28 Nisan 2010 Çarşamba

herşey yolunda

toparladım durumları biraz. yada ben öyle sanıyorum.

ahmet'le haftasonu olan şey için konuştuk açık açık telefonda. bana aynı hayallerden bahsetti, olmayacağını yineledi. sanki ben ondan yeniden denemeyi istemişim gibi hissettim ama üstelemedim. bu konuda kendini daha iyi nasıl hissedecekse öyle düşünsün. sorun değil açımdan. sonuçta arabayı evin önüne kadar çekip, elini tutup kendime çeken bendim. belki de haklıdır diye sustum.

bunun dışında dün güzel bişey oldu. en azından ben güzel bişey olduğunu düşünüyorum. uzun zamandır bizim mühendis kızı akşam yemeğine çıkarmak geçiyordu aklımdan ama ailesinin geç saatlerle ilgili tepkisini tahmin edebildiğimden sormamıştım bile. dün öğle arasında cesaretimi toplayıp aradım, yeni işini kutlama bahanesiyle akşam yemeği teklifi yaptım. kibarca "ben birazdan seni arayayım mı" diye telefonu kapatınca anladım ailesine soracağını. garip geliyor o yaşta birinin hala ailesine bu kadar bağlı olması ve bi o kadar çekici geliyor bana. ne biliim, hani insanın özlediği o anadolu saflığını temizliğini hatırlatıyor sanki. işin garibi mantıkta bi o kadar da modernler. neyse, beni aradı bi yarım saat sonra. "olabilir ama akşam önce eve geçmeliyim" dedi. saatleştik. ben de akşam erkenden eve geçip bi duş aldım, giyindim. araştık, buluştuk kapısında sonra yemeğe geçtik. kızdaki yeni işinden kaynaklanan mutluluğu dün daha iyi bi gözlemledim. tüm akşam gülümsedi. üstelik başka bişey daha vardı onu diğer günlerden farklı kılan. saçını topuz yapmıştı, belki de yüzünün bu kadar ortaya çıkması bana farklı gelmiştir. ama yakışmıştı. o hali bana aşık olduğum ilkokul öğretmenimi hatırlattı. yemekte abisinin konusu açılınca "abim seni çok sevmiş" dedi. "nasıl yani" dedim gülerek. "ya aslında abim askeri liseye girdiği andan itibaren çok değişti. kolay kolay insanlara güvenmez ve güzel şeyler söylemez oldu. ama sen bizden gidince hakkında iyi şeyler söyledi" dedi. bu seferde benim yüzüme bi gülümseme yerleşti. o gülümseme bugün bile sürdü yüzümde.
umarım günler böyle gülümseyerek geçer. umarım....................

25 Nisan 2010 Pazar

değişimin gücü

dün gece pişmanlıkla geçti. çünkü küllenmek üzere olan bir ateşi yeniden alevlendirdim dün. bugün ne ben ahmet'i aradım ne de o beni. bu karmaşık kafa ikimize de yetti tüm gün. ben bi ara iyice daraldım, bizim mühendis kızı aradım. buluştuk, oturduk muhabbet ettik yeni işinden, iş ortamından. sevinçliydi ama o bendeki durgunluğu dalgınlığı bi şekilde anladı. kadınlara bu konuda hayranım, doğuştan psikologlar resmen. "biraz yoğun bir haftaydı, yarım kalan işler var. onlar geliyor arada aklıma. dalıyorum" falan gibi bir yalan attım. eminim inanmadı. ama ne güzel, üstelemedi de. çünkü ben sevmem zaten bir yerden sonra özelime girilmesini, sorgulanmasını.

bu arada kardeşi gelmiş izmir'den. subay olan. gerçi başka kardeşi de yok zaten. dedi "bize gidelim mi? abimle de tanış". değişiklik olur diye "evet" dedim, bi de zaten abisini merak ediyordum teyzenin anlattıklarından. geçtik eve ama ortam kalabalıktı. abisi, yengesi, yeğeni falan. tanıştık sohbet ettik. yeğeni acaip tatlı bişi, acaip hem de. hani o mutsuz halimde bile beni kahkahaya boğdu çocuk. abisi de çok iyi insan. sohbet arasında ergenekon konusu açılınca olaya demokratik yaklaşıp "bizde de kötü niyetli insanlar vardır elbet" diyecek kadar da hak hukuk sahibi bi tip. açıkçası ben bu aileyi tümden pek sevdim gerçekten. samimiler, içtenler, beklentisizler.

bi de bişey farkettim. bizim kızın rengi benzi açılmış, yüzüne eksilmeyen bi tebessüm yerleşmiş. yeni işi gerçekten yaramış. sevindim onun adına. acaba ben de bu tür bir değişiklik düşünsem mi dedim içimden.

foto=flickr, sweetkendi

24 Nisan 2010 Cumartesi

ben napıyorum?

napıyorum? napıyorum? napıyorum? napıyorum? napıyorum? napıyorum?
bi saattir bu soruyu soruyorum kendime.

ahmet'le buluşmuştuk sabahtan. dışarıda kahvaltı yaptık. sonra gezelim dedik. arabada radyo çalıyoken ikimizinde çok sevdiği bir şarkı çalmaya başladı. tek kelime etmedik, dinledik. bir ara gözucuyla baktım, ağlamıştı. ondan sonra da sessiz kaldık uzun bi süre. adeta o an ruhlarımız konuştu birbiriyle. daha doğrusu ben öyle hissettim. o an bilinçsiz bir şekilde evin kapısına sürdüm. hani vereceği tepkiyi bile bilmeden yaptım bunu. kapıda durdurdum arabayı. elini tuttum, kendime çektim. gözündeki korkuyu okudum. arabadan çıktım, birkaç saniye tereddüt ettikten sonra o da çıktı. asansöre binerken bile gözgöze gelmedik. kapıyı açtım ellerim titreyerek. içeri girdik, ama ayakkabılarımızı bile çıkaracakken kadar dayanamadık. sanki bir mıknatıs gibi çekildik birbirimize. sarıldık sıkıca. o kadar özlemişimki o sıcaklığını saflığını. ağladım bende. içeri salona geçtik sonra, yanyana birbirimize bakmadan oturduk öyle bi süre. sonra eline dokunmak istedim. ellerimin ellerinde terlemesini istedim. parmaklarımı parmaklarına geçirdim. başımı omzuna yasladım. kalbinin sesini duyuyordum ta omzundan. bir ara saçımı kokladığını hissettim. nefesini hissettim çünkü. o an ne mantığım ne de başka sebepler bana dur diyebilirdi. öyle başım omzunda ölmek istedim. gerçekten hep öyle huzurlu bir anda ölmek istemişimdir çünkü. dua ettim içimden. insan ölmek için dua eder mi. benim gibi bi manyaksa eder. ölmedim ama benzer bişey oldu. uykuya daldım hiç ama hiç uykum yokken. 3 saat kadar uyumuşum öyle oturduğum yerde. uyandığımda yanım boştu. önce rüyamı gördüm diye düşünürken, sonra anladım ahmet'in ben uyurken gittiğini. gitti ama bi yığın soru kaldı kafamda. muhtemelen onun da kafası aynıdır.

ama bunu yaptığıma cidden inanamıyorum. tam herşeyi kendimce düzene koyuyorken arı kovanına çomak soktum resmen, hemde bu sefer onunda kafasını karıştırdım. kendime ne kadar kızsam, küssem az.

23 Nisan 2010 Cuma

que sera sera

ahmet istanbul'da. 23 nisan'la üç gün olan tatili değerlendirmek ve ankara'dan uzaklaşmak istemiş. geleceğinden haberim yoktu, zaten o da dayısına geçmiş. sabah erken aradı. benim de bi planım yoktu. buluştuk, biraz geç bi kahvaltı yaptık, sonra cuma namazına gideceğini söyledi. tam ben "kapıda beklerim" diyecekken "sen de gelsene" dedi. şaşırdım tabi. "bilmemki kem küm" derken arada derede ikna etti, abdest aldırdı. camiden içeri girdik sonra, ben istiyorum ki kapı yanı oturayım, namaz bitince hemen kaçayım ama nafile. adam ilerleye ilerleye, insanlardan müsade isteye isteye ikinci sıraya kadar götürdü beni. neyse ezan okundu, hoca yüksek yere çıktı hutbe okuyor. bi ara adamla gözgöze geldik, sanki içimi gördü gibi hissettim. yüzümü döndüm halıya.

bi de namazda bi ara gözlerim doldu. hani bayram namazlarını kılmak bizim ailede bi ritüeldir ve zorunluluktur ama cuma kılmayalı epey olduğunu farkettim. güzel bi andı. tüm sesleri duymamak, gözlerimin önümde olanı bile görmemek, hatta yanımdaki ahmet'i bile unutmak güzeldi. uzun zamandır tanrı'ya bu kadar yakın olduğumu hissetmemiştim.

cuma namazından sonra da gezdik biraz. ihtiyacı varmış gibi alışveriş yaptı o. ben ilk mağazanın kapısında "bugün bişi almıyacağım" diye yemin edince günü kurtardım. akşam yemeğini birlikte yemeği planlarken yengesi aradı yemeğe evde beklediğini, onun için hazırlık yaptığını falan söyledi. ben de ısrarcı olmadım, onu bıraktım eve sonra evime döndüm. "marry and max" diye bi animasyon film izledim. şuanda da etkisindeyim. kendime gelince uyurum sanırım.

20 Nisan 2010 Salı

yoğunluğun hafifletici etkisi

ya tam hayatımda böyle bir boşluğun içine düşecekken birşeyler oluyor, değişiyor durumlar hep. sanırım tanrının sevdiği kuluyum.

bi haftadır içimdeki garip his nedeniyle iyice herşeyin ardında bişeyler arar hale gelmiştim. iki gün önce 3 kişilik yabancı bir ekip geldi. ben ve bir arkadaş tüm vaktimizi hatta akşamlarımızı bu ekiple geçiriyoruz. ama sanırım ilk defa yabancılarla iş yaparken böylesine eğleniyorum. mesela bu akşam yemekte o kadar güldükki çenem hala ağrıyor. hepimizin gözleri yaşardı gülmekten. bi de o kadar basit şeylere gülüyoruz ki, görseniz halimize gülersiniz. :) üstelik ben mesafeli dururum iş ortamında, ama mesafe falan kalmadı. gerçi şikayetim yok durumdan. bu yoğunluk inanılmaz yorucu olsa da beni iyi hissettirdi.

iş dışında hayatımda bi değişim yok. hatta üç gündür kimse aramadı sormadı bile beni. sanırım herkes bişekilde kendi sıkıntılarıyla meşgul. o yüzden kimseye kızma, sitem etme lüksüm yok. ben bu durumu kanıksamaya çalışıyorum.

bi de bi önceki yazılardaki yorumları okudum. blogun 100. takipçisine hediye konusu açılmış :) aslında bu blog en özel ve gizli yönümü paylaştığım bir ortam olmamış olsa, tüm bir günümü o kişiyle gezmek yemek gibi şeylerle geçirmek isterdim. hatta 100. üyeden önce tanışmak, arkadaş olmak istediğim epey bir kişi var aklımda. ama işte nasıl desem, sanırım ben olaya yanlış yerden girdim ve haliyle hep geride durmak zorunda kalıyorum. yine de böyle sanal bir ortamda sizlerden birinin bile beğenisini ve güvenini kazanmış olmak benim için övünç kaynağıdır. bu yüzden yorum yazan yazmayan, üye olan olmayan tüm okuyuculara teşekkür ediyorum.

foto=flickr, lomokev

17 Nisan 2010 Cumartesi

bir his var içimde

bi önceki yazıyı yazarken sarhoştum. çünkü aklı başında halim "aşık olmak istiyorum" gibi bir itiraf yaptırmazdı bana. yok hani pişman mıyım söylediğim için? ımmm, hmmm. yok değilim aslında. yani ben bunu burada da söylemeyip içimde bastırdıktan sonra blogun benim için ne anlamı kalır ki. zaten gerçek hayatta eşe dosta böyle şeyler söyleyip zayıf ve bunalımda bir görüntü çizmek istemem. daha doğrusu bana acımalarına tahammül edemem.
----------------------------------------------------------------

bugün çok güzel bir gün. hani bunu söylemek için özel bi sebebim yok ama çok güzel gerçekten. yüzüme vuran güneşle uyandım sabah. balkonda da serçeler kavga ediyordu:) bisüre öyle tavanı seyrettim gözüm kamaşırken. aklımda hiçbişey yoktu. sanki hafıza sıfırlanmış olur ya, öyleydi. ama kendime gelmem çok zaman almadı :) kalktım yerimden, duşumu aldım, kahvaltımı yaptım. hatta şimdi giyindim bile. birazdan dışarı çıkacağım, ama bi planım yok. gezmek istiyorum sadece. daha doğrusu öyle tek başıma yürümek. geçen şems'in okumamı tavsiye ettiği bi kitap vardı, bulursam onu alırım. belki dışarıda başka şeyler yapmak geçer aklımdan, onları da yaparım. bugün kendime aitim.

bi de bi his var içimde bikaç gündür. sanki bişeylere doğru hızla çekiliyorum. yani umut mu desem, batıl inanç mı, altıncı his mi bilmiyorum. ama bişeyler değişecek hayatımda sanki. ben öyle hissediyorum. o yüzden bikaç gündür süspanse yaşıyorum. hiçbişeyi takmıyorum desem yeridir. o değişim için bir hazırlık evresi belki de. belki de aklımın bi aldatmacasıdır. neyse, gerçeği zaman gösterecek. ben şimdi başka gerçekleri görmek için kaçayım yavaştan.
herkese iyi haftasonları....................

foto=flickr, kalithea

15 Nisan 2010 Perşembe

aşık olmak istiyorum

ben aşık olmak istiyorum.
bugün uzun uzun düşündüm bunu. kime olduğunun önemi yok. karşımdakinin cinsiyetinin, eğitim düzeyinin, idealllerinin önemi yok. benim istediğim sadece aşık olmak. sevmek, hoşlanmak, uyuşmak falan değil. birine sorgulamadan teslim olmak istiyorum. hesaplar yapmaktan, empati kurmaktan, kırılmaktan ezilmekten ve en kötüsüde kırmaktan cidden yoruldum. aşık olursam bunları farketmem gibi geliyor. yani binlerce kez kovulsamda gitmem, aldatılsamda terketmem gibi geliyor. o kahrolası mantığım birazcık da olsa yatışır belki.

ben gerçekten aşık olmak istiyorum.
kime olduğunun önemi yok. belki bir marketteki kasiyere, belki bir banka görevlisine, belkide beni farketmeyecek kadar yükseklerdeki birisine. bunun önemi yok. zaten beni farketmek zorunda değil. onu ben sadece farkedeyim, yeter. bedeli önemli değil, ben herşeye razıyım. herşeyimi kaybetmeye.

bu gece uyurken bunun için tanrıya dua edeceğim. o, benim sevgi diye çırpınıp hep başarısız olduğumu biliyor. bu yüzden geçen gün şems'in bana tarif ettiği gibi bir aşk vermesi için tanrıya dua edeceğim. umarım beni duyar. bana cevap verir.

foto=flickr, matthew lyman

14 Nisan 2010 Çarşamba

sahiplenme arzusu

bu yazıyı telefonda konuşurken yazıyorum :) akşamdan bu yana telefondayım. birazdan beynimde bilinmeyen bi ur oluşabilir. yada şu dakka itibariyle(00:00) balkabağına dönüşebilirim. çünkü yarım saat annemle, 20 dakika sonunda işini değiştiren ve türlü dertle dolu bizim mühendis kızla, 1 saate yakın da hala aramızda ne olduğuna isim koyamadığım ahmet'le konuştum. sanırım bir haftadır toplasam bu kadar konuşmamışımdır cep telefonunda. tam blogu açıp yorumlara cevap yaziim derken bir telefon daha geldi. bi konuda fikrimi almak için bi arkadaşım aradı. konu da şu :) kız, internetten bir evlenme sitesinden bi çocukla tanışmış. işte sanal muhabbeti uzatmadan çocukla gerçektede görüşmüş bu akşam. çocuğu anlatıyor bana, çok masummuş, çok safmış, eli-ayağı karışmış bizim kızın karşısında. bizimkide çok tereddüt etmiş çocuğun bu hallerine. "ben biraz sahiplenilmek istiyorum, sahiplenmek değil" dedi. aslında bizim kız haklı ama bir yandan da haksız. çünkü bundan bir yıl kadar önce facebook'tan biriyle daha tanışmıştı. çocuk işinin ehliydi, 3 kızı aynı anda idare edebilen bir tip işte. tabi arkadaşımın bu durumu anlaması 3 ayını aldı, ağlamalı sızlamalı bitti. bitti ama bide internetten çocuğun profiline bakıp hayatına hiçbişey olmamış gibi devam etmesine falan üzülüp durdu aylarca. şimdi ona diyorum ama anlatamıyorum. zaten bu kızın sanal maceralarına ayrı bi kızıyorum. gerçi önce kendime kızmalıyım bu konuda sanırım. neyse bunun kapatacağı yok, çok fazla dolmuş. ben size iyi geceler dileyip, dert dinlemeye devam edeyim. zaten klavye sesini duydu, "napıyosun, kimle yazışıyosun" diye mızmızlanıyor. hahahaha :))

11 Nisan 2010 Pazar

sakar

bugün iğrenç bir gün benim için. gece çok geç uyudum. 3 film birden izlemiştim :) ama normal filmler yanlış anlaşılmasın. sabah komşunun çıkardığı gürültüyle uyandım, daha gözümü açamadan salona doğru yürürken ayağım kaydı düştüm. ve en sevdiğim dostlarımdan birinin bana hediye ettiği vazoya çarptı kafam. unufak oldu güzelim şey. yani ucuz bişey olmayışı bi yana, dostumun yurtdışına gitmeden önce doğum günümde bana hediyesiydi. acaip moralim bozuldu. sabahtan beri öyle hala. bi de üstüne kafam şişti, burkulan ayağım ağrıyor.

normalde bugün dışarı çıkarım diyodum ama kendimi cezalandırdım eve tıktım. sadece müzik dinledim kaç saattir. onun dışında tek ses olmadı evde, taki gizemli adam beni arayana kadar. sanırım iyi sinirlenmişim kendime, iyi dolmuşum ki çocuğa patladım. sabırla dinledi. komik olsa gerek kendinden dert yanan birini dinlemek. dinlediğim insanlar genelde çevrelerinden yakınırlar.

neyse ben cezamı erteleyip kendime yiyecek bişeyler hazırliim. yoksa başım döner, evde ne var be yok kırıp dökerim yine :)

foto=flickr, jacobssalon

8 Nisan 2010 Perşembe

ali ile şems

dört gündür yazmadım birşey. aslında kafam ve iç dünyam karışıktı. kendi kendime konuşmak istedim bir süre. şems'in yazılarından oluşan e-kitabı okudum. her yazıyı birkaç kez. bi kendi gözümle, bir de onun gözünden becerebildiğim kadarıyla. kitap şiirler, kısa hikayeler, denemelerden oluşuyor. sanki çoğu satırlarında kendimi okudum. hatta birkaçı aklıma yerleşmiş olacakki dün onu msn'de online yakalayınca özellikle o yazılarını sordum. "böyle engin şeyler yazmak için insanın çok yoğun yaşaması gerekir" dediğimde, "ben hayallerimde ayrı bir dünya kurdum, daha başka bi dünya. orada yaşadığım mutlulukların hüzünlerin taşması o okudukların" dedi. her ne kadar hayal dünyası dese de, onun da gerçek hayattan pozitif ya da negatif deneyimleri olmuş olduğuna eminim. sonuçta insanız, o da insan. ama ne biliim, bir yanı melek sanki. garip biri gerçekten ve bu garipliği onu öyle çekici ve özel kılıyorki. bir de en güzel tarafı sahip olduklarının farkında değil.

ne yalan söyliim, böyle bir dostum olsun isterdim. yani işin duygusal taraflarını aklıma bile getirmiyorum ama böyle birinin gerçek hayatta dostluğu, sohbeti inanılmaz değer katardı bana. çok faydacı olduğumu düşünebilirsiniz, ama yok, benim istediğim manevi sömürmek değil. sadece bu tür şeylerden kaçmama rağmen ne denli aç olduğumu farkettim onunla yazışırken. tamam duygusal anlamda çok fırtınalı ve yoğun bir yıl geçirdim, öncesinde de fiziksel anlamda tatmin olduğum zamanlar oldu ama şimdi aldığım haz bunlardan başka. adı gibi şems aslında biraz ve ben mevlana ile şems arasındaki dostluğun eşcinsellikten farkını yeni yeni anlıyorum. "benden bir mevlana olur mu?" işte bunu bilmiyorum.

4 Nisan 2010 Pazar

taşdelen'de piknik

muhteşem bigündü. güzel havadan istifade dışarı çıkacaktım, bizim mühendis kız iş değişim sürecinde olduğundan o da hava alır diye sormak için aradım pazar günü için erken bir saatte. onun olabilir yaklaşımdan sonra telefonda olay pikniğe döndü, derken anne babasınında olduğu bir piknik şeklini aldı. "onlara sormam gerek" diye benden müsade istedi. bi on dakika sonra aradı, tamam demişler.

spor giyinip geçtim yarım saat kadar sonra onlara, yukarı çıkmama gerek kalmadan indiler ellerinde malzemelerle. yola çıktık taşdelen'e doğru. amcabey yanıma oturdu, kız da arkada. işin garibi kızı ilk defa eşofmanlarla gördüm :) komikti. sevimliydi daha doğrusu. vardık açtılar tüm ekipmanı, çayımızı tüpümüzü koyduk. bi yandanda hayıflanıyorum niye top falan almadım diye. kahvaltıdan sonra dibimize bi aile geldi, onların çocuklarının topunu aldık bi ara oynadık. sonra biz oturduk biraz, amcayla teyze turladılar. o sıra biraz dertleşebildik durumları. yeni işindeki şartları falan. mutluydu bizim kız. daha ayrılmadan atmış eski işinden dolayı üzerindeki o ağır havayı. hoşuma gitti bu durum. 4 saat kadar kaldık orada, sonra döndük eve. ben biraz çamaşır, ütü, yemek derken bugünde bitti.

bu arada gizemli adamda aradı ben henüz eve varmışken. "gitmeden görüşebiliriz" dedi ama gerçekten hem yorgundum hemde yetişmesi gereken şeyler vardı. umarım kırılmamıştır. artık bi dahakine.

3 Nisan 2010 Cumartesi

anadolu kavağı

gizemli adamla buluştuk kadıköy'de. ne yapmak istediğini sordum. "şef sensin" dedi. beklediğim cevaptı bu. neyse konuşuyoruz son o garip buluşmamızdan sonra olup biten hakkında. bi yandan da tüm istanbul kendini dışarı mı atmış ne bu trafik diye söyleniyorum. önce niyetim şileye doğru yol almaktı ama baktım saatte pek uygun değilmiş, anadolu kavağına doğru sürdüm. o sırada radyo açtım. gizemli başladı şarkıya eşlik etmeye. ama sesi öyle böyle değil, pek bi güzelmiş. yolda bir yerde durmamı istedi, meğer öğlen namazını kılacakmış. tabi ben de namaz kıldığını öğrenmenin şokunu atıyorken üzerimden, o kıldı geldi namazını. sonra vardık anadolu kavağı'na. muhteşem temiz bi hava. manzara harika. yürüdük biraz, yordum biraz onu :) sonra yuşa tepesine geçtik. orada ben de abdest aldım, dua ettim bol bol. o çok daha fazla dua etti. bi ara dayanamayıp sarıldım elleri havada iken. ne biliim, çok hoşuma gitti o kadar garip bir hayata rağmen tanrıyla bu denli barışık oluşu. sonra ordan güzel bi balık lokantasına geçtik. balık sevmediğini öğrendim, zaten ben de öyle delisi değilimdir. balık lokantasında et yedik ikimizde :))

bu arada gizemli bana şems'i sordu. adamı ben de tanımıyorum aslında. daha resmini bile görmedim. yalnız o kadar düzeyli ki muhabbeti hani böyle bi talepte bulunamadım bile. işte sadece neyzen olduğunu, bu tür homoseksüel dünyalardan birini olmadığını falan söyledim. sadece gerçek dost gibi bişeyin eksikliğini hissediyor şeklinde düşündüğümü falan söyledim. imalı bir şekilde "peki" dedi. daha bu muhabbetin üstünden çok geçmemişti ki, ahmet aradı. izin isteyip konuştum. sanırım onun sesini bile duydu. telefonum bitince "ahmet mi?" diye sordu. biraz utanarak "evet" diyebildim. "çok şanslı biri" dedi, tek kelime etmedim. utancım ikiye katlandı. sonra saçma bi konu bulup havayı dağıttım. zaten çok geçmeden de onu aldığım yere vardık, indi. inerken bana "sana sarılmak isterdim" dedi. trafiğin ortasında arabadan çıktım, sıkıca sarıldım sanki uzaklara yolcu eder gibi. sonra eve geldim. hemen yolda sms atmış, "muhteşem gün için teşekkürler" diye. ben aslında bu yorumu annemlerden duymak istemiştim bu hafta, ama işte kime niyet kime kısmet dedikleri bu olsa gerek.

ricky martin

haftaiçi haberlerini okumuştum ricky martin'in. sonunda açıklamış gay olduğunu. hem de resmi sitesinden "homoseksüel olduğumu söylemekten gurur duyarım" şeklinde açıklamış. dünyaca ünlü birisinin böyle cesur bir açıklama yapması için duygusal anlamda çok mutlu olması, herşeyi karşısına alacak kadar güçlü hissetmesi lazım ya da bunalımda olması lazım bence. yani kendince çok doğru olduğuna inandığı bir insanın hayatında olması lazım. yani sevdiği insana bakıp "sen varsın ya, gerisi olmasa da olur. gerisinin ne dediği, ne düşündüğü önemli değil." söyleyebilmesi lazım. ya da "lanet olsun herşeye" diyecek düzeyde bezmiş olmalı.

ben böyle bişeye hiçbir zaman cesaret edemem gibi geliyor. belki bunlara bile gerek kalmadan evli barklı çocuklu bir adam olarak hayata veda edeceğim. belki....... ama sıkça duyuyorum daha 15lerinde ailesine bu hislerini söyleyen kişileri. bu bir tercihtir bu aslında, yani açıklamak. ben türk toplumu içinde yaşıyan ve feminen olmayan biri için bu tür bir açıklamayı doğru bulmuyorum. sevdiklerini üzmekten başka bişeye yaramıyor. feminenlerin ise zaten böyle bir sorunu olmaz, çünkü zaten insanlar böyle bir açıklamaya gerek duymadan en baştan bu yargıya varıyorlar.

bu arada dün akşamki yazımı okumuş gizemli adam. aradı sabahın 10'unda. buluşma isteğini yineledi. yapacak bi işim yoktu zaten, "tamam" dedim. yalnız niye bilmem ama biraz istanbul'dan çıkasım var. eğer onun da vakti varsa gezerim sanırım. kalabalık ortamlarda bulunmak istemiyorum bu haftasonu enazından. sakin bir ortamda sohbet etmek şuan tek istediğim.

2 Nisan 2010 Cuma

tatlı dil

saat 3 gibi annem aradı. "oğlum erken gelebilir misin eve? ben eve döneceğim" dedi. şaşırdım tabi, çıktım hiç beklemeden geldim eve. soruyorum "anne hayırdır, ne oldu" diye ama ağzını bıçak açmıyor. en son söylettim. babam aramış öğlen gibi, annemden özür dilemiş. biraz gururunu okşayan bişeyler daha demiş tabi :) ee annem cin gibi biride olsa sonuçta bir kadın. her kadın gibi iltifat karşısında eriyenlerden. geçen iş arkadaşlarımı yemeğe getirmiştim ya, işte yemekte "annemin yemeği üstüne yemek tanımam, harikadır hepsi" demiştim. o an yüzünü görmeliydiniz, resmen mutluluktan gururdan kalbi duracak gibiydi, o gazla rejimdeki arkadaşa bile bir yığın yemek yedirdi.

anneme "ben götüreyim seni" desem de ikna edemedim. akşam bindirdim, kardeşim almış otogardaç aslında normalde kendisi gelmemi isterdi, ama sanırım ilk bikaç gün ortam sakin olsun istiyor. en azından bensiz :) ben biraz muzırlık yapabiliyorum eve gidince :) her nekadar büyük çocuk olsam da.

tühh. ben de tüm planlarımı babamı buraya getirip, barıştırmak ve onlara güzel gezmeli bir istanbul haftasonu yaşatmak üzerine kurmuştum. babam sağolsun yine kendi işini kendi gördü her zamanki gibi. ben de artık haftasonu bol bol uyurum sanırım :) ya da son dakika birşeyler bulurum belki.

1 Nisan 2010 Perşembe

kendine acımak

bugün tüm gün detaylı bi temizlik yapmış canım annem. yorgundu eve geldiğimde. yemek yedikten sonra uyudu. hatta dizilerini bile izlemeden.

ben o uyuyunca farkettim yalnızlığımı. yani evde bi ses çok güzel bişey inkar edemem. hele bu sesin anneye ait olması en güzel şey. ama yinede bişeyler eksik yarım gibi. içimi acıtan bişeyler var. yani kimseye sitem etmiyorum. sadece neden böyleyim diye düşündüm biraz ve uzun zaman sonra tek başıma ağladım.

insan kendi haline acır mı? acır demek ki.
kelimelerde usta değilim ama böyle zamanlarda tanrı'yla konuşmayı tercih ediyorum. beni tek anlayan o imiş gibi geliyor. üstelik şimdiye kadar ki sohbetlerimizin hiçbirinde "neden bu karmaşık hisleri bana verdin" diye sitem etmedim. sonuçta ben hiç olmayadabilirdim de. sadece ondan bişeylerin değişmesini istedim bu akşam. kalbimde eksik olan şey herneyse dolmasını istedim. beni duydu biliyorum. ama ne zaman cevap verir onu bilmiyorum. bekliyorum.

foto=flickr, maurice domingo