31 Mart 2010 Çarşamba

annemin çelişkisi

akşam kuzenlerde yemeğe davetliydik. işten gelip hiç beklemeden annemi alıp gittik. enişte bey biraz rahatsız gibiydi. çocukları da her zamanki gibi kudurup durdu. kimi çocuk olur ya hemen herkese kanı kaynar, öyle bişi bu. hatta bi ara bacağıma dolanmıştı :) annem ince kadın, gündüzden dışarı çıkıp güzel bir hediye almıştı zaten. gerçi kuzenin böyle şeyleri önemsemediğini bilirim ama kocasına karşı elimiz dolu gitmemiz gururunu okşamıştır.

dürüst olmak gerekirse yemekler öyle aman aman değildi. belki de bikaç gündür annemin şahane yemeklerine alıştığımdan dolayı böyle düşündüm bilmiyorum. ama uğraşmış zahmet etmiş yinede.

çay içerken bizim enişte bi ara işyerine uğramamı istedi. yeni bi kız varmış, "bi gör çok temiz düzgün temiz biri" dedi. ben "gerek yok böyle tanışmalı işlere enişte" dedim. o sırada annem olaya atlayıp "onun var, ben biliyorum" falan dedi. "anne yok" diyorum ama yüzünü görseniz, böyle muzır bi çocuk gibi dudağını büzüyor. bu sırada da kuzen annemle benim halime bakıp kıs kıs gülüyor. o an annemin hayatımda olacak kişiyi kıskandığını tam olarak hissettim. yani kadın hem ev bark sahibi olmamızı istiyor, hem de ondan uzaklaşmamızı istemiyor. garip bi durum :)

neyseki bu muhabbetler uzamadan geç olmadan kalkıp geldik. demin şems'in verdiği yeni linkteki kitabı sonunda indirdim. hatta hızlıca okumaya başladım. birkaç cümle beni çok etkiledi. ara verdim, düşünme molası. şuanda da okumaya devam etmek için biraz kafamın boşalmasını bekliyorum.

foto=guardian.co.uk

30 Mart 2010 Salı

arada kaldım

arada kalmak kötü bişey gerçekten.

hani zaten hislerim nedeniyle arada olmak bazen yıpratıcı oluyordu. ama insan aslında biçok şeyin arasında. farkında olmasada böyle. mesela annemin tüm gün evlilik programları izlemesinden dolayı akşam epey bi yüklendi yine bana. "bak sende o programlara muhtaç olucan" makara bile geçti. bide şu mühendis kız mevzuunu açtı. "haber ver, gündüz annesi bi çaya gelsin yada ben gideyim. evde canım sıkılıyor zaten" diye duygu sömürüsü bile yaptı. aslında tereddüt bile etmeden "tamam" demeyi, onuda kendimide mutlu etmeyi o kadar çok isterdimki ama işte aradayım. arkadaşlığı daha ileri götürmek, homoseksüel hisler de taşırken evlenmek, evliyken bigün bu hislerimin bigün tekrar kabarması, beni esir alması gibi korkular taşıyorum. normal ilişkide bile severken kimseyi aldatmadım, evlilikte asla yapamam. yani bu hisler beni gizliden kemirir durur sadece. daha bi yığın benzer korkular var. işte yalnızlıktan kurtulmak istesemde aslında yalnız kalmayıda sevmem bunlardan biri mesela. anneme "ayıp olur ya, bende çok samimi değilim onlarla" deyip geçiştirdim. ama aklıma gelen soruları geçiştiremedim. tam kendimi bu çelişkilerle yiyecekken gizemli adam aradı. sanki hissetmiş gibi, nasıl olduğumu sordu. konuştuk biraz, bu haftasonu tekrar istanbul'da olacakmış. buluşalım sözü veremedim. zaten blogu okumuş, annemin burda olduğunu bildiğinden sadece teklif etti. ama babamında burda olması durumunda görüşmem zor olur muhtemelen. gerçi isterdim. yani aylardan bu yana özel bi anlam katmasakta dokunduğum hatta sarıldığım ilk kişi sonuçta.

şuandada can sıkıntısından dolanıyorum internette. hem haber, mail falan bakıyorum. bide şems bana bi link yollamış, bi e-kitabın linki. indiremedim, gelsede yardım etse yada msnden yollasa diye bekliyorum.

foto=flickr, furiousgeorge81

29 Mart 2010 Pazartesi

pişti

insanın evinde hesap verecek bir kimsesinin olması güzel bişeymiş.

akşam normal vaktimde çıktım işten ama güpegündüzdü :) bende biraz spor salonuna geçip yorulayım istedim. annemi aradım, biraz gecikicem dedim. gittim salona ama midem bulana bulana çıktım salondan. gittiğimde iki tane yağ + kas torbası ağırlık aletlerine çullanmış çalışıyorlardı. kendilerince çok güzel göründüklerini sanıyorlar. sumo güreşçi adayları bence. dedim "gidip duş aliim, hem bu çirkin görüntü yeter, hem annem bekler". duşa girdim tam çıkarken o ikiz develeri ultra slip donlarıyla duşa girerken gördüm. yani ne diyimki. direkt bi börrgh koptu mide borumdan. kusmadım ama üç su duruladım yüzümü kendime gelmek için. et yaş kas içiçe geçmiş, memeler hem şişmiş hem sarkmış, kollar benim bacaktan kalın, bacaklarda içe çarpık iki adam düşünün işte. şimdi bile aklıma geldikçe fena oluyorum.

neyseki açık hava iyi geldi. annem evde sıkılıyordur diye koşturarak geldim eve ama gördümki yanılmışım. annem komşuyu çağırmış sohbet ediyorlar. manzara gülümsetti beni :) bi yandanda annemin iyiden iyiye buraya alıştığını düşündüm. bu benim için iyi bişi ama bursa'dakiler içinde bi o kadar kötü. özellikle babam için. geçen konuştuk, annemi soruyor nasıl falan diye. kardeşler ise biraz soluk almış gibiler, biraz daha bende kalsın modundalar. ee kolaymı annem gibi mazbut birinin eli altında yaşamak. onlarda haklı. ama babam için üzülüyorum :( aklımda bir planda var. bu haftasonu babamı istanbul'a getirip pişti yapmak mesela :)

28 Mart 2010 Pazar

meditasyon

şems'e denk geldim msn'de. kısa sohbetiyle gün boyu aklımda biriken saçmalıkları sildi süpürdü. nelerden besleniyor bilmem ama pozitif enerji yaydığı kesin. çıkmadan öncede dinlemem için iki enstrümental parça yolladı. onları dinliyorum bi saattir. büyülenmiş gibiyim. gözlerimi kapatıp müziğe bıraktım kendimi. saçlarımın altının karıncalandığını hissediyorum. bi de sanki bi salıncakta gözün kapalı ileri gider gelirsin heyecanlanırsınya işte öyle oluyor. tabi annem müsade ederse. kulaklıkla gözleri kapalı daldığım biranda omuzlarımdan dokunup o gizli dünyalardan uyandırınca pek iyi olmuyor.

her yol mevlana

baskı bende hata işleme isteği uyandırıyor, buna artık eminim.

bugün annemin alışveriş yaparken bile tezgahtar kızlara bakışı, yemek yediğimiz lokantada topluca yemek yiyen kızları süzüşü değil bende baskı yaratan. ilk defa bugün hissettim bizim mühendis kızın hafiften beklenti içine girdiğini. gerçi bunun olacağını bile bile onunla iletişime devam ettim, neden korkuyorum bilmiyorum. kızla bowlinge gittik, inanılmaz eğlendim güldüm. bi ara annemin geldiğini söyledim. tanışmak istediğini söyledi bi anda. yani ondan beklemiyordum böyle bişey. beni bile hala tam tanımazken annemi tanımak istedi. gerçi ne bilsin bi bekar kızı tanıştırmamın annem için önemini. hem kızın ailesi tüm kapılarını bana açmışken benim bu tereddütüm biraz terbiyesizlik.

bende kaçış sendromu gibi bişey oluyor bu durumlarda. bi yandan yalnızlıktan yakınırken biyandanda ömür boyu yalnız kalmak istiyorum sanki. kendimi bile tanımıyorum bazen. mesela bu akşam ahmet'le tanıştığımız siteye üye oldum. sadece millet ne alemde diye bakmaktı niyetim. yine aynıydı herşey. çıplak profil resimleri, östrojen fışkırmış profiller falan. sadece bir profil farklıydı diğerlerinden, okununca düşündüren cinstendi. uzun uzun okuduğum yazdığı kısa ama anlamlı satırları. sonra özel mesajdan selam verme cesareti gösterdim. profilim bomboş olduğu için cevap dönmedi. sonra kısa bi açıklama ile msn adresimi yazdım özel mesajdan. ekledi ve ne istediğimi sordu. "hiç" diyebildim. tam beni silecekken "silme lütfen, konuşalım" dedim. profilinde mevlana'ya ilgisi olduğunu okumuştum. mevlana, şems, sevgi hakkında konuştuk biraz. çok etkilendim anlattıklarından. bana başka bir bakış penceresi açtı bi saatlik sohbet içinde. ben daha konuşmak daha doğrusu yazışmak istiyordum ama o izin istedi çıktı.

bi yandan annemin soyup soyup ağzıma tıkıştırdığı meyveleri yerken bi yandanda onun söylediklerini düşünüyorum şuanda. garip ama hayatıma sevgili yada arkadaş olarak giren son 4 insanında ortak yönleri mevlana olduğunu farkettim. ahmet, mühendis kız, gizemli, hayranı olduğum blog yazarı. şimdide yeni msn arkadaşım şems. sanırım birşeyler beni çekiyor mevlana'ya doğru. hemde ben kaçmak istedikçe. din veya tasavvufun içine girince kendimden nefret etmekten korkuyorum. ama dediğim gibi elimi nereye uzatsam mevlana ismini duyar oldum. sanki ondan öğrenmem gereken şeyler var gibi. sanırım kaçmamalıyım. hatta içine girmeliyim o dünyanın. korkmadan, düşünmeden yapmalıyım bunu. evet yapmalıyım.

foto=deviantart, ~ezrak

26 Mart 2010 Cuma

yemek kazası

ne akşamdı ama. annemin şovuydu resmen. kadın beni mahçup etmiycem diye epey bi uğraşmış gündüzden. 5 arkadaşa sordum ama biri dışında gelebileceğini söyledi. saat 6 gibi çıktık ofisten birlikte geldik eve. üçü annemi önceden görmüştü zaten, biri ile yeni tanıştılar. annem servis yapıyor bende yardım ediyorum. ama etmez olaydım çorbayı koyarken kepçe elimden kaydı ve arkadaşın özel bölgesine dökmez miyim. bi yandan gülüyorum kıkır kıkır, bi yandan bez falan koşturup getiriyorum. neyse güle oynaya yemek bitti. hatta bitiremeyen diyet yapan bi bayan arkadaş vardı annemin baskısı altında o bile bitirdi.

çay, tatlı faslı derken çıktılar geç olmadan. öyle pat diye bugün sorduğum plansız bi yemek olduğu için bende biraz kalın diyemedim millete. sonrada annemle biraz televizyon izledik. şuandada o dizi izliyor. daha doğrusu diziler. reklam arasında başka kanalı açıyor biraz bişi izliyor, bitirince öbürüne dönüyor. hahaha. muhteşem bi beyni olmalı annemin. ben hayatta yapamam böyle bişeyi. karışır aklım.

bide yarın hava güzel olursa annemle alışverişe çıkacağız. alışveriş iyi bişi ama annemle olunca işkence halini alıyor. her mağazada durup içeri girmeler, illa kumaşlara biblolara falan dokunmalar, en marka mağazada bile pazarlık yapmalar. zor bigün olacak yani. kendime vakit kalırsada mühendis kızla bowling'e gideceğiz. hayatında ilk defa oynayacakmış. epey bi eğleneceğim demektir bu :) hahaha, yaşasın kötülük.

foto= flickr, doctor beef

25 Mart 2010 Perşembe

kitaptaki not

annem ben yokken bugün odaları toplamış. bence yeterince düzgündü ama işte bi dokunmak istemiş, bilirim oynatmazsa bişeyleri yerinden rahat etmez. o sırada masamda kalan kitaplarıda kitaplığıma taşımak için almış. kitabın teki dikkatini çekmiş. mevlana ile ilgili olan bi kitap. benim dinle diyanetle pek ilgim olmadığını bildiğinden bakmış içine ne diye. kitabın asıl ilginç olan yanı bizim mühendisin kitabı. kız kendi kitaplarının ilk sayfasına ismini tarihi yazanlardan. okumak için vermişti geçende, sonrada "senin olsun" dedi. annem tabi kitapta kız ismi görmüş, akşam yemek yerken birden pat diye sordu "kim" diye. ben ne olduğunu anlamadım bile, lokmam nefesime karıştı. dedim lafı dolandırmiim kadın usta psikolog. işte kazara fatura ödeme hadisesini anlattım. öyle tanıştığımı babası annesi ile yakınlığımı falan. direkt sorulara başladı, yaşı ne, mesleği ne, hatta resmi varmı falan. "anne düşündüğün gibi değil, arkadaşız. hem benim normal bayan arkadaşlarım var bilirsin" desemde o anladı işin içinde başka bi iş olduğunu. ben fazla tepki verince sustu ama o kurar şimdi kafasında. hatta aklıma bi komplo bile geldi. anneme fatura olayını anlattımya, eski telefon numaramı aratıpta kızın ailesi ile tanışmasın. yaparmı yapar. annem bu, girişim ve iletişim insanı.

akşam yemekten sonrada ahmet aradı. konuşuyoruz, "annem geldi burda yanımda" dedim. "selam söyle" dedi. "anne ankara'dan ahmet'in selamı var" dedim bende mutfaktan bağırarak. kalktı yerinden, geldi elimden aldı telefonu. konuşmaya başladı. "oğlum nasılsın, ailen nasıl" derken epey bi konuştu, bekarlığımdan bile yakındı ona. tamda adamına yakındı yani.

onun dışında yarın akşam iş çıkışı iş yerinden çok samimi olduğum 3-4 arkadaşımı bize yemeğe davet etmek istiyorum. anneme söyledim demin, sever misafiri o. "gelsinler" dedi. hatta "şu kızıda çağırsana" demezmi. o an anladım kız hakkında verdiğim bilgilerin annemin kalıcı hafızasına kazındığını. aradan kaç saat geçti, ama aklı orada kalmış.

içtima saati

bunlar ben iyi günlerim :) daha dur bak yaş daha ilerlesin neler oluyor ali bey.
sabahın 7sinde içtimaya uyandırıldım, hazırlanan paşa sofrasında kahvaltı yapmam istendi.
sebep??? annem tabiki.

annem dün öğleden geldi, daha doğrusu gelmişti. ben gidip alamadım toplantı nedeniyle, evin anahtarı var diye kendisi taksiyle geçmiş. ben gelene kadar yemek hatta tatlı falan hazırlamış. yedik yemeğimizi, biraz konuştuk sohbet ettik. hiç babamla tartışmasını açmadım. zaten konu bendim. biraz dizine uzandım kedi gibi. saçlarımı okşasın istedim. yanımızda kimse yokken onun ilk göz ağrısı olmayı seviyorum. gerçi kardeşimle aramda çok bi yaş yok. yani saltanatım kısa sürmüş ama annemin bana diğer kardeşlerimden daha farklı yaklaştığını hissediyorum. biraz daha fazla güvendiğini. gerçi aynı şeyi kardeşlerimde kendi haklarında düşünüyor olabilirler :)

neyse, ben işe geçeyim yavaştan. bu kadar mail okuma, haber okuma kafi. herkese iyi günler.

23 Mart 2010 Salı

ey özgürlük

biraz önce annem aradı. istanbul'a gelecekmiş. kaçtır gel gel diyodum yarım ağız. bu defa kendi aradı gelicem dedi. ben aslında niye geleceğini biliyorum. annemle babam çok gereksiz bi konudan tartışmışlar, biraz soğukmuş evdeki ortam. ondan geliyor, biraz babam özlesin istiyor. hep derim annem zeki kadındır diye. babam gibi gençliğinde hayli yakışıklı bi adamı elinde tutmayı başarmış biri olmasıda bunun ispatı. gerçi bi onumu, hepimizi avucunda tutar. asla kendimizi boşta hissetmemize izin vermez. bu yüzden ne yalan söyliim, annemi babamdan daha çok seviyorum. yani kadın aklıma geldiği anlarda bile yüzüme bi sırıtma yerleşiyor. okkalı lafları, iyi niyetli sinsi halleri falan geliyor aklıma.

yarından itibaren evdeki ana konu benim evliliğim olacak. kadının henüz bizim mühendis kızdan haberi yok. aramızdaki yakınlığın nereye gittiğini görmeden anneme söylemeyede niyetim yok. hemen beni tanıştır diye başıma biner. uğraşamam valla. kendimi özgür hissetmeyi seviyorum. özgür derken, yani bi konuda kararlar alırken özgürlük kasdettiğim. çünkü baskı altında kalıp aldığım herşey sonradan pişmanlık veriyor bana.

foto=flickr, julian mommert

22 Mart 2010 Pazartesi

güne gülerek başlamak

millet iyice kafayı yedi. herkesin bi derdi var anladıkta sabahın 8inde caddede harmandalı'da oynanmazki canım. yok yok şaka değil cidden oldu bu olay. sabah evden çıktım işe geçiim diye bi baktım tam evin karşısında kaldırımdan yola çıkmış biri anıra anıra şarkı söyleyip oynuyor. biraz dikkatli bakınca farkettim zihinsel özürlü bi adamdı. yani üzücü idi görüntüsü ama ne yalan söyliim kendimi tutamadım epey güldüm. ta işe gidene kadar güldüm hemde. pazartesi gününe böyle gülerek başlamakta iyi oluyomuş. gün boyu yüzümden gülümseme eksik olmadı. gün de çabuk geçti zaten. eve geldim, dün aklımdan geçen yemeği yaptım bugün. yeşil fasülye ve pilav. yanınada salata. sonra masama geçtim, bi makale çalışmam vardı geçen başladığım onu yaptım biraz. sonra msn'de gizemli adama denk geldim. evvel gün onun hakkında yazdıklarımı okumuş, yorumlarıda :) ne yalan söyliim, utandım. hahaha insanın bu blogu bilen gerçek hayattada tanıdığı biri hakkında yazması garip bi durum. kısıtlayıcı aslında. aylardır aklına geleni rahatça yazan biri için özellikle.

foto=flickr, marcio ruiz

21 Mart 2010 Pazar

oyun saati

bugün benim günümdü. sabahtan akşama kadar kendimle kalmak istedimm. telefonumu kapadım sabahtan. kıyamet kopsa bile bilmek istemedim. sanki evde biri varmış gibi özenle bi kahvaltı hazırladım kendime. sakin sakin yedim. kaç zamandır planlayıpta yapamadığım bir oyunu oynadım kendimle. mutfak dahil evin içinde her odaya bir a4 kağıt koydum. salona iki tane. cebimede bi kurşun kalem yerleştirdim. kağıtların üçte ikisinin olduğu yere bir çizgi çektim. üst kısmın başlığına "geçmiş" yazdım, alt kısmın başlığına "gelecek". tabi kağıtların başınada bırakıldıkları odanın ismini yazdım.

niyetim o gün boyunca aklıma gelen kişi, anı, hayal yada pişmanlığı not etmekti. bunu yaparkende doğal ortamımda olmak. temizlik yaparken salondaki kağıtlardan biri doldu. aklıma geleni yazıyordum. mutfağı toparlarken nedense hep hayallerim ideallerim geldi aklıma. yatak odamdaki kağıdın tamamı geçmişle ilgiliydi. bu şekilde geçti gün. bi ara kitap okudum, müzik dinledim eşlik ettim, film izledim, dayanamayıp internete girdim. tüm bunları yaparken aklıma gelen benimle ilgili herşeyi not ettim. saat tam 20de oyunu sonlandırdım. kağıtları topladım. tek tek okudum hepsini. beyin fırtınası gibiydi resmen. içimdekileri dökmüştüm. sonra kağıtları geçmiş ve gelecek diye ayırdığım çizgiden kestim. geçmişle ilgili yazdıklarımı karışık sırada tekrar okudum. pişmanlıklar vardı, çeşitli isimler vardı, dostlarım-sevdiğim kişiler-hoşlandığım kişiler-hoşlanmadıklarım, bazı unutulmaz anlar vardı, sevdiğim markaları bile yazmışım. "vay be" dedim hepsini okuduktan sonra. aslında ne dolu yaşamışım ben böyle. sonra "gelecek" yazan parçaları aldım karışık sırada okudum. okurkende yazdıklarımın rastlantı olamayacak kadar ilginç bişekilde ardarda gelmesine şaşırdım. adeta bi kurgu gibiydi not ettiğim şeyler. o andan yıllar sonrasına kadar yaymıştım gelecekle ilgili aklımda olanları. mesela bu akşam ne yiyeceğim, yarın ne giymek istediğim, aramam gereken kişiler listesi, aşık olmak, sevişmek, evlenmek ve baba olmak, kendi şirketimi kurmak, bir mesleki bir de roman iki kitap yazmak, dünya turuna çıkmak sadece yazdıklarımın bikaçıydı. gülümsedim çoğuna. ama ne kadar realist olduğumuda farkettim. çünkü hiç imkansız bişey yazmamıştım.

geçmiş ve gelecek bölümündeki bazı şeylerin üstünü çizdim, bazılarının başına yıldızlar koydum. önceliğine göre bir iki yada üç yıldız şeklinde. sonrada kağıtları yatağımın yanındaki komidinin üzerine bıraktım. bazı akşamlar uyumadan bir gözatmayı düşünüyorum. nelerin üstünü yada altını çizeceğimi görmek için.

foto=flickr, stijn.

20 Mart 2010 Cumartesi

gizemli bir gün 2

o da herkes gibi anlaşılmadığını düşünüyor. hatta "muhtaç olduğum tek şey şefkat iken birinin yanında kalmak için seks yaşamak zorundamıyım" diye sordu. o samimi halleri bana çok güven vermiş olsa gerek, "bize geçelimmi" diye sordum. açıkçası birazda denedim denebilir, tepkisini merak ettim gerçekten. yani madem blogu düzenli takip ediyor, zaten niyetimin kötü bişey olmadığını tahmin eder diye düşündüm. çok şaşırdı, "ciddi misin" diye sordu. "fikrimi değiştirene kadar evet" dedim gülümseyerek. kabul ettik, bindik bize geliyoruz ama ayakları elleri titriyor bunun. öyleki ben bile tedirgin oldum. nihayet eve geldik, salona geçtik birlikte. ikimizde televizyona dönük yanyana oturuyoruz. bi ara elimi omzuna attım. ona dokunduğum an gözlerini kapadı ve yavaşca başını omzuma yasladı. o an niyeyse kendimi hiç bi derdi olmayan, çok güçlü biri gibi hissettim. bende başımı başına yasladım. belki bi on dakika kadar böyle sessiz durduk. kimbilir aklından neler geldi geçti. sonra ihtiyacı olan şeyi çok iyi bildiğimden ve aslındada o şeye benimde ihtiyacım olduğundan ona usulca sarıldım. o an bana güvendiğini anladım. bana sarılırken gözünü açmadı çünkü. öpmemden yada başka bişi yapmamdan korkmadı. bu çok hoşuma gitti. dahada sıkıca sarıldım. tedirginliğini attıktan sonra o da sıkıca sarıldı bana. ne kadar öyle kaldık bilmiyorum ama benim belim ağrımaya başladı bi ara. ben daha geriye yaslanıp başını gögsüme kadar çektim sarılı şekilde. hala gözleri kapalıydı ama gözünden yaş gelmişti. elimle sildim, ama hala yaş geliyordu. bende tutamadım bi damlada olsa ağladım. yaşadığım ağır dönem benide zayıflatmış demekki. ben kendimi bulutların üstünde iyi bi abi, iyi bi kardeş gibi hissederken onun sessiz horlaması ile kendime geldim :) uyumuştu gögsümde. aslında benim pozisyonumda pek rahat değildi. sırtımın altına bi yastık koymak için uzanmak istedim ama uyanır diye kımıldamadım. zaten sonrasını hatırlamıyorum, bende uyumuşum. gözümü açtığımda beni seyrettiğini farkettim. başladım gülmeye. yani o an pek ayırt edemedim, hangisi rüya hangisi gerçek diye. kendime geldiğimde hafiflediğimi hissettim. gerçekten iyi gelmişti bu şefkat ve sıcaklık terapisi. yani riskli bişeydi, sonra pişman olunacak bişeylerde olabilirdi ama olmadı. başı hala gögsümde iken ona "mutlu musun" diye sordum. "üç yıldır olmadığı kadar" dedi. belki yalan belki doğru bilmem ama o an bende çok mutlu oldum.

o sırada bizim mühendis kız aradı. babasının beni akşam yemeğine davet ettiğini söyledi. gizemli adam gülüyor tabi bu sırada. bana kızın gerçek adını sordu, söyledim. sonra müsade istedi, bekle bişeyler içelim diye ısrar ettim ama kabul etmedi. arabayla bırakmamada müsade etmedi. taksiye atladı gitti. ondan bi saat kadar sonrada yemeğe gittim bizim mühendis kızın evine. orda yaşananların bugün olanların yanında pek bi özel yanı kalmadığı için paylaşmıyorum.

gizemli bir gün 1

gece çok geçti uyuduğumda. dün geceki bi anlık gafletle dışarı çıkıp gizemli adamla tanışmam epey düşündürdü beni. kaçta uyudum hatırlamıyorum ama saat yine tam 10da telefonum çaldı. uyandım ve arayan gizemli adamdı. açmadım, açmak istemedim. bazen kestirip atma olayını çok iyi yapabilen biriyim. sanırım işimden bana miras kalan katı taraflarımdan biri bu. bi daha aradı yine açmadı ama üçüncü arayışında cevaplamak zorunda kaldım. konuşmama bile müsade etmeden girdi lafa. o uykulu halimle söylediği derin cümleleri anlamaya çalışırken yataktan dizim üstüne düşüp bacağımı morarttım. kahvaltıya davet etti dün yarım kalan sohbeti tamamlamak istediğini söyledi. kendimi biran onun yerine koydum, dünkü davranışının sebepleri geçti bi an aklımdan ve bugün bu sebepleri paylaşma isteği mantıklı geldi. saat 11 için sözleştik. hızlı bi duş, traş sonrası çıktım evden. buluştuk kahvaltı yapıyoruz. menüyü isteyip sipariş vermek dışında tek kelime ses yok tabi. bide mahçup gülümsemeler falan. aklıma dün gece yazdığım yazıda geliyor tabi. sonuçta karşımda oturan insan hakkında yazdıklarımı okumuş olabilir diye düşündüm, kötü hissettim. dayanamadım en son ben "anlat, dinliyorum" dedim. anlattı sıkıntılarını, bi yandanda gözleri doluyor dışarı bakarak. gözgöze gelmemeye çalışıyor. aslında anlattığı şeylerin bi kısmını daha önce konuşmuştuk netten. ama ondaki etkisinin ve içindeki yarasının bu denli derin olduğunu düşünmemiştim. babasını çok küçük yaşlarda kaybettiği için içinde büyük bir şefkat ve korunma özlemi çekiyor. aslında biçoğumuzdan güçlü ve sağlam ama o bunun farkında değil. hem aslında bu tür şeylerin güçle iradeyle alakası yok. hepimizin içinde bi çocuk var. hep ilgiye, sevgiye, şefkate muhtaç bi çocuk o. ama gizemli adamın içindeki çocuk çok unutulmuş sanırım. o koca adam karşımda ağlamaya başladı bianda. sicim gibi gözyaşları akıyordu. dayanamayıp elini tuttum, hesabı ödeyip çıkmayı teklif ettim.

hemen arabaya binmedik, yürüdük biraz. ben yürürken yani birinin yüzüne bakmazken daha rahat konuşuyorum, aslında biçok kişi öyle. gizemlide yüzüne bakmamamın rahatlığıyla onu asıl tetikleyen içindeki sıkıntıyı anlattı. hayatında "gerçekten sevdim" tek adam yıllar sonra aramış ve istanbul'a çağırmış onu. cuma günü istanbul'da olmasını istemiş. o da dün gündüzden gelmiş. zaten ben hikayelerini biliyordum önceden. yarım kalmış hatta sonu bile belli olmayan suskunlukla bitmiş bi ilişki. gelirken yarım kalmış hikayenin adam gibi bi sonu olmasını, söylenecek sözlerin söylenmesini istiyomuş. oysa buluştuklarında iki çift laftan sonra eski arkadaşı onunla seks yaşamak istediğini söylemiş. tam bu kısmı anlatıyoken çaktırmadan baktım gözlerine, güneş gözlüğünün altından ağlıyordu. o söz karşısında kendini çok değersiz hissettiğini söyledi. yani bende olsam öyle hissederdim gerçekten.

not=yazı uzun oldu, devamını bir sonraki yazıya aktardım.

gizemli buluşma

akşam saat tam 10'da gizemli adam aradı beni. geçenlerde muhabbetin bi yerinde çok merak ettiğim bi sırrını paylaşması karşılığında vermiştim telefon numaramı. ee kapitalist dünya, karşılıksız bişi yok :)

bugün istanbul'a gelmiş, daha önce söylemişti yakında gelicem diye ama birden pat diye arayıp istanbul'dayım deyince bi garip oldum. yakınlarda olduğunu istersem hemen görüşebileceğimizi ve görüşmek istediğini söyledi. ben tabi korktum aslında. blogtan beni takip eden yani hayatımın en özel detaylarını bilen biriyle tanışmayı aklımdan geçirmiyodum çünkü. ısrar etti. bikaç gündür üzerimdeki bulutlarında havasını dağıtabilir diye düşünüp evet dedim. ama bi görseniz evden çıkarken, arabada falan hala geri dönmek ve onu ekmek geçiyor aklımdan. tabi sözde verdim bi kere. dediği yerde duraktan aldım. tabi birbirimizi aslında epey bi tanıyor olsakta konuşamıyoruz ikimizde :) garip bi durummuş gerçekten. bitek görüntümüz yeniydi birbirimiz için. geçtik bi cafeye oturduk. o da yıllardır ilk defa internetten biriyle buluşuyomuş. iki tedirgin adamın sohbeti nasıl olursa öyle bir sohbet oldu aramızda. ikide bir uzun uzun susup masaya ve gözucuylada arada birbirimize bakıp durduk. ee alışmak lazım. toplasan 100 kelime etmemiştir ikimizin ağzından çıkanlar. geçmişini o destan gibi email'inden bildiğim için çokta sorgulayacak bişeyler sormak istemedim. ama doluydu besbelli. epey bi doluydu hemde. hani dokunsan ağlayacak gibi. cesaret edip ilk defa gördüğüm bu adama "paylaşmak istediği bişey olup olmadığını" sordum. sustu biraz, sonra "var" dedi. sonra yine sustu. ben tam lafa girecekken "ama bugün değil" dedi. neden böyle yaptı pek anlam veremedim. bi kere beni tanıyorsa bi daha böyle buluşacak cesareti kendimde bulamayacağımı biliyordu, bi ikincisi cesaretimin karşılığında sessizlik beklemiyordum. yine masaya bakarken "tamam nasıl istersen" diyebildim. sanırım biraz gururuma dokunmuş bu durum, bikaç dakika sonra "kalkalımmı" diye sordum. yüzü düştü birden. çıktık. arabayla aldığım yere bıraktım. yolda tek kelime konuşmadık. sonrada hızla eve geldim. tam ben eve girerken bi mesaj geldi "kırdıysam özür dilerim" diye. aslında ben onu kırmış gibi oldum. hatta teklifini kabul edip tanışmaya gittiğime pişmanım. keşke hep o gizemli adam kalsaydı belki daha iyiydi. ne biliim gecenin başında bi heyecanla dışarı çıkmam ve gecenin böyle bitmesi ikimiz içinde pek iyi olmadı.

foto=flickr,francisco_osorio

18 Mart 2010 Perşembe

seks ve/veya partner

iki gündür ruhen bedenen pek iyi sayılmam. vucudumun tepkilerini bastırmakla uğraşıyorum. belirli bi yaşa gelmeden evlenin diye insanların baskısının sebebini böyle zamanlarda daha iyi anlıyorum. gerçi evlenmek denen olay hislerinin farkında bir biseksüel için ne kadar zordur anlatamam. hani tamamen homoseksüel olsan zaten bu kapıyı kapatırsın. yani bilirsin karşı cinse içinde cinsel bişey oluşmayacak. öyle bişeyi aklından bile geçirmezsin. biseksüel olunca hep bi umut oluyor içinde. gerçi biseksüellikte türlü türlü. bi ara anlatmıştım başka bi yazıda. bu türler bile zaman içinde değişiyor üstelik. kendime sorunca cinsel anlamda ortada biyerde dururken, duygusal anlamda bi erkekle olmaya daha meyilli olduğumu görüyorum. 2 yıl önce durum çok daha farklıydı. 2 yıl sonra dahada farklı olacak eminim. neyse ya. laf nerelere geldi yine. şey diyodum, haaa, iyi değilim işte. içimden taşma noktasına gelen cinsel arzularımı yine içimde bastırmaya çalışıyorum. pişman olacağım şeyler yapmadan bunu başarmak zor. umarım dayanabilirim. zaten bu bi kriz gibi. böyle ayda bir iki gün olup biten bişey sanki. kadınların muayyen olayına benziyor bendeki durum :) neyseki hergün böyle değilim, yoksa olacakları düşünmek bile istemiyorum.

düşünmek istemediğim ama aklıma gelip giden bi başka şeyde, "madem kısa vadede duygusal bi bütünlük saglayacak birliktelik yada evliliğe yönelmeyi çok aklından geçirmiyosun, enazından bi seks partnerim olsun" fikri.

16 Mart 2010 Salı

aydınlanmanın hafifliği

kendini aydınlanmış gibi hissediyorum :)

dün öğlen sohbet etme şansı yakaladığım bi iş arkadaşım misafirimdi. iş çıkışı birlikte geçtik eve. o kitaplarımı dvdlerimi kurcalarken ben bişeyler hazırladım yedik. hani böyle planlanmış sohbete girmekte komik oluyormuş. ben açtım dünkü konuyu, başladık konuşmaya. dünkü sohbette başkalarıda olduğu için diline gelen herşeyi söyleyemediğini anladım.

din ve felsefe gibi biçok insanın detaylarını çokta iplemediği konuları önemseyen hatta hayatında çok önemli bi yerde tutan biri. ama ben yanında epey bi cahil hissettim. rahatlıkla bikaç kitap yazacak birikimde. öyle kafiyeli cümleler ettiki, sanki hayatın sırrını yakalamış, dünya yıkılsa o altında kalsa üzülmezmiş biriymiş gibi geldi bana.

bir insan içinde hayattan bu kadar tatmin olabilir gerçekten. hayatında yaşadığı sıkıntılara rağmen bu kadar hayat dolu, bu kadar optimist ve gülen biri tanımamıştım. bi de sanki içimi okuyor gibi konuştu bazen. korktum bi ara. çünkü içimde kimsenin bilmesini pek istemediğim şeyler saklıyorum.

ben aslında bu arkadaşı nerdeyse altı aydır tanıyorum. ama biçok insanla olduğu gibi selamlaşmaktan öteye gitmedi bizim muhabbet. zaten sevmiyorumda herkesle kanka modunda bi sosyalliği. ama bu arkadaşı çok önceden tanımış olmak isterdim. cidden fikirleri konuşması insanı ferahlatan biri. umarım aralarda benzer bi ortam oluşturup konuşuruz. çünkü şuanda kendimi gerçekten çok iyi ve hafiflemiş hissediyorum.

burdan çıkardığımız sonuç şu: insanlara uzaktan bakıp önyargılı olmamak, kaçmamak lazımmış. en sorunlu dönemlerimizde bile.

15 Mart 2010 Pazartesi

perdenin öbür tarafında

buraya yazmadım, aslında yazmayıda düşünmüyodum. ama içimde kalmasın, sizlede paylaşayım.
ben bi süredir perdenin öbür bölümüne geçtim aslında. perde derken, blogger ve okuyucu arasındaki perdeden bahsediyorum. bi blogger var, yıllardır okuduğum biri. hayranlık bile denebilir. kendisini görme şansım olmadı. sadece küçücük siyah beyaz bi profil resmi var o kadar. kaçtır cesaret edip bloguna yorum yazmak istiyordum. aslında onu tanıyorum sanki. benim blog gibi günlük şeklinde değil yazıları, benim kadar sık da yazmıyor ama tanıyorum. edebi şeyler yazmasına rağmen içine kendiyle ilgili detaylar koyuyor sanki.

uzun lafın kısası ben geçende bloguna bi yorum yazmıştım. tabi biseksüel olarak değil. sonra dayanamayıp bide mail attım. dilini, kalemini ve paylaştıklarını çok beğendiğimi söyledim. o da teşekkür eden bi cevap yazdı. yine cesaretimi toplayıp beni ağlatan bikaç yazısından paragrafları ve anımı yazdım. bi sonraki gün cevap geldi. bu seferki özür mesajıydı. onun yazdıklarına üzülmeme üzülmüş. biliyordum böyle bi cevap yazacağını aslında. yani dedimya tanıyorum onu. hatta gerçektede tanısam değil arkadaş, dost olurdum eminim. ama şuanda mailden öteye götürecek cesaretim yok tabi. heleki blogger biseksüel olduktan sonra net ortamına karşı daha bi pısırıklaştım. sanki alnımda biseksüel yazıyomuş gibi hissediyorum netten birini tanımak tanışmak istediğimde. bana ne oldu anlamadım. eskiden netten 10 dk önce tanıdığı biri için gecenin bi yarısı gözünü kırpmadan dışarı çıkan ben, üsturuplu üç beş insanla tanışmaktan korkuyorum.

hep bu blogun suçu. hep biseksüelin suçu. ali'nin değil. o masum :)

doğru hakkında

doğru nedir? biri bana tanımını yapabilirmi bunun.
herkesin doğrusu ne kadar farklı demi. ama varmı bunların üstünde bi doğru. gerçek doğru şudur diyebilirmi biri.

bugün bi arkadaşla konuşuyoruz. konuşmak denmez. tartışıyoruz. o kadar güzelleştiki sohbet. yemek arası vakit yetmedi. yetmezdide. nadir böyle derine ineriz iş ortamında. millet genelde gündemden dizilerden şarkıcılardan reklamlardan haberlerden konuşur. çok sorgulamaz kimse geçmişi geleceği. hatta şimdiyi bile sorgulamaz. çok az kişi ben neyim, niye burdayım diye düşünür. severim hayatın diğer yüzünü görmeye çalışan insanları. dedimya vakit yetmedi. sözleştik arkadaşla. yarın akşama yemeğe davet ettim evime. kaldığımız yerden sohbete devam etmek için..............................

14 Mart 2010 Pazar

aile deyince

dün gelen bi telefonla toparlanıp çıktım yola. acilen bursa'ya gitmem gerekti. kız kardeşime biri musallat olmuş mahalleden. serserinin teki. en önemlisi bizim kızın çocukla ilgisi yok. en son çocuk iyice patavatsızlaşmış, cuma akşamı kardeşim eve dönerken laf falan atmış. kız ağlayarak eve gelmiş, o sırada annem komşuda babamda yok, erkek kardeşim görmüş, noldu diye ısrar edince anlatmış. tabi bizimki dururmu, gitmiş çocuğun evine. annesinin önünde apartman boşluğunda kapışmışlar.

duymamla toparlanıp gitmem bir oldu. hani kavga falan seven biri değilim, ama öyle zorbalık bi durum varsada uzak duramam. gittim evde herşey normal. sadece annemle konuştum olayın aslını. karışmadım dahada olay büyümesin diye. bugün annem çocuğun annesini görmüş markette. kadın özür dilemiş bizimkilerden. meğer oğlan dün akşam evlerinin kapısında erkek kardeşimi görünce küfretmiş, bizimki ondan dalmış. yoksa ben bilirim kardeşim benden daha mülayim ve efendidir.

off bu aile sorunları gerçekten zor işler. bi de uzak olunca genelde seyirci kalabiliyorsun olaylara. gerçi içinde olup olayın kendisi olmaktansa seyirci kalmak daha doğru belkide. yinede aile işte. onları üzen bişi duyduğumda benim için akan sular duruyor.

foto= flickr, scaamanho

13 Mart 2010 Cumartesi

sufi sufi

yeni uyandım. ne yazmışım gece diye baktım hemen. cidden aklım pek yerinde değildi. farkettimki kalbimde yerinde değilmiş. şimdi biraz daha iyiyim. güzel bi duş, güzel bi kahvaltı yaparım birazdan. belki biraz sahile inerim, yürürüm. güzel olabilir.

elimde de biraz dini biraz felsefi bi kitap var, onuda bitiririm bugün sanırım. kitap mevlana hakkında. bizim kız vermişti geçen gün. oku diye. sonrada telefonda senin olsun dedi :) aslında mevlana'yı her biseksüel yada gay gibi humanist tarafından çok şems ile arkadaşlığından dolayı incelemiş biriyim. hatta bi ara sufi mi olsam, biraz bu dünyadan uzak dursam dediğim bile olmuştur :) bendende nasıl sufi olursa artık. elinde şarap, dilinde frenkçe şarkılar, hay huy çeken biri. yok yok ben böyle iyiyim bence. ancak kendime yetiyorum zaten. bunun bi adım fazlasıda bi adım geriside zarar bana.

foto= soner yaman

gözümü kapattım

ah be kuzum. ah be ahmet. niye böyle oldukki biz. niyee böyle yabancı olduk birbirimize. niye...........................

bakma öyle olgun davranışlarıma, herşeyi olağan görmelerime, cidden bende senin kadar pişmanım sürecin geldiği şu noktadan. ama belki böyle olması gerekiyomuş deyip kendimi teselli ediyorum. sen onuda yapmıyorsun. biliyorum içinde bi umut gizliden gizliye herşey eskisi gibi olur diyo. ama o içindekine benzer başka bişide bana hiçbişey eskisi olmaz diyo. bi de çok prensib sahibiyim ya, akıllıyım ya, bi daha aynı kuyuya düşmezmişim ya. sana arkadaşlıktan başka bi lakap bulamıyorum kafamda. korkumdan dost bile diyemiyorum. seni sanki bi tuzak gibi görüyorum farkında olmadan. acı bi durum. herşey üstüste geliyor zaten. iyice acılaştı herşey. sen gelip gidiyosun hayatımdan önce, sonra işimdede huzursuzum, bi yığın salak insanla uğraş-dur. bi de senin hala haberin olmayan bi kız hayatıma giriyor ona karşı hislerimi bile çözemiyorum, daralıyorum kendi kendime. zor bela bi arkadaşım geliyor 2-3 gün, bak o da bugün gidiyor. yine kendi kendime kalıyorum iyimi. enazından sen ailenin yanındasın, odanın kapısını açtıgında sevdiğin yüzler var evinin içinde. ben hiç kapıları kapatmıyorumki. biliyomusun evin içinde olduğunu hissediyorum bazen. ben mutfakta tatlı hazırlarken bana bağırıyomuşsun gibi, yanına çağırıyomuşsun gibi geliyor. bide bunlar yetmezmiş gibi nasıl denk getiriyorsan en olmayacak en sesine ihtiyacım olacak saatte arıyorsun. güzel sözlerinle içimi okşuyosun. ne desemki sana, gel desem, gitme desem, aynı rüyayı bi daha görürmüyüz bilmemki. sanmıyorum. o yüzden bu gece uyanık kalıcam. gözümü kapatıp seni hayal edeceğim. sanki bitmemiş gibi yapıcam, sanki sende benim sana geldiğim kadar gelmişsin gibi. bakalım ne kadar sürecek bu hayal ve neresinde açıcam gözlerimi acaba.

offf ahmet offf. sana kızsam kızamıyorum, küssem küsemiyorum. canımdan bi parçasın sanki, atiim desem onuda yapamıyorum. atamıyorum seni içimden aklımdan kalbimden ruhumdan. neyse yaa coştum ben yine. iyice arabeskleştim. yine bol keseden sallıyorum sen bunları okumuyosun diye. işin özü abicim, ben seni hala çok seviyorum. hemde arkadaş kalamayacak kadar. baksana halime, gecenin bi yarısı olmuş ve ben bitek seni düşünüyorum, seni özlüyorum. tanrım biliyor herşeyi, seni gerçekten hala çok seviyorum.

foto=flickr, willstotler

11 Mart 2010 Perşembe

sıkılmak ve şükretmek

işimden sıkıldım. daha doğrusu adam kayırma durumlarını görmek sıkıyor beni. herkes birinin hamisi sanki. anlamadım gitti. ee durum böyle olunca kimsenin kendini geliştiresi yok. kayrılan kişi ayrı bi rahat, bunu gören diğer kişide "ben ağzımla kuş tutsam değerlendirilmem" diyerek işini sadece maaşını hakedecek kadar önemsiyor.

aklımdan çekip uzak biyerlere gitmek geliyor. yeni insanlar, yeni yüzler, yeni bi ortam. bikaç hafta önce üniversiteden bir arkadaşım aramıştı. yıllardır görüşmediğim çoğunluktan biri. bana ortaklık teklif etti :) şimdi linkedin diye bi site var. facebook'un kariyer sitesi hali gibi bişi. ordan bizim sınıftakilerin özgeçmişlerini incelemiş tek tek, sonra beni aramış. "ilk seni aradım" dedi bana :) ne kadar yalan, ne kadar doğru bilmiyorum. türkiye'de iş kurmayı planlamıyor. zaten burada yaşamıyor şuanda. o gün ağız ucuyla "düşünücem" demiştim önemsememiştim ama şu bikaç gündür olanlar teklifini ciddi ciddi aklıma getirdi.

bide şuna canım sıkılıyor. hayatta biçokşeye sahipken hiçbişeyim yok gibi hissediyorum. ailem, dostlarım yanımda, mesleğim, evim, en önemlisi sağlığım var. ama kendimi o kadar ihtiyaçları giderilmemiş hissediyorumki, böyle hissettiğim için kendime ayrıca kızıyorum. babaannem hep tanrıya şükrederdi, elinden tesbih düşmezdi ve bizdende şükretmemizi isterdi. sanırım şükretmeyi öğrenmem ve etmem lazım acilen.

10 Mart 2010 Çarşamba

ses iyi bişeymiş

yıllardır ev arkadaşım olmadı. bi süreliğine gelip istanbul'da kurs gören yada iş arayan arkadaşları saymazsak. bide üniversitedeki ev arkadaşı maceramı saymazsak. macera diyorum çünkü 3 ay sonunda sinir hastası oldum, kibar bi dille olmuyor dedim, onu da anlamadı. en son anlayacağı bi dille söyledim ve arkadaşlığımız bitti. belki sorun bendeydi, fazla titiz davrandım. ama napiim yapım böyle. bekar yaşamama rağmen evim temiz ve düzenlidir. bulaşık yığmam, ortalıkta kirli çamaşır falan bırakmam. bu tür sebeplerden dolayı çok samimi arkadaşlarımla bile ev arkadaşı olmaya yanaşmadım. gerçi bende değiştim zamanla. artık daha anlayışlı olduğumu düşünüyorum.

iki gündür arkadaşla birlikteyiz. çok güle oynaya geçiyor zaman. bugün mesela eve geçmiş önce, annesi bişeyler hazırlamış onu eline tutuşturmuş. beni hala hasta biliyorlar :) bi geldim mutfaktan yemek kokuları falan. ama nasıl hoşuma gitti anlatamam. demekki ailesine yakın bi ev arkadaşına sahip olmak iyi bişeymiş. o yine oynuna daldı. bende bloga tabi :)

ailesini sordum yemekten sonra. "gittiğimde evde nahoş bi ses yok, bu iyi bişi" dedi. garip gerçekten, demekki inatları çocuğaymış sanki. sadece onun canını yakıyorlarmış aylardır. neyse ailevi işleri çokda yorum yapmak istemiyorum. ama onu gülümserken görmek gerçekten güzel.

foto=flickr, mblarsen

9 Mart 2010 Salı

ev arkadaşı

misafirim geldi dün geceye doğru. bi havlu, eşofman, bi de iş kıyafetlerini almış yanına. canım bişeylere sıtkındı zaten o yoldayım geliyorum diye aradığında. neyseki onu aylardan beri ilk defa gülüyor görünce sıkıntım azaldı. ailesine uzun zamandır ilk defa yalan söylemiş, bu durum çok komiğine gitmiş. ben yıllardır aileme yalanlar söylüyorum. beyaz yalan mı denir, işte ondan. yani onları üzecek gerçekler yerine söylenen yalanlar.

fazla oturmadık gece, yorgundu o da. ben diğer odaya geç yerleş dedim ama illa salonda uyumak istediğini söyledi. nasıl rahat ediyosa diye ısrar etmedim. sabah işe servisle geçiyomuş, o yüzden erken kalkıp çıkarım dedi. bende masaya yedek anahtarı bırakmıştım akşam erken gelecekse alsın diye. ama o telaşta söylemeyi unutmuşum. kalkıp çıktığınıda duymayınca akşam eve gelince evde bulamaz beni diye erken gelmek zorunda kaldım.

birlikte yemek hazırladık, yedik. çayımızı içtik. şimdi biraz oyun oynuyor. internetten garip bi oyun, anlamadım pek. bende makina başındayım. o oyunu bıraksada laflasak diye bekliyorum. komik ama gerçekten. sanki yıllardan sonra ev arkadaşı edinmiş gibiyim. garip ama hoşuma gitti bu durum. bide arkadaşımın oyun oynarken verdiği tepkiler, çıkardığı sesler, yüzünün girip çıktığı durumlar falan çok ilginç. böyle küçük çocuk gibi :)
gözucuyla bakıp bakıp gülüyorum.

8 Mart 2010 Pazartesi

offline iletişim

dün gelmedi arkadaşım. bugün ben aradım artık. "nasıl oldun" gibisinden. "bak akşam bekliyorum. yalnız gelmeden bi ara" dedim. yarım ağızla "bakarız" dedi. ben spor salonunda iken aradı. sesi yine her beni arayışında olduğu gibi telaşlı. "gece gelsem olurmu" dedi. "yok ya, istediğin zaman gel" dedim. programımı hızlıca uygulayıp kaçtım. hatta benim masa tenisi partnerim bankacıyı bile ektim. ayıp oldu onada. bi de kurtlar gibi acıkmışımki. nadiren böyle bu kadar acıkırım spordan sonra. yinede hafif bişeyler yaptım kendime. salata. üzerinede biraz ton balığı. yedim bi güzel ama kesmedi, bide üstüne çikolatalı gofret götürdüm. şimdi iyiyim. müzik dinliyorum. o da daha gelmedi, gerçi istediğin saatte gel demiştim. şimdi arayıp geliyormusun diye sorsam, geleceği varsada vazgeçer. neyse bekliim biraz daha, olmadı uyurum en geç yarım gibi.

bu arada bizim mühendis kızla konuştuk. iş değiştirmeyi düşünüyor. aslında gayet isimli cisimli bi yerde çalışıyor ama tabi vardır kendince bi bildiği. çok sebeplerini sormadım, sorgular gibi olmasın diye. umarım onun için en güzel ihtimal gerçekleşir. bilemiyoruz biz sonuçta. bazen bişeyi çok istiyoruz ama sonu kötü olabiliyor. iş konusu böyle, aşk konusu böyle, her konu böyle. babaannem "herşeyin hayırlısı" derdi hep bana. bende bazen öyle diyorum. bunu demek içimi rahatlatıyor aslında.

bu arada ben msn ve gmail chat olaylarına son verme kararı aldım demin. sanırım ben aylardan sonra uyum sağlayamadım bu anında mesajlaşma olaylarına. hele blog tuttuktan sonra içimde biriktirip yazmaya iyice alışmışım. o yüzden kırıcı olabiliyorum online iken. ya kendimi ifade edemiyorum, yada yanlış anlaşılabiliyorum. hatta haddimi bile aştığım oluyor. en iyisi yeniden "publish post" tuşunun arkadasına saklanmak. en iyisi yazılı iletişimin diğer ucunda sıradan bi biseksüel kalmak sanırım.

foto= flickr, mr.kael

7 Mart 2010 Pazar

bir ses yada nefes

bugün niyetim evden çıkmamaktı. işte film kitap hatta gitar çalacaktım. bide mesleki bi dergiye makale yazmam gerekiyor onunla ilgili ön çalışma yaparım diyodum. saat 2 gibiydi. telefon geldi. blogta daha önce bikaç kere bahsettiğim bi arkadaşım aradı. yani yine kötüydü sesi. zaten iyi olunca nedense beni aramıyor. gerçi bu iyi bişey. bi insanın zor zamanında yanında olmak istediği kişi olmak, kakara kikiri yapılacak kişi olmaktan daha özel bişi bence. evdeyim gelsene dedim. yakın zaten. geldi 15dkya. yine ailevi tartışma yaşanmış. anne baba birbirine girip duruyor. anlatırken başladı ağlamaya. "bıktım, gerçekten bıktım. inanırmısın bazen intihar etmeyi düşündüğüm bile oluyor" dedi. "saçmalama" dedim. elimi omzuna koyup dokunarak teskin etmek istedim. sadece omuzlarını sıkmamla bana sokulması ve gögsüme başını koyup ağlaması bir oldu. bian şoke oldum. ama arkadaşımın içindeki şefkat ve huzur özlemini daha iyi anladım. dışarıdan gayet entellektüel ve hayat dolu görünse bile insanların aslında ne acılar çekebileceğini düşündüm. sıkıca sarıldım. bi yandan buna benim ihtiyacımda olduğunuda farkettim. ne kadar öyle kaldık bilmiyorum. ama ahmetten beri içimde biriken ve ancak dokunuşla iyileşecebilecek şeyler olduğunu bi daha anladım. kendine geldiğinde "onlar yüzünden hayatımla ilgili hiçbi karar alamıyorum. tek yaptıkları birbirlerine ve bana acı vermek" dedi. ne diyeceğimide bilemedim. onu övmekten başka bişi gelmedi aklıma. ruh hali iyileşince ben ona taze meyve içermisin diye sordum. gülümsedi. gözünde hala yaş varken hemde. geldi benimle mutfağa birlikte içecek hazırladık.

salona geçtik, içecekleri yudumlarken bana "sen gerçekten çok iyi birisin" dedi. ben bu tür sözler karşısında acaip tepkisiz kalırım. "yoo. senin kalbin çok özel. bundan herkesi öyle görüyorsun" diyebildim. gülümsedi yine, elimi tuttu sıkıca. terleyene kadar bırakmadı. o anda aklıma kötü şeyler getirmemek için çok direndim. dostlarıma ve arkadaşlarıma karşı farklı şeyler düşünemem normalde aslında. farklı düşünmeme yolaçabilecek ortamlardanda kaçınırım. biraz daha oturduk. sonra "ben gideyim" dedi. "iyi peki, ama kalsan iyi olurdu. bende sıkılıyorum" dedim. hatta kapı önünde aklıma daha güzel bi fikir geldi o an "istersen bi süre bende kal, ailene hasta olduğumu ve yalnız olduğumu falan de. belki onlarada iyi gelir yokluğun" dedim. baktı bana güldü. sarıldı sıkıca, "belki, olabilir" dedi sadece. gitti sonra. kendime gelemedim bi süre. yani onun sıkıntıları değilde benimde onun kadar şefkate aç olmam şaşırttı beni. güçlü sağlam dayanıklı mantıklı falan görünsem yada olmaya çalışsamda insanım neticede. hayat herkes gibi benide yıpratıyor.

umarım üç-beş eşyasını toplar gelir. bu ara evde bi sese çok ihtiyacım var. çok hemde...............

foto= ciao filmi

6 Mart 2010 Cumartesi

voltran

düşündüğüm gibi oldu. bizimkilerde sevdi kızı. gerçi kızı evinden alıp arkadaşın kısıklıdaki evine giderken epey bi anlattım onları. işte şöyleydik eskiden, böyleydik. hatta sonra bende farkettim çenem ne düştüğünü utandım sustum. ne biliim heyecanlandım, yanlış bişe olmasın falan diye bi ön hazırlık yaptım. güya :)

bizden önce iki arkadaş gelmişti, biri eşiyle gelmiş, diğeri bekar zaten. enson diğer arkadaşta geldi. voltranı oluşturduk anlıycağınız. biraz planlı bi toplantı havasında geçti buluşma. işte herkes son görüşmeden beri olup biteni anlattı kısaca. ben işten havadan sudan bursadan falan bahsettim. sonra yanlışlıkla faturalarını ödemem nedeniyle tanışmamızı anlattım. epey güldüler. arkadaşlarımdan ikisi bayan. onlar gülmekten başka şeylerde yaptılar. kaş göz hareketleri falan. memnun olmuş dudak bükmeler falan. zaten biri aralarda arar, "evlende bi göbek atalım, kurtlarımızı dökelim artık" der. bende hep "ben seni bi yere götürücem orda doya doya göbek at" diye geçiştiririm. bugün kızın önünde evlilik bahsi açılmadı iyiki. çok utanırdım gerçekten.

arkadaş o kısa zamanda börek bide böyle farklı bi süt tatlısı yapmış. ee haliyle eşide epey bi kilo almış. takıldım biraz, banada kas yapmışın diye takıldılar gerçi. bide saçımda beyazlar daha belirginleşmiş. bu lafı duyduğum an saçları asker traşı yapmaya karar verdim bile. kıza çok yüklenmediler. ama bizim kızlar arada fısır fısır bişiler sordular meraklanmadım değil. ortamı ilk biz terkettik. kız annesi rahatsızmış, erken evde olmalıyım deyince. bizimkiler tek ağız geçmiş olsun dediler. çıktık sonra. yolda biraz sitem ettim "madem rahatsızdı neden söylemedin başka zaman giderdik" diye. sustu, o an bi yandan araba sürüyorum bi de yüzüne baktım. çok çekinmişti tepkime ve bi okadarda tatlıydı. "ben sadece annene ayıp oldu diye üzüldüm" falan diye olayı toparlamaya çalıştım ama yapamadım sanırım. onu bırakırken "bende yukarı bi gelip geçmiş olsun diyeyim mi" dediğimde "başka zaman" demesinden anladım. neyseki sonra eve gelince aradım, durumu ifade ettim. çok geçmeden bugünkü buluşmanın ev sahibi arkadaşım aradı. direkt olaya girdi. "ay ben bu kızı çok sevdim ayoool, hanım hanımcık" diye kahkahalı bi giriş yaptı :) "yok ya düşündüğün gibi bişi yok henüz" falan diyorum ama dinleyen kim "bak oğlum, aklını başına al. yalnız bi yere kadar. bulmuşun böylesini, kaçırma" gibi bi yığın cümle sıraladı. bide benden sonra ekip bizi konuşmuşlar. diğerlerinin laflarınıda anlattı bana tektek. bi yandanda gülüyorum onu dinlerken. bak şimdi yazarken bile gülüyorum :))

canım dostlarım, hep benim iyiliğimi istiyorlar biliyorum. aslında bende kendim için iyi şeyler istiyorum. bundan dolayı önemli bi ilişkiden yada adı neyse ondan çıkmama rağmen salmayışım. birazcık kendimi saklayışım.

foto= flickr, modestconfidence

çabalıyorum

dün gece yine salonda kanepenin üzerinde yığılıp kalmışım. herbiyanım tutulmuş, üşümüşüm. dün arkadaşın verdiği yeni dizileri izliyorken uyumuşum. bilgisayar, msn falan açık kalmış. sabahta 8 gibi kalktım, daha doğrusu kalkamadım. boynumda müthiş bi ağrı, yeni yeni azaldı ağrım. sıcak bi duş alıp ovaladımda öyle geçti. işte böyle şeyler olunca yalnız olmak kötü bişeymiş diyorum. ne biliim, en azından annem yanımda olsa "kalk yatağına geç" diye mıymıy yapardı, yada ne biliim uzatır üzerimede bi battaniye örterdi.

yalnız olmak demişken bugün bir adım ileri gitmeye niyetliyim. en yakın dostlarımla buluşmayı düşünüyorduk kaç zamandır. epi topu 5 kişiyiz, kardeşten öteyiz. yani çok arkadaşlarım var sevdiğim insanlar var ama bu 5 kişi dosttanda öte kardeş gibiyizdir. birazdan arayacağım hepimize yakın biyerde yada birimizin evinde buluşalım diyeceğim. asıl önemli olan bu buluşmaya bizim mühendis kızı götürmeyi düşünüyorum. ortada ciddi bişi yok ama ne biliim geçen aklıma geldi birden gülümsedim. bide birlikte geçirdiğimiz zamanlar falan kendimi iyi hissettiğimi bariz şekilde farkediyorum. hem tanısın dostlarımı, dostlarımda onu. sonuçta dostlarımın kız hakkındaki görüşleri benim için çok önemli. enson ahmeti o ortama sokmuştum. tabi olayda farklı bi şey algılamadılar o zaman. pek sevmişlerdi onu. ama şimdi direkt hayırlı iş gözüyle bakacaklar kıza. :)

evlenmek, çocuk sahibi olmak değil derdim. sadece içimde ahmetin oyupta bıraktığı bi boşluk var. ruhumda daha doğrusu. ahmetlede ilgisi yok. o hep varmış. ben saçmasapan şeyler yaparak dolar sanmışım ama olmamış. işte ben o boşluğun dolması için çabalıyorum. denemedende bilemem neyin dolduracağını. kestirip atmayı aslında daha çok seviyorum. ama bu kızla dialoga devam etmek istiyorum, tanıdığım ilk günden bu noktaya geldiysek, devamı nereye gider görmek istiyorum. benimki sadece bi çaba şimdilik. bu yüzden şimdilik bi hayal kurmuyorum.

foto=jupiterimages

3 Mart 2010 Çarşamba

dengesiz

daha dün akşam gelen bir maile yazdığım "denge" meselesi henüz kafamı kurcalarken kendi dengesizliğime şükrettiren bigün yaşadım. kendisinin çok komik olduğunu düşünen ve susmak nedir bilmeyen bi iş arkadaşım kızlara şaka yapıcam derken gelip masama bi kupa kahveyi boca etti sabahtan. bi kısmı henüz okumadığım ve incelemem gereken raporlardı. nasıl gerildim anlatamam. zaten iş zamanı gerzek gerzek yayvan ve yüksek sesli konuşmalarına kalbini kırmamak için tahammül ediyorken bide böyle bişi olunca köpürdüm. içimden "tanrım sabır ver" diye geçirirken bi baktım bu hala gülüyor. tuttum kolunu sert şekilde geriye çektim. masamı temizledim. sanırım ilk defa beni öyle gerilmiş gördü iş arkadaşlarım. herkesin gözündeki korkuyu gördüm. çok geçmedende yaptığım şey için pişman oldum. benim yaptığım harekette enaz onun yaptğı kadar dengesizceydi gibi geldi. hatta bi ara yanına gidip tepkim için özür dilemeyi bile düşündüm ama sonra vazgeçtim. birinin onla kötü olma pahasına iş ortamında evdeki gibi davranmaması ve diğer insanlara saygı duyması gerektiğini hatırlatması lazımdı. demekki bu görev bana nasipmiş :)

ama şimdi o sert tepkime bende gülüyorum. çocukçaydı işte, kabul ediyorum. sonuçta herkesin kişiliği belirgin. kimseyi değiştiremeyeceğimize göre benim tahammül sınırlarımı biraz daha genişletmem lazım belkide. neyse ya, ofis sorunlarını resmen eve taşımışım. baksanıza ne kadar yazdım. pehh, şimdi kendimi ödüllendirip, mutlu olmalıyım. biraz çikolata mesela, birazda slow müzik. :)

canım cayır cayır yanıyor

herşey iyiyken şimdi nerden çıktı bu şarkı :(
facebook'tan bi arkadaş yollamış bana gripin severim diye. severimde benim gibi karmaşıklıkla sadelik arasında gidip gidip gelen adama böyle şarkı yollanırmı ya.

bak saat 2 buçuk ve bende zerre uyku yok. şarkıyı evirip çevirip dinliyorum. ağlamaklıyım biraz. geçmişim aklıma geliyor. biraz garip oluyorum. ama şuanda bile gelecekten ümitliyim. bi de şarkıda "canım cayır cayır yanıyor"u öyle bi içten diyoki arkadaş resmen canımı yakıyor. canı yanmak isteyen dinlesin.


gripin - durma yağmur durma


zaten ıslağım boğazın ortasında
yaşlarım gizleniyor damlalarında
durma, yağmur durma

cilalanıyor ruhum istanbul sağnağında
damlalar karışmış elmacıklarıma
durma, yağmur durma…

okunmuyor adı artık yıldızlarda
ayrılık yazıyor arkası yarınlarda
sorma bana, sen de onu sorma

sorma, sorma doldur boğaziçini
sen doldur ben içerim efkarımla kana kana
durma, durma doldur boğaziçini
sen doldur ben içerim yalanlara kana kana
durma, canım cayır cayır yanıyor
söndür yalvarırım durma n’olur durma

durma, yağmur durma
sorma, sen de onu sorma

1 Mart 2010 Pazartesi

bir aşk portresi

geçen bi yazıya resim ararken denk gelmiştim. masaüstüne kaydetmişim. bilgisayarda temizlik yaparken farkettim. öyle bikaç dk bakakaldım fotoğrafa. ne güzel bi fotoğraf değilmi. sevgi yada aşk denen şey böyle bişi olsa gerek. bedeninin en önemli parçasının bir başkasının bedeninde taşınması gibi bişi. bi tür sonsuz güven, sonsuz sadakat gibi bişi.

foto= tumblr, thingssheloves