim diyemem ama bu diziyide sırf ahmet'in sevdiği dizi olduğu için izliyorum. ortak espri çıkar diye :)

zuhal topal'a dönelim tekrar. hani tamam ondan çok daha güzel kızlar var piyasada. ama bu kız hem akıllı, hem komik, hem cin gibi. o kocaman gözlerini rol icabı bile olsa bi dikeliyor, insanın "emredersin" diye esas duruşa geçesi geliyor. benim gibi maço sayılabilir biri için komik bi durum aslında.

1 Eylül 2009 Salı

gitmek mi, kalmak mı

bu ne dengesiz havalardır anlamadımki, hayat neden çile gibi bu şehirde. hele şu trafik ve trafikte dahada hayvanlaşabilen bazı insanlar cidden beni deli ediyor. bazen isyan etmemek için zor tutuyorum. hatta bazen pişmanlık duyuyorum burada yaşadığım için. okuldan sonra çok güzel bir kariyer fırsatı yakalamıştım yurtdışında aslında. beyin göçü muhabbetine gitmedim bi yerlere. sınıftan nerdeyse herkes kaçtı, bi ben bi de bikaç acilen evlenip hayat kuran tipler kaldı. benim gitmeme kararıma da benden çok ailem sevindi tabi.

belki gitmiş olsam sıkılıp şimdiye çoktan dönmüştüm, ama belkide uyum sağlayıp kalmıştım oralarda. kimbilir belki çoooook çok farklı bir hayatım olacaktı. lab lab lab lab la. "ecekti,acaktı"lı bi yığın cümle kurabilirim böyle.

ara ara aklıma geliyor uzaklara gitmek. özellikle ahmet'le tanıştıktan sonra bu çok olmaya başladı. bilsemki onun iş bulma gibi bir sorunu olmayacak, benim iş vizesi alma şansım var. alır gideriz birlikte. bir süre zorluk çekilir ama sonra yoluna girer herşey. bu kolay olan. ama olaya işte böyle modomod bakamıyorum. ortada 40 tane parametre var. aileler, ailelerin istekleri, arkadaşlar, dostlar, alışılmış hayatlar, alışılan kültür, yemekler, mekanlar, insanlar. bunları bırakıp gitmek demek ahmet'le birbirimize inanılmaz büyük bi sorumluluk yüklemek demek. yapacağım en ufak bir hata yada umarsızlık, onu çok yaralayabilir. gerçi güçlü biri ama bazen çocuk gibi saf halleri beni korkutuyor. şimdi onu üzsem bile biliyorumki onu hayata bağlayan bi yığın sebep var çevresinde. hoş zaten benimde onu üzmek gibi bi dileğim yok. hatta aksine onunla konuşurken iki kere düşünüp konuşuyorum yanlış anlaşılacak bişey olmasın diye.

neyse bak gene konu nerden nereye dağıldı. gitmek diyodum. bu konuyu bi ara onunla yüzyüze yüzeysel konuşsam fena olmaz. tansiyonunu ölçelim bakalım ne düşünüyor.

foto= la progressive

bizim akrabanın taciz olayı

ya ben size anlatmadım demi.
geçen annem aradı telde söyledi. bizim bursa'dan uzak bi akrabanın oğlu istanbul'a gelmiş çalışıyomuş. bi ara bahsi geçmişti, bana bulaşmasınlar diye olayı duymamazlıktan gelmiş ilgi göstermemiştim. işte 20li yaşlardaki bu çocuğa iş ortamından 50lerinde biri babacan tavırlar falan sergiliyomuş. neyse 1,2 derken çocuk güvenmiş bu adama, adam evine çağırıyormuş sohbet samimiyet falan. bigün adam bizim oğlana sarkmış, bildiğimiz taciz düzeyinde bişi. ee çocuğun içinde yokmuş demek, yada o yaşta birine belki cinsel arzu duyamadığından tepki göstermiş. tartışmışlar, bizim eleman mutfağa gidip bıçağı alıp adama saplamış. adam ağır yaralı yatıyormuş şuanda, bizim çocukta hapiste tabii.

üzüldüm olaya. ben o çocuğu daha 10 yaşlarında falanken görmüştüm. aklımda kalan hali temiz sakin biri olduğu. durum gerçekten çocuğun anlattığı gibiyse umarım çok ceza almadan kurtulur.

işin benim asıl ilgimi çeken tarafı ise annemin bu olayı benle paylaşması ve paylaşma şekli. oğlana sarkan yaşlı adamdan bahsederken "sapıklık yapmak istemiş" demesi biraz beni düşündürdü. tamam, istemeden birine cinsel bişeyler yaptırmak sapıklıktır zaten ama annem o lafı genel olarak eşcinsel yakınlaşmalar için kullandı sanırım. yani bilmiyor ama ben onun kriterlerinde sapıklık yapan biriyim o zaman.
ne diim. buna daha da üzüldüm :(