31 Aralık 2009 Perşembe

mutlu yıllar

hani tüm umutlarınız suya düşmüştür. böyle suda yüzen şişman japon balığı gibi hiçbişeyi takmadan yavaş yavaş gezersinizya. dünya yansa yıkılsa umurunuzda olmaz ya. işte öyleydim bikaç gündür. organizatör tarafımı bildikleri için yılbaşında napalım diye ağzımın içine bakanlara rağmen evde dinleneceğim diyodum. ama saat 10 gibi gelen bir telefon herşeyi değiştirdi. ahmet aradı ve istanbul'a gelmek istediğini söyledi. niye diye sormadım hiç. hatta çok şaşırdım ve sevindim. aslında ben iki gün önce bi planı olup olmadığını sormuştum ona. bana "yok, evde ailemle olurum" demişti. bende "keşke gelsen beraber eğlenirdik" demiştim ama lafı uzatmamıştım. yinede içimden uzun uzun keşke demiştim telefonu kapadıktan sonra. sanırım o küçük dualarım bugün kabul oldu. çok mutluyum o saatten beri.

neyse ben yavaştan toparlanıp çıkayım. ahmet de varır yarım saate kadar sanırım. onu alıp direkt taksim'e, ekibin toplandığı yere geçeriz artık. ekip dediğim epey kalabalık zaten. yani uzun ve eğlence dolu bir gece bizi bekliyor :) umarım kusursuz olur herşey.

çok da vaktim yok uzun uzun yazamıyorum. bu arada herkese iyi yıllar diliyorum. sevgi mutluluk ve sağlık yeni yılda peşinizi bırakmaz umarım. sevgiler.........

29 Aralık 2009 Salı

mim borcu iki

glaskas da beni mimlemişti bikaç hafta önce. canı sıkılan adamın mimi kadar ilginç sorular olmasada beni epey zorlayacak türden şeyler var. neyse lafı uzatmiim, ben cevaplara geçiim.

Gerçek ismin ne?
ali (gerçi buna inanmadığını ısrarla söyleyenler oldu. ama şöyle diim, iki ismim var ve günlük hayatta daha çok diğer ismimi kullanıyorum.)

Kaçlısın? Nerde doğdun?
1977, bursa.

Kaç kişilik bi ailesiniz?Kardeş durumları ne?
5 kişilik. bi kız bi erkek kardeşim var.

Hangi şehirde yaşıyorsun?
istanbul, bi ara vaktimin çoğu farklı yerlerde geçiyordu resmen hiçbiyerde yaşıyordum. ama sanırım iyice yerleştim yine istanbul'a.

Nerelisin?
bursa, ama ailenin kökleri istanbul saray'dan gelme. biraz sancılı günlerden çıkma bir aile. ama şükürki hiç öyle asiliz takıntıları yoktur kimsenin.

Nerde ne okuyorsun? Kaçıncı sınıfsın? Yada ne iş yapmaktasın?
okul biteli çok oldu, master bile bitti yıllar önce. yaptığım işi söylemiim ama sektör olarak finans denebilir. daha kompleks bişeyler gerçi.

Bi lakabın var mı?
pek yoktur. ama bu ara kızın biri var. bana "kıl" diyo. sordum sebebini, işle ilgili herşeye itiraz ediyomuşum, mükemmeliyetçiymişim diye diyomuş.

Kariyer ve izdivaç planın ne?
kariyer planımda, izdivaç planımda belirsiz. heran herşey olabilir. gemileri yakıp hayatımı kökten değiştirmeye çok uzak değilim. hayatımdaki bazı şeylerin netleşmesini bekliyorum yolumu çizmek için.

İlişkin var mı? Ne tarz bi ilişki? Nereye doğru gidiyor? Neyinden memnunsun neyinden değilsin?
ilişkim varmı. var ama ip üstünde. yani artık buna dostluk desek daha doğru olur. bir yerede gittiği yok, yalnızmıyım değilmiyim bilmiyorum.

Hangi ünlü sevgilin olsun isterdin?
natalie portman, keira knightley, scarlett johansson yada erkek olarak kevin spacey. ama eskidendi tabi.

Kaç sevgilin oldu?
iki. biri hayatımın kazığını yediğim hayatımı alt üst eden kızdı. biride hayatımda şuanda ailemden sonra en değerli varlık ahmet. lisede de bi kızı sevmiştim. aşk falan sanıyordum ama şimdi komik geliyor o günkü hislerim yaptıklarım. o ilişki sevgililik sayılmaz yani. bunlar dışında epey bi kişiden hoşlanmışımdır. cinsellikten öteye gidemeyen günlük haftalık şeyler olarak başlamadan biten şeyler.

En çok hangisini sevdin? Aşık mıydın?
ahmet'i. ben kimseyi böyle sevmedim. en önemlisi, kimseye böyle güvenmedim. hayatımı bir insanın ellerine bıraktım nerdeyse bir dönem. halada iki dudağı arasında kariyer planım ve herşeyim.

Kendin için neler yapıyorsun?
kitap okuyorum bu ara. spor yapıyorum düzenli olarak. iyi beslenmeye çalışırım. bazı dönemlerde sanatsal aktivitelere ilgi gösteririm. çok alışveriş yapmasamda düzgün hoş ama sade giyinmeye çalışırım.

Hadi bi hayalini paylaş?
sevdiğim kişiyle önyargılardan, baskılardan uzak dört duvar arasında sonsuz bi mutluluk. neresi olduğunun önemi yok, istanbul, ağrı, malta, madagaskar yada bilinmeyen bi yer. doyacak kazancımız ve huzurumuz olsun, bi de sevgimiz. yeter bana. (sevdiğim kişi dedim, hayallerime ahmet'i sokmamaya çalışıyorum. o başka bi hayali kurarken böyle yapmak zorunda hissediyorum kendimi)

En son ne zaman neden ağladın?
pazar günü. hayatımda geldiğim noktayı, içimdeki duyguları düşünürken çok doldum ağladım. ama bikaç damla aktı. sonra toparlandım.

En son ne zaman ne yalan söyledin?
hergün. ençok ahmet'e, aslında herkese. "nasılsın" sorusuna "iyiyim" diyorum. yalan işte, iyi falan değilim. nasılım bilmiyorum ama iyi böyle olmaz bence.

Bana bunu sakın yapmayın dediğin birşey?
bana aşkım diye hitap edilmesinden nefret ediyorum. onu bana bi kişi söyleyebilmeli. gerisinin haddine değil. ama ne yazıkki diline sakız etmiş, herkese aşkım demeyi adet etmiş kadınlar var ortalıkta. sempatik olduklarınımı düşünüyorlar acaba.

Ne okumaktasın?
jason wright - çarşamba mektupları.

Ne okuyalım bize ne tavsiye edersin?
klasik olacak ama paulo coelho okuyun. kitap ayrımı yapmadan yazdığı herşeyi okuyun o adamın bence.

En son kime neden kızdın?
bugün kızdım bi yönetici arkadaşa. ağzının lafını bilmiyor bazen bazı insanlar. işin garibi özür dileme özürlüler.

En sevdiğin beş şarkı?
sting - shape of my heart (mum ışığında dinlemeyi sevdiğim şarkılardan)
deep purple - soldier of fortune (mum ışığında dinlemeyi sevdiğim şarkılardan)
morrissey - i have forgiven jesus (karanlıkta full karanlıkta dinlerim bunu)
hmmm dur iki tanede türkçe koyayım. türkçe dinlemiyomuşum gibi algılanmasın.
sezen aksu - herşeyi yak (konserinde beni ağlatan tek şarkısı)
candan erçetin - ben böyleyim (arabada dinlemekten ençok hoşlandığım şarkı. bağırarak eşlik ederim)

Grup isimleri say bize hadi.Her ergen gibi :)
rolling stones, red hot chili peppers, cranberries, yüksek sadakat, pinhani, gripin, yeterli bu kadar sanırım.

Yiyecek birşeyler say sevdiğin?
karnıyarık, kebap çeşitleri:) yaprak sarması, su böreği, elmalı turta.

İçecek birşeyler say sevdiğin?
çay, kahve, şeftali suyu, bazen kola, bazen şarap ama aramam yokluğunu. o derece işte.

Kimler olmadan olmaz?
ailem, ahmet. bi de birkaç dostum var onlar.

Şimdi sadece onun anlayacağı bi şekilde birisine seslen!
canımın içi.

ohh be. ne kadar zordu mim sorularını cevaplamak. resmen kendimle yüzleşir gibi oldu cevaplar. ama iyi oldu. bana müstehak böyle mimler. teşekkürler glaskas.

mim borcu bir

canı sıkılan adam bir süre önce beni mimlemişti sanırım. yani daha doğrusu benim nickime benzer bi nick yazmıştı yazısında, emin olamamıştım. yinede cevapliim ben soruları geç olsada.

s1- Siz olsaydınız Dominique Strauss-Kahn'a ne fırlatırdınız.
c1- ona benim eski cep telefonumu atmak isterdim. isabet ederse büyük hasar verecek kadar ağırdı o.
s2- Kuşdili ile yayın yapmak Anayasa Mahkemesi tarafından yasalaşsa, TRT'nin yeni kanalının adı ve primetime'da yayınlanacak programın adı ne olurdu?
c2- tegeregetege kuguş, iginaganc sagatigi.
s3- Dünya Ekonomik Forumundasınız, Şimon Perez'e hitap ederken hangi ingilizce kelimeleri kullanırdınız?
c3- fuck you child murderer.
s4- Üç Maymun kadar güzel bir filmle Cannes'da ödül alırken ödülünüzü kime ithaf ederdiniz
c4- sevdiğim adama ve aileme.
s5- Rimiley, Düm Tek tek, Diday Diday Day gibi parçaların ödüle yaklaştığını bildiğimize göre Eurovision'a hangi tekerleme ile katılmamızı önerirsiniz?
c5- hmm, zor soru :) aç kapıyı bezirgan başı.....
s6- Hulki Cevizoğlu'nun yeni kurulan partinin adını daha çok oy alması için ne olarak değiştirmesini istersiniz?
c6- prematüre siyaset partisi
s7- Bu yıl ilki yapılan Birinci Romen Çalıştayı'nın sonrasında sizce ne oldu?
c7- önce saç baş kavga çıkmıştır, sonra biri müziği girmiş ortalık göbekten yıkılmıştır.
s8- "Alien Predatur'e Karşı" filmi gibi bir film yapsanız, Twilight/Edvard Culin'in karşısına kimi çıkarırdınız?
c8- bülent ersoy'u. çocuk ürküp kaçardı kesin :)
s9- Michael Jackson'ın ölümünün ardından ne gibi bir gerçek çıksa şaşırırsınız?
c9- maykıl'dan çocuğu olduğunu söyleyip hak isteyen bir mağdur türk kadını mesela.
s10- Mahsun Kırmızıgül, "Güneşi Gördüm" filminin devamını çekse adı ne olurdu?
c10- "görmez olaydım" :)

biliyorum cevapların çoğu başarısız ama idare edin artık. :)

28 Aralık 2009 Pazartesi

giderek tırsıyorum

homofobinin geldiği noktayı haberlerde okudukça dahada gizlenesim geliyor. alakam olmaz ama haberin başlığından dolayı okuduğum bi haberi aktarayım mesela. tanyeli diye bi dansöz var, şarkıda söylüyomuş. işte yunanlı biriyle evlenmiş bi ay önce. bu kadınında bi gay barda programı varmış evlenme öncesinden planlı. adam çıkmasını istememiş, kadın çıkıcam demiş. ee işe gidincede, eve geldiğinde kocasının eşyasını toplayıp, otele gittiğini görmüş.

bu nasıl bi nefrettir ya. 1 aylık eşinden ayrılmayı istetecek kadar.
yok tamam gaybar ortamlarını sevmediğimi daha öncede dile getirmiştim. ama bazı insanlar bu ortamlarda daha iyi hissediyor ve bu sebepten biraraya geliyolarsa bunuda anlamam lazım. herkesin anlaması lazım. yani heteroseksüellerin de.

27 Aralık 2009 Pazar

yoğun bir cumartesi

dün acaip eğlenceliydi. arkadaşa hediye almak için çıktım evden. ne eksiği vardır yada ne hoşuna gider diye düşünerek bakınıyordum etrafıma. aklımada bişi gelmiyor. bi mağazanın vitrininde harika bir kazak gördüm. yani aslında kendime alasım geldi önce ama onunda beğeneceğine emin olduğum için paket ettirdim. bir de onun tarzı ama benim asla kullanamayacağım türde bi parfüm aldım. aslında muziplik yapmak için ankaralı turgut albümü falanda alasım geldi ama şimdi ortamda tanımadık vardır rezil olmiim diye öyle bişi yapmadım.

alışveriş için dolanmaktan başım dönmüştü diye soluklanmak için bi yere oturdum. kahvemi yudumlarken şu teyzeleri aradım. müsaitlermiş, ordan onlara geçtim. teyze o arada derede çay demlemişti, amcada beni görünce direkt tavlayı getirdi. bi güzel haşat ettim amcabeyi :) koca adam mızıkçılık yapmaya bile çalıştı. yok zar tutuyomuşum falan diye. kızıylada oynadık, kız babadan daha dişli çıktı ama tabi karşımda o da fazla tutunamadı :)

saatide unutmuşum o sırada, farkedince acil toparlandım, kaçtım. arkadaşın yanına vardığımda hazırlıklara başlamıştı. biraz geç kaldığım için fırçamı yedim tabi. sonra benim sanat zevkimi yansıtan bir ortam ve müzikler hazırladık birlikte. millet gelmeye başladı. ama ben milletin yarısını tanımıyorum. pasta kesildi, hediyeler açıldı, müzik faslı, eğlence, dans falan derken beni bi ateş bastı birden. ne olduğunu anlamadan terlemeye başladım. milleti de telaşlandırmiim diye söylemedim ama balkona çıkıp hava aldım. sonra arkadaştan ve milletden izin istedim "telefon geldi, acil eve gitmem lazım" bahanesiyle. eve geldiğimde iyiydim, terleme ve ateşlenme bitmişti. sadece yorgundum biraz. makinayı açtım. mailleri okurken birinin chat davetini gördüm. sanırım saat 1:30-2lere kadar sohbet ettim o kişiyle. hani bi blogluk malzeme çıkacak bir hikayesi vardı onunda. sonra uykuya yenik düştüm.

ancak şimdi yazabildim dünü. yorucu ama güzel bi gündü her açıdan. hayatımda böyle günleri çoğaltmalıyım bu ara.

26 Aralık 2009 Cumartesi

dünya dönüyor

hayat her türlü sıkıntıya rağmen tam gaz devam ediyor. bende biraz içinde yeralsam fena olmaz sanırım :)

yakın bi arkadaşımın doğum günü bugün. akşama home-party yapacakmış, benide davet etti. daha doğrusu erken gidip ona yardım etmemi istedi :) birazdan çıkıp hediyelik bişeyler alacağım. bakıcam artık, umarım hoşuna gidecek bişeye denk gelirim. ordanda şu teyzelere gideyim, amcanın tavlada boyunun ölçüsünü alacağım, söz verdim. gerçi yeni tanıştım ama sıcak bi aile ortamı, gitmekte pek çekince görmüyorum nedense. sonrada arkadaşa geçerim artık.

bu doğum günü çocuğu arkadaşımla biz daha önce iki yıl birlikte çalışmıştık. sonra ayrıldı o işten, bikaç kişi birleşip ortak iş kurdular. önce bayağı zorluk çektiler ama sonra güzel trend bişeyler yapıp olayı kotardılar. şimdi hem madden hem manen memnun yaptığı işten. benide ikna etmek istedi ama hayatta risk almayı pek sevmediğimden belkide yok demiştim o dönem. sonrada lafını açmadı o da zaten. neyse geçmiş geçmişte kaldı. biz hala yakın iki arkadaşız, iki bekar :) o da evlenmedi benim gibi. o neden evlenmiyor bilmiyorum ama vardır onunda kendine göre haklı sebepleri.

haa bu arada, aylardan bu yana ilk defa dün akşam bi siteye girdim ve chat yaptım. insan yüzünü görmediği ve hayatta tanışma ihtimali olmayan insanlara konuşurken rahat oluyor aslında. düzgün birini denk geldim anlattım yaşadıklarımı. ilk defa biseksüel biriyle tanıştığı için ona ilginç geldi, dinledi. o da kendi yaşantısını anlattı, yurtdışında çalışma hayallerini falan. gülümseyerek dinledim, pardon okudum :)
aralarda bu tür chat olaylarına girsem bu karmaşık dönem için iyi olabilir.

foto=www.kamoblog.am

25 Aralık 2009 Cuma

pause: bekleme modu

aslında bu ben değilim. böyle ağlayan, sızlayan biri değilim.
normalde oldukça hayat dolu biriyim. yani daha doğrusu öyle olduğumu söyler insanlar. hayatımda iniş çıkışlara rağmen kendimce bir düzende devam edebiliyorum yıllardır. uzun zamandır yalnız yaşamama rağmen bunu yapabildim. evet, aralarda dengenin bozulduğu, toparlanmam gereken zamanlar oldu ama onlarda bir dönemdi. yani belki yaşanması gerekiyordu. ahmet'i de tanımış olmam gerekliydi. bir erkeği daha doğrusu bir insanı böyle sevebildiğimi görmem gerekiyordu.

belki cümlelerim biten bi ilişkiyi yada arkadaşlığı tarif eder gibi oldu ama öyle değil. ahmet benim hala canım, hala herşeyim. ailemden sonraki en değerli varlık hayatımda. onu onun mutlu olmasını isteyecek kadar çok seviyorum. ama artık net olarak kabullendimki onun içinde olduğu hayaller kurmamalıyım kafamda. evet, istediği zaman gelir, ben giderim, buluşuruz, konuşuruz, dertleşiriz, sarılırız, hatta yine birlikte uyuruz. ama daha ötesine gitmeden o tanımlayamadığımız hislerimizi paylaşırız. şuana kadar olduğu gibi. bu onun toplumca kabul gören bir hayat kurmasına engel değil. belki ben bile hayatımda değişikliğe gidebilirim. bilmiyorum. şuan tek istediğim beklemek. tanrım benim için en doğru şeyi biliyordur.

24 Aralık 2009 Perşembe

birşeyler koptu sanki

bugün kötüydüm öğleden sonra. hani böyle bazen elinize bir kağıt alırda yarım saatte okuyamazsanız, okusanızda anlayamazsınızya. ama aklınızda bomboştur ya, işte öyleydim. arkadaşlara söyleyip çıktım erkenden. eve gelmeye niyetlenmişken, ortamını sevdiğim sakin düzgün bi kafenin önünde durdum, arabadan kitabımı aldım ve içeri geçtim. kapıya yakın bir yere oturdum. kahvemi içiyorum, biyandanda kitaba odaklanmaya çalışıyorum. o sırada çalan şarkıya kulak kesildim. kimin söylediğini bilmiyorum ama şarkının bi yerinde "i don't want to see the light of day without you anymore" gibi bi söz geçiyordu. nasıl bir ruh halindeydiysem, nasıl yalnız ve çaresiz hissettiysem o an artık başladım sessizce ağlamaya. ama nasıl diim, elimde değil gözümden yaş kendiliğinden akıyor. mekan neredeyse boştu ama yinede kendimi toparlayıp yüzümdeki ıslaklığı sildim hemen. bir kahve daha istedim. sanırım biraz daha iyi hissettim ağladıktan sonra. hani nasıl denir, yüreğim hafifledi. bazı şeylerin elimde olmadığını söyledim kendi kendime. heleki bu şey bir insanın kalbi ve hayatı ise bunun bazen neredeyse imkansız olduğunu.

sonra ahmet'in sesini duymak istedim. telefonundan aradım, çaldı çaldı ama açmadı. bikaç dakika sonra bi daha aradım ama bu defa telefonu meşgule aldı. bu sefer ağlamadım ama içimden bişeyler koptu sanki. keşke açsaydı dedim içimden ama açmadı. yada keşke hemen sonra arasaydı diye iç geçirdim ama aramadı. hala aramadı.

foto=flickr,de vil Ψ

23 Aralık 2009 Çarşamba

gidesim var

tahmin ettiğim sona doğru adım adım ilerlerken sevdiğim adam tarafından bana sunulan çözüm ile sevgim arasına sıkışmış durumdayım. ne yapacağımı bilmiyorum.

ahmet biriyle tanıştığını söyledi. daha doğrusu tanıştırıldığını ve onunda tanımak istediğini, neler olabileceğini görmek istediğini. bunda bi gariplik yok. bunları 50 kere konuştuk. onun şartlarında biri için en doğru şey heteroseksüel bir hayat, bunu kabul ediyordum bende. hatta dost olarak hayatımda kalması, zaman zaman bana konuşması, gülmesi, sarılması yeterliydi. ama sanki öyle değilmiş içimde. ben sanki o iyi hissetsin diye kabullenmeye zorlamışım kendimi. anladımki ben yapamıyorum bu işi. onun gözlerimin önünde benden uzak bir hayat kuruşunu izleyemiyorum. herşey çok yeni, belki önemli birşey çıkmayacak bu kızdan ama sonuçta hep deneyecek. tanışacak, evlenecek cesareti ve sevgiyi bulacağı kızla karşılaşana kadar yenileriyle tanışacak. ben ise hep yanında mutlu olmasını dilerken, içimden acı çekeceğim.

bunu düşündükçe bile mideme ağrılar giriyor dünden beri. ne yapacağımı bilmiyorum. bugüne kadar tanıdığım en değerli insanı hırslarıma kapılıp bırakmak bile geçiyor aklımdan. hatta haftaya yılbaşında burdan uzaklarda tek başıma kalmak hevesim var. şuanda pek dengeli şeyler yapmaya meyilli değilim. akşamları eve geçmeden spor salonunda uzun uzun kendimi yorup, saatleri dımtıs dımtıs müzikler altında tüketip, tükenmiş halde geliyorum eve. kendime yapabileceklerimden korunmak için elimden gelen en düzgün şey bu.

foto=flickr, elsakawai

20 Aralık 2009 Pazar

dolu dolu bir pazar

ne tatlı bi gündü.
kahvaltıdan sonra dışarı çıktım. kuzene gittim, eniştede evdeydi, yeğende. enson ahmet'le gitmiştik, çocuk onla oynaştığından ben doya doya sevememiştim. bu defa hevesimi aldım. eniştede katılınca bi ara, kuzen iyice çıldırdı. "çocuklar" diye fırça bile attı hatta :) bi de kekler börekler yaptı biz oyalanırken, bi güzel onlarıda götürdüm :) bikaç saat daha oturup çıktım ordanda spor salonuna geçtim. bi haftadır gidememiştim, iyi bi silkelendim. çıkarken 8 gibi şu teyzeleri aradım, müsaitseniz sizi ziyaret etmek isterim diye. pastaneye uğrayıp bişeyler alıp geçtim verdiği adrese. bi amcabey açtı kapıyı, şaşırdım tabi. evde erkek figürü yoktu kafamda birazda. yanlış geldim sanırım deyince, kapıda o telefondaki sesin sahibi teyze belirdi. sesten ziyade yüzden tanıdım. hani görmemiştim ama o sesin sahibinin böyle hanfendi biri olacağını canlandırmıştım kafamda. geçtik, muhabbet ediyoruz. tabii telefon ödemesinden dolayı dolandırıcı olduklarını düşündürmemek için açıklama yapıyor teyze hala, o sırada şu hesabıma parayı geçen kızıda geldi içeri. içlerinin rahat olmasını, benim ve telekomun ve bankamın hatası olduğunu, onlarla ilgisi olmadığını yineledim. amcabey emekli askermiş, teyzemde emekli öğretmen. bi oğulları varmış o da subay olmuş, izmirde çalışıyormuş, evliymiş. kızda okulu 2 sene önce bitirmiş, mühendis, özel büyük bi şirkette çalışıyor. çok zarif bi aile gerçekten. bir buçuk kadar saat kadar oturdum. sonra müsadelerini istedim. amcabey'le sohbet arasında tavla muhabbeti de yaptığımız için kalkarken adam bana bigün tavlaya beklediğini söyledi. tamam dedim.
pek yaşıtım değil, ama sohbeti fena değil adamın. emekli bi asker için çok çok iyi hatta. yakında bi gidip boyunun ölçüsünü alayım diyorum :)

uyumadan sizle paylaşmak istedim dolu dolu geçen bugünü.
hepinize sevgiler, iyi ve güzel haftalar.

foto= flickr, camtb

şımarmak üzereyim

yoğun ilgi ve baskı altındayım efenim :) sanki yeni flört eden 14lükler gibi smsler, uzun telefonlar alıyorum. hatta dün kargodan hediye paketi bile geldi. evlilik meselesini durgun ve kabullenmiş görüntümün ahmet'i bu kadar korkutacağını düşünmezdim. hani bir haftadır duyduğum güzel cümleleri toplamda 8 ayda bile duymamıştım ondan. şımarmadım dersem yalan olur. pazar sabahı bile "seni seviyorum"la uyandırılınca şımarmamak elde değil gerçekten.

neşem iyi yani. güzel de bi duşumu aldım sabahtan. hatta açtım norah jones'un son albümü "the fall"u, yüksek seste dinlerken güzel bir paşa kahvaltısı hazırlıycam kendime birazdan. belki kuzenlere giderim öğleden sonra, çoktandır görmedim onları da. hem akşam dönüşte de şu eski telefon numaramı kullanan teyzeye çay içmeye geçerim.

herkese iyi pazarlar :)

foto=flickr, dracorubio

19 Aralık 2009 Cumartesi

vermek

şu homofobik söylem takıldı yine aklıma. "vermek".
iğrenç bi kelime değil mi? sanki mal karşındaki. bu kelime sadece homoseksüel ilişkilerde değil, heteroseksüel ilişkilerdede yaygın kullanılan bi kelime. "versene", "bana bi versen", "verici" gibi. beyaz show'da ata demirer'in patavatsızlığını hatırlayın. adam milyonların önünde kendine soru soran telefondaki kıza "vercen mi" demişti.

bi yorumda pansexuel güzel bi noktayı görmüş. hani biz ilişkide hep o "veren" diye tabir edilen kadın yada erkeğin kaybedeceğine inanmış bi toplumuz. "veren" kızın o..pu, erkeğin i.ne olduğuna inandırılmışız. ben tecrübelerimle şunu söyleyebilirim, o..puluğun yada i.neliğin cinsiyeti yada şekli yok. gerçekten yok. yani nice o..pu ruhlu erkekler var ortalıkta. yada nice i..ne ruhlu aktif gay yada biseksüeller. hergün ayrı birine tenini sunan, ruhu ve bedeni kirlenmiş tipler. aslında bu tarifi yaparken hayatımın bi dönemini böyle geçirdiğim için yüzüm kızarıyor. ama yanlış yanlıştır sonuçta.

bi de şu var, bizim sekste kaybetmeden algımız vücudun deforme olmasıyla alakalı sanırım. o yüzden kızla yatan erkeği, pasif gayle birlikte olan aktif gayi (yada biseksüeli) pekte kayıpta görmeyiz. ben işin en başından böyle olduğuna inanmadım. o yataktaki iki insanında aynı şekilde zevk alıp, aynı şeyleri kazanıp yada kaybettiğine inanıyorum.

açıklama=küçük iskender gibi i..bne kelimesini kendisine yakıştıranlar olabilir. ben toplumun küfretmek için kullandığı manayı kasdettim. hani baştan söyliimde alınan olmasın.

ya bu arada, ben genel konularda yazmayacaktım demi. tüh, tükürdüğümü yalamış oldum :)

17 Aralık 2009 Perşembe

otomatik ödeme

bugün ilginç bişi oldu.
daha önce oturduğum evdeki ev telefonumun otomatik ödemesi vardı internet bankacılığımda. tabi ben bu eve taşınırken hattı kapatmıştım. buraya tam yerleşincede internet için başka hat aldım. bugün hesaplarımdaki bir gariplikten farkettimki o önceki numaraya tanımlı otomatik ödemem meğerse silinmemiş. ee telekom da hattı 1-1,5 yıl sonra başka birine vermiş. banka ve telekom arasında topu birbirine atınca, ben de dikkat etmeyince 7-8 aydır o hattın yeni sahiplerinin borcunu ödüyomuşum. ben bunu bankam ile telekomun otomatik hallettiğini düşünüyordum, aradım bana "siz yaparsınız bu işleri" gibisinden kaba saba konuştular. ben de gerildim tabi. hani toplamda çok yüksek bir meblağ değil ama yine de enayi yerine koyulmak istemedim. eski ev numaramı aradım akşama doğru. yaşlı bir teyze açtı telefonu, kendimi tanıttım, durumu anlattım, kaç aydır faturalarını ödediğimi söyledim :) şansıma çok anlayışlı birine denk gelmiştim. çok mahçup şekilde parayı ödemek istediğini söyledi. muhabbeti o kadar samimi geldiki ben paramdan vazgeçtim. "ödemenize gerek yok, hem benim hatamdı" diye geçiştirmek istedim. ama vicdanen rahatsız olacağını söyleyince diretince parayı almayı kabul ettim. ama kendisinin bu işlerden anlamadığını, kızının bu fatura işlerine baktığını ve onu arayabileceğimi söyledi. bi 10 dk sonra aradım kızı. annesi zaten hemen aramış anlatmış durumu. hesap numaramı verdim, adımı soyadımı da. eve gelince baktım hemen hesabıma geçmişler parayı. bende teşekkür etmek için aradım demin. telefona teyze çıktı yine. mahçup şekilde teşekkür etti, birgün çaya beklediklerini söyledi. kim olduğunu bilmiyorum ama aynı filmlerdeki anne figürü gibi bi sesi var kadının. eli öpülesi biri canlandı kafamda. ısrarları üzerine "tamam bir gün çayınızı içmeye geleyim" diye söz vermek zorunda kaldım. evleri bana yakınmış zaten. bu haftasonu giderim herhalde.

16 Aralık 2009 Çarşamba

homofobik arkadaşlarım

ahmet'le karmaşık hallerimiz devam ediyor. beni kaybetme korkusuyla aşırı sıcak davranması, yani yapısında olmayacak düzeyde sıcak davranması hoşuma gitmiyor. söyleyip onu da kırmak istemiyorum. dinliyorum daha çok, bi de zaman tanıyorum ikimize. zaman herşeyin en doğrusunu söyler bize belkide.

bugün canımı sıkan bi olay daha oldu. tarih tekerrürden mi ibaret nedir anlamadım, geçen aylarda yazmıştım hatta. aynı kişilerle öğlen yemek yerken homofobik bi sohbet açıldı. arkadaşın birinin üniversitedeki hocası eşcinselmiş, yani eşcinselliği nasıl ortaya çıkmış kısmını kaçırdım ama duyduğum kısmı çıldırmama yetti. işte adam aslında çok iyi biriymiş, hatta en iyi hocaymış okulda ama işte ib..eymiş. hem de uluslararası çalışıyomuş. yabancıya veriyomuş. evet sohbette aynı bu ifadeler geçti. "veriyomuş". biri de şey demez mi "bari üstte olsaydı, türk'lüğü rezil etmiş" o kadar gerildimki yine ortayol bi konuşma yapacaktım ama sustum. ahmet'le aramızdaki durumlar beni fazla etkilemiş sanırım biraz yarı ruh hali var üzerimde. tepkilerim azalmış durumda. ama şimdi bak aklıma gelince bile gerildim yine. neyse başka şeyler düşüneyim en iyisi. güzel şeyler

foto= deviantart, happyarthuruio

açıklama= üste koyduğum resim homofobikliğe karşı hazırlanmış bir afiş, üstündeki yazının manasıda "eğer rahat bırakırlarsa, birbirimizi hayat boyu seveceğiz.."

15 Aralık 2009 Salı

vazgeçmek ya da vazgeçmemek

biseksüel hakkaten karmaşık bu ara. ama sanırım tek karmaşa benim tarafımda yaşanmıyor. ahmet de bi o kadar karışık. tüm pazar günü ikimizinde evlenip farklı hayatlar kurmamıza ve çok yakın iki sırdaş, iki dost kalmamıza beni ikna eden o değilmiş gibi davranıyor. dün de bugün de durmadan beni arıyor, sanırım kabullenmiş tavrım onu rahatsız hissettirdi, yanlış bişeyler yapmamdan ve ondan uzaklaşmamdan korkuyor. tabi bu benim tahminim. iki gündür günde 3-4 kere arayıp, güzel sözler söylüyor. ondan güzel bişey duymak için cımbız gerektiğinden dolayı biraz garipsedim bu durumu. onun ilgisinden rahatsız olacağım aklıma gelmezdi ama şuanda gerçekten kafamı karıştıran bi durum oluştu.

onunla birlikte yaşamanın nasıl bişey olduğunu bilemeden bu kapıyı kapatmak ruhuma ağır geldi. yani belki birlikte yaşamaya başlayınca yürümeyecekti, belki uzaklık tutku katıyordu falan. ama bir ay bile sürse onunla aynı evin içinde tüm saatlerimi harcamak, o bir ay boyunca ona sarılıp uyumak, onu görerek güne uyanmak isterdim.

aslında çok da vazgeçmiş bi halim yok. ben bazen durulmayı, sessiz kalmayı severim. zamana bırakmayı bazı şeyleri. hani giderse gitsin, seviyorsa döner gibisinden bir durum yok aramızda. o da ben de seviyoruz birbirimizi. sanırım hem mesleğim, hem yaşadıklarım itibariyle bu konuda onun hakkındada net konuşabiliyorum. ama severken böyle olması,..... ne biliim işte.

neyse biraz onu kendi içinde de netleşmesi için rahat bırakacağım. sık arayıp, sevgi dolu cümleler kurup, istanbul'a yanıma yerleş yada uzaklara kaçalım gibi tekliflerimle onu sıkmayacağım. ben onu her şekilde seviyorum. hem belki böyle bir dönemden geçmemiz gerekiyodur ikimizinde.

foto= deviantart, isaiahs

14 Aralık 2009 Pazartesi

kararlılık, netlik

cumartesi hem günü hem akşamı mükemmeldi. planladığım gibi güzel gitti herşey. önce güzel bi kahvaltı yaptık denizde uçuşan martıları seyrederek. sonra yürüdük sahilboyu. sadece adımlarımızın sesini duya duya yürüdük ıslak yollarda. eve döndük, birbirimizi seyrettik uzun uzun, bir bebeğe dokunur gibi hafif hafif dokunduk birbirimize. içinde seks yada şehvet yoktu tüm bunların. ama şefkat vardı, sıcaklık vardı.

kim önce uyudu bilmiyorum ama yanyana omuz omuza uyuyakalmışız salonda. akşam oluncada sözleştiğimiz arkadaşlarla buluştuk. bostancı gösteri merkezi'ne gittik, güldük, eğlendik, döndük. hatta yetinmedik arkadaşların evine geçtik ordan. bize çay yaptı arkadaş, eşi de gitar çalıp şarkı söyledi yoğun ısrarımı kırmayarak. tüm bunlar olurken ahmet çok mutluydu. gülerek uyuduk hatta. ama sabah ne oldu anlamadım, o neşeli çocuk gitti dünyanın kaderini değiştirecek kararlar almak üzere olan bir adam geldi. bazı konularla ilgili ortak ve net kararlar almamız gerektiğini söyledi. konuştuk uzun uzun, daha öncede konuştuğumuz konulardı çoğu. ben onu ikna etmeye çalıştım, o beni. ben ona "gel gidelim, korkmadan birlikte yaşayabileceğimiz kadar uzaklara" dedim, o "sonu yok, bitecek bir yola çıkmayalım, bunun yerine bu yolda birlikte yanyana yürüyelim" dedi. belki ben rüya görüyorum, belki o kötümser. ama onun dediğini kabul etmekten başka çarem olmadığını anlayınca ısrarımdan vazgeçtim. onu sevmekten değil sadece onunla birlikte yaşama fikrimden vazgeçtim.

o evlenmeyi istiyor, baba olmayı. yani toplumun kabul ettiği, günah olmayan(!?!??!?!) ve bir biseksüel için kolay olanı istiyor. kesinlikle onu yargılayamıyorum, çünkü o kadar mantıklı ve doğru bişeyki istediği. ama ya hislerimiz, ya kalplerimiz. hadi ben kendimi onun hisleriyle ilgili kandırsam bile kendi hislerimden şüphe duymuyorumki. ben onu seviyorum. köpekler gibi hemde. ondan uzak durmaya tahammül edebilecek kadar hemde. hatta onun birisiyle evlenip hayatımda sadece bir dost olarak kalmasını kabullenecek kadar. tek istediğim aralarda gelip bana sarılması, bana derdini açması, beni dinlemesi. zaten seks denen şeyi unutalı çok oldu. sevişmek dersen, o da bir zaman sonra unutulur. belki gün gelicek, sarılmamız bile tehlikeli hale gelecek. ben söylediği herşeyi kabul ediyorum ama onu sevdiğimi bile bile beni evlenmeye ikna etmek için çabalaması bana acı veriyor.

ben aslında hayatımda ilk defa bir erkeği seviyorum. hemde hiç hayalini kuramayacağım kadar şiddetli bi sevgi bu. eğer bu sevgi karşılıksız olsaydı ne olurdu bilmiyorum ama ben ahmet'i tanıdıktan sonra anladımki ben onu karşılık beklemedende sevebilirim uzun yıllar. çünkü onun yanındayken yada ondan uzakta onu düşünürken beni saran tek his sevgi ve huzur. ben bundan neden vazgeçeyimki.

neyse işte, saçmalıyorum yine. bunlar dünden buyana kafamda dolanan tilkiler. kötüyüm diyemiyorum. enazından ortada muallak ve bulanık bi durum yok. herşey net, ortak kararımız. üstelik hayatımızda evlenilecek birileri yokken bunları konuşuyoruz.

onun dışında hayat aynı işte. işe git-gel, yemek, spor. bloga yazmak bile gelmiyor açıkçası içimden. belki bu olanları paylaşmak daha iyi hissettirir diye yazdım. ama işe yaramadı sanırım. ben bi büyük çikolata yiyeyim en iyisi, hatta arayıp sesini duyayım bi de. belki işe yarar.

foto=flickr, gay art

12 Aralık 2009 Cumartesi

mutluluğun resmi

geceden geldi. 1:15 gibi. bu sefer öncekilerden daha çok yorgundu ve uykusuzdu, eve vardık eşyaları attı ve sonra çuval gibi uyudu. daha doğrusu uyuduk. ama ben guguk kuşu gibi kalktım erkenden yine. biraz onu izledim yatakta. uyandırmayacak şekilde yüzünü tenini okşadım. bi ara gülümsedi gözlerini açmadan. işte o an elimde bir fotoğraf makinası olsun isterdim. mutluluğun ve huzurun resmi bu diye çekip başucuma koyardım belki.

baktım dokunmalarım onu uyandıracak şekle dönüşüyor, yataktan kalktım. salonda onunda uyanıp, yataktan kalkmasını bekliyorum. sonra sahile inip bir yerlerde kahvaltı yapalım diyorum. hatta sonrasındada benim eşşek kadar büyük şemsiyemin altında yürürüz biraz sahil boyunca belki. ben severim yağmur düşen deniz ve toprağın kokusunu.

akşam da 5 kişi bostancı gösteri merkezi'ndeyiz zaten :) şimdiden aklıma geldikçe gülmeye başladım ben. orada ne hale gelirim düşünmek istemiyorum. :)) neyse ahmet'e yakalanmadan kapatayım. hepinize kucak dolusu sevgiler..........

9 Aralık 2009 Çarşamba

çok güzel hareket

bugün sabahtan önemli bir toplantı vardı. sabah ne giysem diye düşünürken haftasonu bursa'dan getirdiğim hediye pakedi gözüme takıldı. bizim komşu kızı almış bana, ilk maaş hediyesi olarak bayramda gelirken getirmişti. gömlek olduğunu söylemişti. işte onu çıkardım poşedinden hızlı bi ütüledim.

önce normal bişey aldığını düşünmüştüm ama pakedi açıp markasını görünce hem özel hissettim, hemde üzüldüm masraf yaptığı için. asıl ilginç olan kızın bana en yakıştırılan ve benimde en sevdiğim rengi seçmiş olması. yani mavi rengi. evde biri sade diğerleri çizgili 4 tane gömleğim vardı. bunlada 5 oldu. ama hiiiç sorun değil. utanmasam durmadan mavi giyebilecek yapıda biriyim zaten. :)

neyse giydim, toplantı, yemek, şu bu derken boş kaldığım bi ara kızı aramak geçti aklımdan. yani bayramda çok teşekkür etmiştim ama renk seçimiyle ilgili tekrar teşekkür etmek istedim. aradım, kız telefonu açmadı, hatta meşgule aldı. onun aynı zamanda öğrenci olduğu ve o saatte derste olabileceği ihtimali aklıma gelmediği için biraz bozuldum. sağolsun bi yarım saat sonra aradı, konuştuk. biraz fazla masrafa girdiği içinde sitem ettim.

onun dışında bi de ahmet'le haftasonu olayını netleştirdik. fikrini aldım daha doğrusu. çok güzel hareketler bunlar'a gidiyoruz. işyerinden iki kişiyi daha ayarladım. 4 kişiyiz şimdilik ama sayı artacak gibi. bi sırayı biz kapatabiliriz diye korkuyorum. :)

foto= www.designmom.com

8 Aralık 2009 Salı

gülmek istiyorum

bugün biraz rahatsızdım. bademciklerim şişik dün akşamdan beri. doktora gitmedim, ama günboyu sıcak içtim bol bol. şuan şişlik epey azaldı. yani iyiyim. ama gündüz ahmet'le konuştuğumda ona da söylemiştim rahatsızım diye. pek sevmem hasta olmayı ve mızmızlanmayı ama insanın hasta olunca kıymet göresi geliyor. ee bi de insanın sevdiğinin ilgisi öyle zamanlarda dahada bi kıymetli. hem özledim zaten onu. bayramda o kısacık gün kesmedi valla.

bakalım bu haftasonu işi olmazsa gelecek. bende bu arada ikimizinde hoşuna gidecek konser gibi bişeyler bakıyorum biletixten.
beyoğlu hayal kahvesi'nde mirkelam'la kargo çıkacakmış. her ikisinide severim. ama konser cuma gecesi olduğu için bize uymuyor. ahmet otobüsle geldiği için ennnn erken 1de istanbul'da oluyor. o da geç tabii.

aslında benim aklımda şu yılmaz erdoğan'ın yönettiği "çok güzel hareketler bunlar"a gitmek var. işyerinden bi arkadaş gitmiş eşiyle, anlata anlata bitiremedi. ahmet'le bide gelebilecek birkaç arkadaşla gideyim diyorum haftasonu. hem uzun süredir bağıra bağıra gülmedim zaten. iyi gelebilir böyle bi aktivite bana.

7 Aralık 2009 Pazartesi

bilgi mesajı

geriye dönüyorum, en başa.....

blogla ilgili bikaç değişikliğe gidiyorum.
  • biseksüellerin yada homoseksüellerin yaşamları ile ilgili genel yazılar yazmayacağım.
  • sadece ve sadece bu küçücük dünyamda olup bitenler hakkında yazacağım.
  • yazarken "şu üzülür, bu kırılır" gibi takıntılardan sıyrılacağım.
  • yorum denetimi de bundan böyle hep açık.

  • sevgi/saygılarımla

    biseksüel......

    yaşama hakkı

    yani bunu da bana yaptırdınız ya, helal olsun. ne diim.
    hep diyorum din konusunda yetkin bi bilgim yok diye ama bazı insafsız yorumları görünce fikirlerimi paylaşmak istedim.

    sonuçta objektif olmaya çalışan, farklı kaynaklardan, farklı görüşlerden beslenip aklımda bir sonuç çıkarabilen biriyim. kendimce doğrularım var. size yanlış gelse de söyleyeceğim.

    ben de birçoğunuz gibi kuran'ı okudum yıllar önce. daha sonraları içimde beliren hislerden sonra özellikle lut kavmi ile ilgili kısımları tekrar tekrar okudum. hatta çevirileri farklı olabilir diye farklı kişilerin çevirdiği kuran'larla karşılaştırdım. kafamda vardığım sonuç şuydu. "evet, eşcinsellik diye birşey var. ama tanrı kadını erkeğe, erkeği kadına eş olsun diye yarattığı için, yani meşrusu dururken aksine hareket eden insan cezalandırılacaktır."
    kuran daha birçok şeyi yapmayan insanların cezalandırılacağını söyler. yalan söyleyenin, rüşvet yiyenin, heteroseksüelde olsa zina yapanın. ama bunların hiçbirinin ölmesi yada öldürülmesi gerektiğini vurgulamaz.

    kaldıki bu hisleri bu insanlara verende tanrı değilmi. yani kimse bi sabah uyanıp, eşcinsel olayım diye niyetlenmemiştir herhalde. kimse ailesiyle, çevresiyle, dini ve örf değerleriyle zıt düşmek istemez. kimse ikinci bir kimliğe sahip olup, bunu taşımak, bunu gizlemek, bunun altında ezilmek istemez.
    sonuçta bunu ister hastalık, ister doğuştan, ister sapıklık olarak tanımlayın, nasıl tanımlarsanız tanımlayın, bu hisler var ve bu hisleri taşıyan azımsanmayacak oranda insan var. haa, tabi bu insanların hepsi eşcinselliğini yaşıyordur, yaşamıyordur bilemem. o onların kendi dünyasıdır bizi ilgilendirmez. herkes hesabını tanrıya verir. sonuçta insanı yaratan, ona akıl veren, ona bu hisleri yada belkide zaafı veren yine tanrıdır. onun halinden anlayacak olanda.

    o yüzden kimsenin eşcinseller yada başka insanlar için "sizin yaşamaya bile hakkınız yok" gibi cümleler kurmaya hakkı yoktur bence. "kınamayınız. kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz" demiş hz.muhammed. sizde olmada bile bir yakınınız bu hisleri taşıyor yada taşıyacak olabilir. o yüzden biraz, hatta çok az anlayışlı olun. hoşgöründe demiyorum, anlayışlı olun. dua edin mesela. madem acıyosunuz, yanlış içinde olduklarını düşünüyosunuz, dua edin onlara. korku edebiyatı yapmayın. bırakın kendi hayatlarında baskılardan uzak mantıklı kararlar alsınlar, bu hislerle düzgün yaşamanın yollarını arasınlar. ürküterek dahada yalnız kalmalarına yol açıp, dolaylı yoldan ahlaksızlığa teşvik ettirmeyin.

    foto= deviantart, n05feratu

    6 Aralık 2009 Pazar

    gay-friendly vs. homophobic

    gay-friendly diye bi tanım var. bazılarınız biliyodur da, bilmeyenler için açıkliim. türkçesi eşcinsel-dostu gibi bişi. ama aslında eşcinsel, biseksüel yada transeksüellere ayrım gözetmeden muamele edebilen hoşgörülü yer, topluluk yada kişiler için kullanılan bi tanım bu. mesela hollanda gay-friendly bir ülke. yada mesela ben homofobik muhabbetlerde verdiğim orta yol tepkilerden dolayı yakın çevrem tarafından gay-friendly bir kişi olarak biliniyorumdur sanırım.

    aslında gay-friendly kişilerin oldukça bahtsız olduklarını düşünüyorum nedense. düşünsenize, eşcinsellere anlayışla bakan birine çevresindeki insanların tepkisini. heteroseksüeller de anlayışlı davrandığı homoseksüel hislere sahip kişiler de onun biseksuel yada eşcinsel olduğundan şüphe duyarlar hep. hatta bazen saygı duyduğuna anlayışlı olduğuna olacağına pişman edecek boyuta ulaşır bu şüphe. bunu anlamak için blogdaki son iki ayın yazılarındaki yorumları okursanız ne demek istediğimi anlarsınız. bloguma yorum yazdıkları için noneless ve gençbiranne'ye verilen bazı garip tepkileri yani.

    bi de aksi tipler var. homofobik tipler. daha öncede demiştim, ben aslında biraz homofobiğim diye. eşcinsellerin toplum gözünde sahip oldukları imajı yine kendilerinin oluşturduğunu, eşcinselliği hergün türlü kişilerle seks yapmak olarak algılayan bir topluluğun anlayış beklemeye hakları olmadığını düşünüyorum bazen. evet zaman zaman böyle genelleyerek ve acımasız düşünerek hem kendime ve hemde benzer şekilde bu hislerle ezilen insanlara hoşgörüsüz olabiliyorum. yalnız benim homofobim içimde gizli kalır, dış dünyama asla yansımaz.

    benim homofobikten asıl kastım eşcinsellik muhabbeti açılınca bol keseden atıp tutanlar. işte bu kişiler ya gerçekten empatik olamadıkları, anlamaya çalışmakdıları için böyleler. yada aslında kendi içlerinde var olan homoseksüel hisleri gizlemek isterken "aman gay-friendly gözükmiim, anlaşılmiim" olayını abartan tipler. beni asıl tiksindiren işte bu kişilerdir. bu tiplerin en belirgin özelliğide durmadan eşcinsellikle ilgili espri yapmalarıdır. mesela biri durmadan her ortamda "ibne" esprisi yapıyorsa onun homoseksüel hisleri olduğuna dair sağlam şüpheler duyabilirsiniz.

    foto: deviantart, smilk

    5 Aralık 2009 Cumartesi

    tanrı sizi seviyor

    sanırım eşcinselliğe en hoşgörülü din islam. enazından eşcinselliğin varlığını değil, fütursuzca(!???!) yaşanmasını günah sayıyor. oysa hristiyanlık içinde özellikle katoliklerde eşcinsellik hakkında çok garip söylemler duyabilirsiniz. hani hep hristiyanlıktaki 'god loves you(tanrı sizi seviyor)' klişesini değişip 'god hates fags(tanrı ibnelerden nefret ediyor)' mottosuyla hareket eden bi hristiyan sitesine bile denk geldim geçende :) (http://www.godhatesfags.com)

    hristiyanlık dünyası bi taraftan eşcinselliği hastalık sınıfından çıkarıp, bir yaratılış şekli yada sonradan çeşitli sebeplerin tetiklediği bir durum diye kabul ederken hatta evliliğine bile müsade ederken, bu konularda en yoğun tepkiyi yine hristiyan topluluklar veriyor. bu aralar ellerinde 'homosexuality is a sin (eşcinsellik günahtır)' gibi pankartlarla eylem yapanların haberlerine denk gelir oldum. bide bu eylemlere tepki gösterenler var tabi haliyle. üstte paylaştığım fotoğrafta bu tepki gösterilerinin birinde çekilmiş. ne yalan söyliim 'if god hates fags, why are we so cute? (eğer tanrı ibnelerden nefret ediyorsa, biz niye bu kadar sevimliyiz?)' yazılı pankartı görünce epey güldüm. :))

    4 Aralık 2009 Cuma

    biliyo musun adamım?


    biliyo musun adamım? ben seni düşünürken bile özlüyorum.
    gözümü kapatınca açınca sanki hep sen varsın yanımda. ellerin var. parmakların parmaklarıma kenetlenmiş. nefesin kulağımda. gündüz gece farketmiyor sen hep yanımdasın. bir an bile gitmiyorsun aklımdan. bu yüzden seni düşünürken bile seviyorum adamım.

    kombisizlik ve üşümek

    çarşamba gece uyumadan ayarını değişirken kombim bozuldu. adamlar hemen gelip değişecekler diye o gün evde bekledim 10a kadar. gelmeyince sinirlenerek çıktım işe gittim. tam yolda işe varmak üzere iken lütfedip aradılar servisten. bianlık sinirle teşekkür ederim kalsın istemiyorum falan dedim. :) tabi bu taframın cezası olarak bu akşam battaniyeye sarılı dolandım evin içinde. çoban sırtında keçe neyse aynı öyle işte.

    neyse yarın başka bi servis çağırıp halletmeliyim. yoksa hastalanacağım. bi de kendimi pis alıştırmışım sıcağa sanırım. vucüdum aşırı tepki verdi, titredi hatta aralarda. bende bol bol sıcak şeyler içiyorum ısınmak için. bi de uykum gelsin diye kitap okuyorum.

    aslında hep böylemi kalsa acaba. birikmiş ve okunmamış tüm kitaplar biterdi bikaç hafta içinde.

    ya bide şu var, kombi, soba bi yana. insan daha bi arıyor üşürken birine dokunmayı. sıcak ve içten bir tenin dokunuşunu, sarılışını, sıcaklığını kömür sobasına bile değişmem ama naparsın, şartlar böyle. biz kombiyi yaptıralım en iyisi.

    foto= flickr, l’enfant terrible

    2 Aralık 2009 Çarşamba

    es es

    bi önceki yazıdaki yorumlarda komşunun kızından bahsetmediğim yazılmış. evet bilinçli yaptığım bişi bu. çünkü kızla ilgili bişey yazdığım zaman bunun biseksüel olma çabam, eşcinsellikten kaçışım olarak algılanması çok belli etmesemde beni cidden geriyor. o yüzden sadece bayramlaştığımızı söyleyerek bu konuyu ve detaylarını es geçiyorum.

    neyse bayramda asıl olay 3.gün yaşandı. 3. gün sabah erkenden ahmet aradı. "seni görmek istiyorum" dedi. "niye" diye sormadım bile. ee çünkü bende çok özlemiştim, görmek istiyordum. "bursa'ya gel" dedim. daha iyi bi fikri olduğunu ve eskişehir'de buluşabileceğimizi söyledi. bayramın en tatlı haberiydi bu tabi. hemen bi yalan uydurup atladım çıktım evden bende. direk eskişehirin o kasvetli otogarına gidip bekledim gelmesini. ilk defa onu farklı bi otogarda bekliyodum. farklıydı herşey. ama o geldiği ve otobüsten indiği an içimde oluşan his aynıydı. :)

    bende o da çok fazla bilmiyoruz eskişehir'i aslında. arabayı zor bela bi yere park edip porsuk çayının kenarında yürüdük. sonra bi kafeye geçip konuştuk. bol bol bizi tartıştıran konuları. malum şu evlilik meselesini. eşcinsel birlikteliğin toplumun ve en önemlisi ailelerimizin gözünde nasıl birşey olduğunu. bunu gizlemenin zorluğunu. karşı cinsede cinsel yada duygusal birşeyler besleyebilirken enazından bu ihtimalle yaşarken karşı cinsten uzak durmanın kafa karıştırıcılığını, baba olma arzusunun bastırılışını.

    bunları artık medenice konuşabiliyoruz. aslında bu çok güzel bişi. insanın hayatı çok başka bi şekilde bile olsa, cinsellikten daha çok bunları konuşabilecek birine ihtiyacı var sanırım. adının ne olduğu önemli değil. dost, sevgili, arkadaş vesaire.

    hoş ben bu adamla konuşurken ruh halimde ve fizyolojimde kaynıyor. ama işte naparsın, bayram kalabalığı, bi tenhada yakalayıpta öpemedim ya, ona yanarım. gerçi dönüş otobüsüne bindirirken sanki yüzyıllarca görüşmeyecekmiş gibi sarıldım ve kimselere belli etmeden omzunun boynuyla birleştiği yerden hafifçe öptümya o da yeter :)

    30 Kasım 2009 Pazartesi

    yeryüzünde aşk durdukça

    istanbul'a doğru yola çıkıyorum birazdan.
    garip ama çok güzel ve özel hislerle dolup taşıyorum bikaç gündür. şu fırıldak hayatın güzel yüzü bu bayram bana dönüktü sanırım. herşey olması gerekenin üstünde güzeldi. belkide ben yaptım bu oyunu, içinde mutlu oluyorum. neyse farketmez. oyun yada gerçek, ben sonuçta iyiyim. iyi hislerle dönüyorum istanbul'a ve tüm yol sadece bi şarkıyı dinlemek istiyorum.



    dünya döner bir gün daha
    yeryüzünde aşk durdukça
    gece erken inse bile korkma
    o hep seninle kaldıkça

    biliyorsun gitmem gerek
    yollar bitmez düşünerek
    ister sonuç de istersen sebep
    bu düğümü çözmem gerek

    belki sana yazarım uğradığım bir şehirden
    renkli bir kart atarım mekke yada kudüsten
    sonra bir gün cıkarım sen artık dönmez derken
    bir şarkı fısıldarım kulağına gün batarken

    dünya döner tek bir yana
    dolsun diye gün bir daha
    ben de döndüm tekrar sana
    sönmek için yana yana

    27 Kasım 2009 Cuma

    herkese iyi bayramlar :)

    bayram namazından sonra direkt mezarlığa gittik. başta babaannemin mezarını ve dedelerimin mezarlarını ziyaret ettik, dualar ettik bol bol. sonra ordan kardeşleri eve bırakıp kurbanı kesmeye geçtik. katliamdı resmen orası. cehalet dizboyu. hertaraf kan gölü zaten. hani ibadet edicem derken hayvana acı çektirenlerimi söyliim, hayvan daha tek parça iken et isteyen muhtaç sahiplerinimi. zor bela geldik eve etimizle. kavurmamızı yaptık taze taze, yedik. yakın komşuların payını dağıttık.

    sonra bi telefon trafiği başladı malum. şu dün gece beni düşündüren mailin sahibi çocuğuda aradım. :)
    siteyi okuyan biri olma ihtimali dışında bi korkum yoktu ararken. hem öyle bişi olsa çok ilginç olurdu gerçekten. napardım bilemiyorum. neyse açtı telefonu kendimi tanıttım yani daha doğrusu hatırlattım. mesajını biraz gecikmelide olsa okuduğumu söyledim. "hala aynı şekildemi arayışların" diye sordu bana. "yok" dedim, msni bile açmadığımı o nedenle mesajı geç gördüğümü söyledim. sonra o ben sormadan hayatında biri olduğunu söyledi. biraz imalı bi şekilde "şimdilik mutluyum" dedi, o söyleyince bende söyleme ihtiyacı hissettim. biraz değiştiğimi hatta birini sevdiğimi söyledim. "buna gerçekten sevindim" dedi. sonrada telefonumu kaydedip edemeyeceğini sordu, "sorun değil" dedim. iyi dileklerle bayramlaşarak kapattık telefonu.

    çocuğun iyi biri olduğu çok belli aslında. ama işte insanın algıları ihtiyaçları zaman içinde farklı farklı. hatta aynı gün içinde bile değişebiliyor. bi de kader kısmet herşey. yani denk gelmesi lazım bazı şeylerinde. ahmet çıktı karşıma o günlerde, daha hislerimizin adı bile belli değilken msn açmayalım kararı aldık birlikte ve çocuğun mesajıda öylesine boşlukta kalmış oldu. nerden nereye değilmi.

    kimbilir hepimizin hayatından çoook değerli insanlar gelip geçmiştirde haberimiz olmamıştır bu şekilde. ama belkide böyle olması gerekiyordur. yani çokmu kaderci görünüyorum ordan bilmem ama bazen herşeyi tamamlasak bile nihai sonucun tanrının kararı olduğuna inanıyorum.

    neyse bu konudaki fikirlerimi başka bi zaman paylaşırım.
    şimdilik kaçiim, akşama akrabalar gelmeden ben bi dışarı çıkıp temiz hava alayım. çok yedim yine zaten :)

    herkese iyi bayramlar
    sevgiler.

    evrende kaybolmayan izler

    uykum yok çünkü mide ağrıları çekiyorum. niyeyse bu sefer annemin yemekleri daha bi hoşuma gitti, daha fazla yemişim. gerçi 2 soda içtim ama nafile.

    nette dolanıyorum birkaç saattir. bi ara eski msn hesabıma girmek geçti aklımdan. benim bildiğim kadarıyla hotmail hesabı kapatmak gibi bişey yoktu. hala öylemi bilmiyorum. neyse işte kapatamadığımdan şifresini asla hatırlayamayacağım bişeyler olarak değiştirmiştim. ama şu hatırlatma sorum ve cevabım genelde hep aynı olduğu için deneyerek açtım demin tekrar. birikmiş maillere baktım. hesabı ıvır zıvır ve msnde sohbet işlerine kullandığım için epey bi reklam mail gelmiş. bikaç tanede msnde o zamanlar yazıştığım kişilerden mail gelmiş. okudum onları birazda meraktan. genelde "nasılsın? nerelerdesin?" gibi kısa mesajlardı. içlerinden biri farklıydı. hatta özel hissettirdi bana kendimi. paylaşmak istedim sizinle.
    Merhaba

    Ben XXX

    Biliyorum bu mesajımı okuduğunda bana çok kızacaksın ama ben yine de bunları sana yazmak ve geçen günkü sohbetin yarım kalmasına açıklık getirmek istedim. Biliyorum seks bazlı birşeyler arıyorsun ya da aradığını söylüyorsun fakat ben senle yazışırken özünde daha farklı şeyler olduğunu algılıyorum. Belki saçmaladığımı düşüneceksin ama ben senden gerçekten hoşlandım. Yani kamera açmadan önce de durum aynıydı. Zâten görsellik kaygım yok; tek istediğim güvenebileceğim bir insanın varlığı. Eğer senin için de bir sakıncası yoksa müsait olduğun bir vakitte seninle tanışmak istiyorum. Biryerlerde oturup, seninle çay içmek ve yüzyüze sohbet etmek isterim. Tabii sen de beni tanımak istersen e-mail adresime ya da telefonuma(05xx xxx xx xx) cevabını bekliyorum. O gün yaptğım şey için de senden özür diliyorum.

    Kendine çok iyi bak

    XXX
    size isim ve tel bilgisini sansürledim ama ne yalan söyliim ben okurken gözlerim doldu. yani o azgın ve boşluktaki hallerimde bile bi ışık görmüş biri varmış dedim. ta 12 nisan 2009'da göndermiş mesajı. biraz hafızamı zorlayınca hatırladım olayı. msndeki sohbeti pat diye kapatması olayını. ahmet gibi msn'de sohbet ettiğim kişilerden biriydi. hatta olay tam ahmet'le gerçekte buluşmadan bikaç gün önce olmuştu sanırım. işte sohbet sırasında ben buna cinsel hayatıyla ilgili özel bişey sordum. sanırım kızdı yada utandı herneyse, direkt bişey demeden kapattı msni. tabi bende gerildim tepkisine sildim engelledim. msn alternatif doluydu zaten. yani o zaman için beni mutlu edecek şey konusunda alternatifler. hatta ahmet'te o alternatiflerden biriydi. ama işte kadere bak onla nerden nereye geldik. ava giderken avlandık gibi bişey oldu. neyse konu ahmet değil, konu bu çocuk.

    insanın evrende biryere bi iz bırakması ve bunun kaybolması çok kötü bişi aslında. yada kaybolduğunu düşünmeside çok kötü bişey. o nedenle üzerinden 7,5 ay geçmiş olsada yarın telefonunu arayacağım. hem bayramını kutlayacağım hemde hal hatırını soracağım. "my name is earl"cülük oynamıyorum ama cidden bunu yaparsam kendimi iyi hissedeceğim. ben şimdi uyuyim, bayram namazına kalkamayacağım yoksa.
    sevgiler.........

    26 Kasım 2009 Perşembe

    bayram erken geldi :)

    evet.
    bu kadar işte, sadece bu kadar. gözümde büyütmekle hata ettim belkide.
    dün akşam geldim bursa'ya. ta öğleden izin almıştım biraz alışveriş yaptım. hem kendime, hemde aileme bişeyler. epey yorucuydu ve kalabalıktı. dinlenmeden geldim. haber vermemiştim diye muhtemelen bugün geleceğimi düşünüyorlardı, sürpriz oldu. annem hiçbişi olmamış gibi davrandı, bende öyle yaptım. elini öptüm. iyi yani şuan durumlar. zaten bikaç gün olanları düşününce içimde ona hak vermiştim.

    ahmet konusuna gelince, ben hala haklı olduğumu düşünüyorum. bazı şeyleri önceden konuştuk, yani hayatımıza gerçekten sevip ömür boyu mutlu olabileceğimize inandığımız biri girince bu konuda toleranslı davranacağımızı söylemiştik. ama birden konusu açılınca fevri davrandım falan. neyse geldi geçti. dün akşam onuda aradım. gece 12ye doğruydu, uyuyodu belki ama aradım. açtı ilk çalışında. konuştuk, ama sadece nasılsın, ne yapıyosun gibi. bazen sanırım böyle olmak lazım hayatta. hani kısa kısa hafıza kaybı yaşamış gibi davranmak gerekiyor. onu sevdiğimi, çok özlediğimi söyledim. gülümsedi, sesinden anladım :) atmosfer fazla da dağılmadan kapattık.

    bugün biraz geç uyandım. babamla hayvan pazarına gittik. eve geldim, kokuyodum tabi, duş aldım :)
    güzel yani herşey, bayram havasında. hem içimde, hem dışımda...........

    (bi de michael fugain - une belle histoire dinliyorum.)

    24 Kasım 2009 Salı

    iş başa düştü

    garibim hala. böyle robot gibi. işe git gel. gülmüyorum kaç gündür, gülemiyorum, gülümsemiyorum bile. "hayırdır, hasta görünüyorsun, yorgun görünüyorsun" diyenler oluyor. kimseye derdimi açamıyorum tabii. ne acı, sevdiğim adamlada konuşmuyoruz iki gündür.

    internetten radyolar buldum. piano soloları çalan bi kanal seçtim onu dinliyorum. rahatlatıyor beni. birazdan annemi arayacağım kendimi toparlayıp, hiçbişi olmamış gibi "nasılsınız, ne yapıyosunuz?" muhabbeti edeceğim. bayram'ı kırgın geçirmek gibi bi niyetim yok. hem zaten onlardan ve ahmet'ten başka kimim varki.

    ama ahmet'i arayacak cesaretim yok henüz. o da aynı şekilde sanırım. ilk adımı herzamanki gibi benim atmamı bekliyor. cidden ama cidden yoruldum alttan almalardan artık. yaşında getirdiği bişey sanırım, artık kaldıramıyorum böyle tartışmaları falan.

    neyse ben ariim annemi geç olmadan. bişey lazımmıymış falan bi sorayım. iş yine başa düştü.

    23 Kasım 2009 Pazartesi

    biraz sessizlik

    ani olan olaylardan ötürü birkaç gündür interneti açmadım bilerek ve isteyerek. hatta bilgisayarı bile açmadım. kitapta okumadım, televizyonda seyretmedim, sadece müzik dinleyip, uyudum. bide düşündüm bol bol.

    ben kimim? neyim? neden bu dünyadayım? farkım ne insanlardan? benzer yanlarım ne? peki yaşadıklarımın beni farklı kılan şeylerle ilişkisi ne? yada benzer yanlarımla ilişkisi ne? mevcut durumum ne kadar mantıklı? ne kadar kalıcı? ne kadar geçici? gelecekten beklentim ne? gelecekten beklemediklerim ne? ne yapmalıyım peki? ne yapmamalıyım? nasıl mutlu olabilirim? nasıl mutlu kalabilirim?
    bu tür saçma sapan soruları düşünerek geçti haftasonu.

    beni bu düşüncelere iten şey ise hem annemle hemde sevdiğimle aynı sebepten(evet tahmin edeceğiniz gibi evlilik konusu) dolayı kırıcı bir dialog içine girmek oldu. yoğun ve stresli cuma gününün gerginliğinden belkide alttan alma modumdan çıkmıştım o gün. belki hakkımdı aralarda benimde alttan alınmak. ama olmadı. bi güzel paylandım her iki taraftanda. yinede tek suçlu kendimmişim varsaydım, olayı toparlamak isterken bu sefer iyice b.ka sardı herşey. daha fazla ortalığı karıştırmadan sessiz kalmak istedim. bilinmeyen bir süre sessiz kalmak. hatta ahmet'e "kabul edersen, bi süre konuşmayalım" dedim. bunu nasıl yaptım nasıl söyledim bilmiyorum ama dedim bianlık kırgınlık ve gerginlikle. o da hemen kabul etti. o sustuda ben kendi içimdeki sesi susturamadım. cuma geceden itibaren kafam allak bullak. o gece ne kadar içtim, nasıl uyudum hatırlamıyorum. hatta şu son yazıyı nasıl yazdım onuda hatırlamıyorum desem yalan olmaz.

    bu arada bi önceki yazıya yazılmış yorumları okudum demin. tartışmanın aslını o yarım kafayla yazıya yazmadığım için olaya uzak yada yakın yorumlar yazılmış haliyle. öncelikle güzel yorumlar ve temenniler için çok teşekkürler. eleştiler içinse tek tek cevaplayıp savunmaya geçmiş görünmemek için öylece bıraktım onları.

    hem en ağır eleştiriler bile acıtamaz şuan beni, çünkü canım başka şeylere yanıyor hala. hala çok üzgünüm. bayrama kadar toparlanmayı ümit ediyorum. toparlanmayı ve dağıttığım ortalığı toparlamayı. umarım yapabilirim bunu. umarım yapabilirim.............

    foto= flickr, urline

    21 Kasım 2009 Cumartesi

    öldü dersin güz güzeli

    iyi değilim. hatta hafiften sarhoşum. biliyosunuz aslında içmiyodum çoktandır. ama bu akşam içiyorum şu garip anlamsız hayatın şerefine içiyorum. unutmak istiyorum bu akşam herşeyi. lanet olası uykumda yok, hangi deliğe kaçtıysa. biraz daha içmeliyim sanırım gelmesi için. düşüp yığılıp kalmalıyım yatağa. belkide bi daha kalkmamalıyım. herkes rahat eder ozaman belki.

    kime ne desem bilmiyorum artık. herkes kendince haklı. ben hep haksız olanım, hep alttan alan. hep en mantıklı olmak zorunda kalan. herkes hata yapar, affedilir, ama ben yaparsam kesilip atılırım insanların hayatından. hatta ailemin bile. hayat bu kadar basit işte. bu kadar yalnızız. yada sadece benim için durum böyle. yalnızım. evet, şu b..ktan hayatın içinde yapayalnızım. sırtımda kambur gibi bu ağır hislerle hayatın bi yerinden tutunayım diye çabalıyorum, kendi kendime güzel tablolar yaratıyorum. içine güzel roller koyuyorum. hatta milleti o rollere layık görüp oynatıyorum. ama sonuç ne??? sıfır. koca bi sıfır. yine aynı yastık, aynı yorgan, aynı iş, aynı ev, aynı yol.

    neyse saçmalıyorum, sizi sıkmiim. benim canım sıtkın zaten, hatta ağladım. evet yalan değil, bağıra bağıra ağladım. belki komşular duymuşlardır. ne oldu falan demişlerdir. demişlermidir. demezki kimse. neyse ya, iyice batıyorum konuştukça. şu şarkıyı bi 50 defa daha dinliim en iyisi.

    elini son defa yanağıma koy
    istemiyorsan giderim
    serin bir sonbahar akşamında söz
    ismini unutur silerim silerim
    tuttuğun kalem olsa yüreğimin elleri
    bir defa daha yazsa bebeğim
    eğer bir masal perisi girerse rüyalarına
    öldü dersin gül güzeli tılsımını kaybetti

    uğruna döktüğüm gözyaşları için
    yağmurdan özür dilerim
    kuruttuğum kızıl gülleri alıp
    senin için senden geçerim


    http://fizy.org/s/1ahusc

    19 Kasım 2009 Perşembe

    gay porno arşivi

    akşam yemekten sonra kuzenime gittim. öylesine canım sıkılmışt aradım, geliyorum dedim :) benim dışımda bi misafirleri daha vardı. enişte beyin kardeşi. çocuğu yıllardır görmemiştim. eleman büyümüş epey, okulunu bitirmiş 5 aydırda özel bi firmada çalışıyomuş. ama askere gitmeyi düşünüyomuş. işte lafı geçerken nasıl yapsam diye sordu bana. bende anlattım yapması gerekenleri. gerçi prosedür değişmiş olabilir diye bi de netten bakmasını tembihledim.

    ona anlatınca aklıma geldi benim yoklamam sırasında yaşadıklarım. gerçi benim yaşadığım da denmez, şahit olduğum diyeyim. size anlatayım, şaşıracaksınız çünkü. (bu ara nostalji modundamıyım sanırım, paso geçmişten anıları yazıyorum)

    8 yıl önce yoklama olmak için kadıköy askerlik şubesine gittim, şu zeynep kamil'de olan yere. gitmeden önce birilerinden muayenenin orda herkesin içinde ayaküstü don katına yapıldığını duymuştum. neyse girdim içeri korkarak, meramımı anlattım memura. "doktor bugün yok" dediler. beni bi üsteğmenin yanına yolladılar. iyi biriydi, ama başımdaki şapkaya kızarak yanına çağırdı. ben tabi susuyorum. biraz fırçamı daha yiyerek gümüşsuyu askeri hastanesi'nde muayeneye gitmemi söylediler. neyse çıktım aceleyle hemen gittim oraya. belgeleri verdim askerin birine, doktorun gelmesini bekliyorum, o sırada bulduğum boş bi yere oturdum. yanımdada bir çocuk vardı, hani onunda o ortama benim kadar yabancı ve tedirgin olmasından cesaretle tanışma ihtiyacı hissettim. "sizde muayene için geldiniz sanırım" dedim ben. o da "evet ama ben bi süredir gelip gidiyorum" dedi. biraz gergindi anladığım kadarıyla, üstelemedim. sonra bi baktım kendi konuşmaya başladı. bana "ben eşcinselim" dedi, benim gözlerim tabi faltaşı. çaktırmadan yüzüne bakıyorum, yok abi, hiç kırıtkan bi hali yok, kaşları saçları benimkinden bile bakımsız. devam etti anlatmaya, tercihinden dolayı askere gitmek istemediğini, onca erkekli bi ortamda çok zorlanacağını ve cinsel tercihini muayenede doktora söylediğini, ama hastanenin ondan ilişki anında çekilmiş yüzünün belli olduğu fotoğraflar istediğini falan. benim gözüm iki kat açıldı. bi kere askeri ortamda olduğum için gerginim, ayrıca o güne kadar bendeki varlığını bile henüz tam olarak bilemediğim eşcinsellikten bahsediyor hiç tanımadığım biri, en şaşırtanıda hastanenin ondan bu kadar garip bişey istemesiydi. daha asıl detayları anlatacaktıki, o sırada benim doktor geldi adımı çağırdılar gittim koşturarak. doktor içerde ellerime baktı, hepatit aids falan varmı diye sordu, "tamam subay olur" dedi, yolladı. odadan çıktığımda deminki çocuk yoktu.

    aradan yıllar geçti bu olayın. şimdi o çocuk nerde ne yapıyordur hiçbi fikrim yok ama içinin huzursuz olduğuna eminim. en özelini birileriyle belgeleyerek paylaşmış durumda sonuçta.

    düşünsenize resmen pornografik bir arşiv toplanıyor askeri hastanede. ben böyle çağdışı bir yöntem görmedim. eşcinselliği ispatlatacak bir yığın bilimsel yöntem varken böyle bişey istemelerini hala aklım almıyor. yok bunu yapacaklarsa neden heteroseksüellerin bi kızla ilişki sırasında çekilmiş fotolarını istemiyolar madem.

    bu uygulama hala devam ediyomudur bilmem ama hatırladıkça ülkem adına hala utanırım.

    foto=reuters,baz ratner.

    18 Kasım 2009 Çarşamba

    aman dikkat !!!

    deminki bi yorum hatırlattı. sizle paylaşmak ne kadar doğru bilmiyorum ama sanırım bu tür ilişkilerin içindeki insanlara iyi bi ders olur diye anlatayım.

    geçen sene ağustos sonu. tatilden gelmişim ama benim kanım hala kaynıyor. tabi akıl fikir malum işlerde yani sexte. bu yüzden nete giriyorum vakit oldukça. ee tek malzeme ben değilim tabi. arz-talep dengesi hep var. herkes şehvete aç. en az benim kadar hemde. kızın biriyle yazışıyoruz. hoş-beş. msn ekleştik, sonra cam açtık. bu önceleri tedirgin davranıyor. benim hem istekli hem tutuk hallerimiz kıza güvenmi verdi ne, kız sonra birden açıldı, "bana gelir misin" dedi çok geçmeden. tabii bunu dediği saat gece 1 ve gün hafta içi. o kadar testesteron salgılanıyorki vücudumda düşünemedim fazla. kız üstelik karşı tarafta oturuyor. neyse yol bile gözüme gelmedi, atladım gittim. kız üniversiteliymiş, ev arkadaşları tatile gitmişlermiş. geçtik bi odaya laptopta müzik çalıyor. hatta unutmam muse çalıyodu. müzik zevkini beğendiğimi söyledim. biraz heyecanımızı attıktan sonra önsevişerek soyunmaya başladık, buraya kadar herşey normal. sonra bi ara kızın bilgisayara baktığını gördüm. bilgisayarın ekranı dokunulmadığı için kararmıştı. neye baktığını anlamadım tam olarak. ama içime kurt düştü öyle yarı soyunuk halde bilgisayara uzandım, tutmaya çalıştı beni fakat ben touchpadine dokununca tam ekran açık olan media playerın yanında bir programın daha çalıştığını gördüm. bi bastım alt satırdaki programın butonuna, ekranda laptopın kamerasından canlı görüntümüz. şaka gibi. "bu ne" dedim. "hiç, kameram açık kalmış" dedi. beni salak sanıyor aklınca. ben tabi iyice gerildim, msn falan olsa birilerine izletiyor diyicem ama kız resmen kayıt yapıyordu. direkt programı kapadım. benim elim titriyor korku sinir karışık bi şekilde. kız bide utanmadan "devam edelim aşkım, özür dilerim" milerim desede ben hemen giyinip kaçtım mekandan, bide iyi bi küfrettim kıza üstelik. gerçi onu iyi bi dövmediğime şükretsin.
    bende tanrıya şükretmeliyim gerçekten. yoksa şuanda paris hilton gibi porno kasedi olan biriydim :(

    siz siz olun, arayışınız seks bile olsa kolay kolay kimsenin evine gitmeyin bence. böyle porno meraklısından, organ mafyasına, sado-mazo psikopalardan, şantajcısına, hırsızına kadar türlü türlü erkek veya kadın var bu ortamlarda. hani şans bu ya, biri sizi bulur, hayatınız mahvolur. benden söylemesi.

    foto= flickr, yowzaa

    17 Kasım 2009 Salı

    sıcacık yanağım

    domuz gribi falan bize işlemiyo. gayet millet rahat tokalaşıyor yanak yanağa öpüşüyor. sabah günaydın faslında bile öpüşenler var(bunlar bayan tabi :) ben hani çok samimi olmadığım kişilerle öyle sarışıp öpüşmeyi normalde sevmem ama salgından dolayı insiyatif hakkım olunca en azından öpüşmüyorum.

    akşam işten bi arkadaşla birlikte çıktık. arkadaş derken çok yakın olduğum bi arkadaşın altında çalışıyor, ordan tanışıyoruz, aralarda yemeklerde karşılaşıyoruz o kadar. muhabbeti geçti akşama doğru, bu taraflarda bi tanıdığına gelecekmiş. iyi ben geçerken bırakiim dedim. neyse kızla bindik geliyoruz, dediği yerde durdum inecek. elini uzattı teşekkür etmek için. uzattım. sonra yanağıma uzandı, öpüştük. diğer yanağımı öperken "yanağın sıcakmış" dedi bana. hatta bunu söyleyene kadarda yanağını çekmedi yanağımdan. tabi ben şaşkın. kız geri çekildiğinde ben hala şaşkın. "iyi akşamlar" dedi gülümseyerek çıktı arabadan.

    safmı ne anlamadım. ya ne yaptığının farkında değil kız, yada kasten yaptı bunu. yok yani iş ortamından biri olmasa olayı garipsemiycem de işyerinden olunca durum farklı.

    neyse yav, çok takmaya değmez. ama ne yalan söyliim, kızın yanağı yanağımdayken dediği laf aklıma geldikçe gülüyorum. hatta elimle check ediyorum hakkaten sıcakmı diye :)

    çilekli sakızımın kokusu

    bugün akşam gelirken radyoda dinledim. eve gelince baktım gülben ergen'in şarkısıymış. tanıdığım kadarıyla sevmediğim türk şarkıcılardan biri kendisi. ama şarkı acaip eğlenceli bişeymiş, goran bregoviç şarkıları gibi. sözleride dilime dolandı. internetten dinliyorum kaç saattir. aklımda tabiki sevdiğim. daha bi anlamlanıyor onu düşünürken çünkü.

    belki duymamış olanlarınız için paylaşayım dedim :)


    aşkın bir tarifi olmasa seni nasıl anlatırdım
    mütemadiyen anarmıydım adını
    bilirsin hassasımdır konu sen olunca

    gözlerindeki bereketli toprakta açmak gibisi varmı
    sen hayatımdasın ya bundan böyle benim içim acı tutarmı

    varlığın öle bi sevinçki burnumda çilekli sakızımın kokusu
    dertlerimi sayfa sayfa savurdum mümkünse gelmesin yenisi
    zaman ne demek adını sende unuttum biliyorsa sölesin birisi
    gel saklanalım hiç bi ayrılık bulmasın bizi

    15 Kasım 2009 Pazar

    kanlı haftasonu

    bu yıl hayatımın en tatlı anılarını yaşıyorum belkide farkında olmadan. cumartesi sabaha karşı gelmişti gönlümün neşesi (bu tabiri bloxoo'da birinden duymuştum arada kullanıyorum). birlikte sarılıp uyuduk plansız. geç kalktık. kahvaltımızı birlikte hazırladık. bide şu ailesinde sorunlar olan ve geçen dertleştiğimiz arkadaşımı aradım onu da çağırdım. "ben kahvaltıyı 3 saat önce yaptım ama öğlen yemeğine geliim bari" diye dalga geçti. gelirken börek almasınıda istemiştim. kahvaltı hazırdı eleman geldiğinde, kapıyı ahmet açtı. biraz şaşırdı arkadaş. tanıştılar sonra neyseki. hatta biraz geyik bile yaptık kahvaltıdan sonra. sohbetin konusu ankara'ydı. benim arkadaş ankara'da okuduğu için başladı okul anılarını anlatmaya, ee ahmet de açılınca bana sadece dinlemek düştü. sonra arkadaş çıktı, o tam evden çıktıktan sonra bizimkinin aklına bişi geldi kapıda. "dur bi dakka, bişi getireceğim" diye koştu çantasını koyduğu odaya. elinde bi poşetle geldi. bana uzattı. "bu ne" dedim. "annem ördü senin için" dedi. açtım yün bi atkı. harika bişey. "gerek yoktu hiç, teşekkürler" desemde bayıldım resmen. ben el emeği şeyleri çok daha değerli bulurum normalde.

    sonra dışarı çıktık beykoz taraflarını göstermek istedim ona. akşam yemeği içinde balık yemek istediğini söyledi. "ee tabi ankarada balık yoktur" diye dalga geçtim, hiç alınmadı üzerine. önce aklıma şu yurtdışından gelenleri götürdüğüm bi restorant geldi ama üzerimizdeki spor kıyafetlerle biraz komik kaçabiliriz diye bildiğim başka biyere gittik. bizimkini temiz hava açmıştı sanırım kıtlıktan çıkmış gibi yedi balığı. hatta benimkinin bi parçasını bile verdim, yok demedi, onuda götürdü. daha sonra çok dolanmadık geldik eve.

    ama biraz geç uyuduk. televizyon falan izledik. gerçi o uyuyakalmıştı bi ara ben dünkü yazıyı yazarken ama sonra sokulup yanına başını omzuma koymak istediğimde uyandı.

    bu sabah düne göre erken kalktık. kahvaltıyı dışarıda yaptık, hatta vakit pazar günü için erken olduğundan mekanın ilk müşterisiydik sanırım :) dönerken yolda bir arkadaşım aradı. dün hastaneye gitmiş birini ziyarete, oradada bir hasta yakını gördüğünü maddi olarakta zor durumda olduklarını söyledi. kendisinin kan verdiğini ama daha ihtiyaçlarını olduğunu söyledi. hasta çocuğun adını, yattığı hastaneyi ve dosya numarasını da söyledi. ben geçirdiğim bir rahatsızlıktan dolayı kan veremeyeceğimi versemde kabul edilmediğini söyledim. ama sağa sola sorayabileceğimi söyledim. ahmet'de yanımdaydı tabi bunları söylerken. o sırada ahmet ben verebilirim dedi. sonra "emin misin" diye sordum "evet" deyince yolumuzu değiştik gittik hastaneye. 4 yaşında bi çocuk, annesi ve babası. doğudan gelmişler, kanser tedavisine, aylardır istanbul'dalar, çocuğu ameliyat etmişler, bi de epey bi kan borçlanmışlar. biz olayı öğrenmiş beklerken hemşire geldi bizimkine iğneyle yaklaştı, o an bizimkinin yüzünü görmeliydiniz. hani niye fotoğrafını çekmedim diye hala kızıyorum kendime :)) kanını alıyolarken dibinden ayrılmadım tabi. hatta hemşirenin odadan çıktığı aralarda diğer elini tuttum sıkıca. kan verme işlemi tamamlanınca çıktık hastaneden. biz hastaneden çıkarken, çocuğun anne ve babası çok teşekkür ettiler, çok dua ettiler. ahmet biraz bitkindi ama o hasta çocuğun anne babasının yüzündeki gülümseme ikimizede yetti. eve geldik, ben meyve falan indirdim biraz acil enerji olsun diye. yiyemem midem almıyor falan dedi. bende reddedemeyeceği bişey getirdim dolaptan. çikolata. :) sonra yatak odasında uyudu öylece, bende yanında uyumuşum.

    foto: http://www.chrisbrookesphotography.co.uk/

    14 Kasım 2009 Cumartesi

    gerçek dünya, blog ve o

    her ne kadar anlayışla karşılamaya çalışsamda son 3-4 yazıya yapılan bazı yorumlar beni etkiledi. birkaç gündür bişey yazmamaya özen gösteriyorum. bazılarınında dediği gibi bi erkeğin kıllı gögsünü yalamak yutmak hayalimi yazıp durmanın manası yok. hoş ben o lafı enaz 5 ay önce yazmıştım ve o zamandan bu zamana çok değiştim ama sonuçta yazmıştım ve sonuçta 11 yaşında çocuklar girip benim yazılarımı okuyup cinsel tercihlerinde değişikliğe gidebilirler. dikkatli olmalıyım.
    yazmasamda günlerim gayet güzel geçiyor. özellikle son iki günüm. yada bazılarının tabiriyle kurgulanmış yalan yulan hayatım güzel işte. sevdiğim adamda geldi iki günlüğüne. hatta şuanda televizyonun önünde öylece koca bi bebek gibi uyuya kaldı. :) ne garip, benim sanki ikiden fazla hayatım var. bi onunla aramdaki hayat, bi blogla oluşan sınırlarını hala çözemediğim ortam, bi de normal aile iş vesaire ortamım. elimden geldikçe ahmetle iş ve aile ortamımı birbirine kaynaştırsamda blog için aynısını yapamıyorum. mesela o uyanık ve dibimde olsa ben şimdi bu yazıyı yazamazdım. belki bigün öğrenir yada ben söylerim. ne biliim. belki söylerim bigün.

    11 Kasım 2009 Çarşamba

    domuz gribi

    işyerinden bi arkadaşın 3 gün önce yemek yediği bir arkadaşı domuz gribi çıkmış. tabi bunu bana tam yanında öğlen yemeğimi yiyoken söyledi. sonra "biz onla yerken henüz kuluçka süresinde değilmiş, inceledim sorun yok" falan gibi pek anlamadığım birşey söyledi. bende vebalı gibi hissettirmemek için pek önemsemedim. gerçi önemsenmeyecek gibide değil, 40 kişi ölmüş türkiye'de.

    aslında bazen biraz kaderci oluyorum. hani zaten olacaksa olur gibi bi düşünce sarıyor beni.
    bi de bazen ölümü istiyorum sanırım. yaşadıklarımın önünü görememek, dört duvar arasında her akşam her gece aynı yalnızlık, insanlardan bişey gizlemenin ağırlığı, vesaire şeyler birikince insan ölümden korkmuyor. olacaksa olur diyor.

    değil mi? olacaksa olur. kader.

    foto: telegraph.co.uk

    10 Kasım 2009 Salı

    10 kasım ve Atatürk

    bugün 10 kasım'dı. biçok insan için hüzünlü bi gündü. saat 9u 5 geçe sirenler çaldı, herkes iki dakika saygı duruşunda bulundu ulu önder atatürk'e. ben henüz uyanmıştım. evin içinde aynı saygıyı gösterdim. ama onu sevdiğim için değil, sadece bugün türkiye olarak sahip olduğumuz şeylerde payının büyüklüğüne saygımdandı hürmetim. sevdiğimden değildi yani. evet sevmiyorum, ama nefrette etmiyorum. içimde ona karşı olan tek his hayranlık. onun gibi azimli, çalışkan ve zeki olmak isterdim. ayrıca biraz daha uzun yaşasa türkiye'nin içinde olacağı şartların çok daha güzel olabileceğine inanırım.

    neden sevmediğim konusuna gelince; çok eskilere dayanan ailevi bir mesele bizimki. ailede bu meseleyi ençok irdelemiş, olayı belgelere kadar indirgemiş ve içselleştirmiş tek kişi olarak bu konuda tavrım bu yaşıma kadar hep net olmuştur. bahsi açıldığında onu sevmediğimi sadece saygı duyduğumu söylemişimdir birçok platformda. bu nedenle onu sevenlerede sevmeyenlerede empatik bakmaya çalışırım. herkesin kendince haklı sebepleri vardır belki derim, benim kendimce geçerli bi sebebim olduğu gibi.

    zaten kimse kimseyi zorla sevmek zorunda da değil. değil mi?

    8 Kasım 2009 Pazar

    ben bir gayim

    What is the difference between gay and bisexual?

    Someone who identifies as bisexual is emotionally, romantically, sexually and relationally attracted to both men and women, though not necessarily simultaneously; a bisexual person may not be equally attracted to both sexes, and the degree of attraction may vary as sexual identity develops over time.

    human rights campaign

    kaçtır bu konuda yorum alıyorum. benim biseksüel değilde gay olduğum muhabbetleri geçiyor satır aralarında. yok nasıl biseksüelmişim. rüyamda erkek aklımda erkek. hergün niye kız erkek grup içinde yatıp, kalkmıyomuşum. falanda filanda. daha öncede dedim, bu tanımı kendime ben yapmadım diye. bu hayatım boyunca bi kere gittiğim ve sanırım bi dahada asla objektif işinin ehli bir psikiyatr'ın tanımı. ha belki o da yanılmıştır. yada o yaptığı testler sorduğu sorular gerçekçi değildi. yada üstteki ingilizce kısımdada vurgulandığı gibi o günlerden bugünlere hislerim çok değişti. belki de hypocrite'ın dediği gibi bir kabullenme sürecindeyimdir. şimdilik kendimi biseksüelim, evet bir bayanlada olabilirim diye avutuyorumdur ama ilerde bu avuntu bitecektir. kadınlara ne cinsel nede duygusal arzum kalacaktır.

    toplamda bu konuda yorum yapan herkesin yaptığı bi yanlış var. yada bilinçaltlarından fışkıran bişi bu belkide. heteroseksüellik, homoseksüellik ve biseksüellik arasında bir sıralama yaptıklarını farkediyorum. yani biçok insan kafasında bi kere heteroseksüelden biseksüele ordanda gay'e bir sıralama yapmış. ancak böyle bir sıralamayı aklında besleyen biri benim biseksüel olduğumu iddia ederek daha üstün hissetmemi sağladığımı düşünebilir.

    ben görüşümü söyliim; bence hepsi aynı insan. aynı şekilde cinsel yeteneklere sahip, aynı sperm ve yumurtaya sahip kişiler. ben asla birini diğerinden üstün görmüyorum şuanda. sadece zor bi hayat olması nedeniyle doğan her çocuğun bu genlerden uzak doğmasını diliyorum yada ne biliim daha sonraki dönemde bu tür hisleri oluşturacak tetikleyici şeylerden uzak kalmalarını istiyorum. tamam deliler gibi hoşgörülüyüm diyemem, evet feminen bi homoseksüel yada heteroseksüel adamın yanında duramam. ama bu onları aşağılık gördüğüm manasına gelmez. o da öyle yapmaktan mutlu, ne yapabilirim. kaldıki daha öncede dedim, ben biseksüelliğin daha zor bir tercih olduğuna inanırım. asla netleşmeyen bir cinsel yöneliş bu. biseksüel bir adam evlense bile aklının bi tarafı hemcinsini düşünür ve bu düşünme adamın ruhunu kemirecek hale gelir mesela. yada diyelim bi erkekle eşcinsel bir hayat kursa bile aklının bi tarafı "abicim kadınlarla bir hayat kursan ne olurdu, bildik aile yapısı, hem baba olmuştun, toplumda kabul edilmiştin" der mesela.

    birde ben zaten kendime gay demekten utanacak biri değilim, biseksüelliği gaylikten üstün görmüyorum, biseksüelliğinde bir oranda homoseksüellik olduğunu biliyorum ve kaldıki evet şuan hislerim ve yaşadığım hayat itibariyle tamamen gay bi hayat yaşıyorum. mutlu muyum??? mutluyum. bu cevap yeterli benim için. bu yüzden "gay" tanımı beni asla rahatsız etmiyor.
    ama bir tanıma sokulmak zorundalığı gerçekten rahatsız ediyor.
    ben aliyim. yani ben bi bireyim. çizilmiş çizgilerin arasında bir yerdeyim. benim bile hala kestiremediğim bi yerdeyim. hayatıma biri girdi, bi erkek, yorgun kalbime tenime ruhuma dokundu, var olan tüm dengelerim bozuldu. oysa biri bana iki yıl önce bi erkeği hayatının en büyük yerine koyacaksın dese gülüp geçerdim. ama şimdi durum öyle. o yüzden bana şusun diye dikte etmeniz cidden rahatsız hissettiriyor. acaba siz kendinizi heteroseksüel yada homoseksüel olarak tanımlayabilirken birinin arada bilmediğiniz bi yerde olması rahatsızmı hissettiriyor. oysa dünyada biseksüellik kavramı çoktan anlaşılmış ve bu konuda dayanışma sağlayan çoğunluğunu heteroseksüel gibi görünen evlilerin oluşturduğu topluluklar dernekler falan var. sayıları azımsanmayacak kadar büyük hemde.

    merak ediyorum, ben bi kızı böyle sevmiş olsaydım ve kafamdan erkekleri tamamiyle atmış olsaydım bu seferde bana heteroseksüel mi diyecektiniz. neredeyse iki yıl önce boktan bişekilde terkedilmiş olmasaydım şuan bir baba bile olabilirdim oysaki. bu defa yine biseksüel olduğuma inanmayacaktınız değilmi.

    neyse ben bu tanım kavgalarından cidden sıkıldım. site ismini aldığım zaman ahmet yoktu hayatımda. ortada biyerde dolanıyordum yada ortadan daha farklı bi yerde. ama şuanda ortadan çok uzakta homoseksüelliğin direkt dibinde bi hayatım var. aklıma bir kadını tekrar sevebileceğim hatta aşık olabileceğim evlenebileceğim baba olabileceğim sorusu gelmiyor. enazından şimdilik gelmiyor. o yüzden bundan sonra bu konuda eleştiri duymamak için söylüyorum. evet ben bi gayim, erkek arkadaşımda bi gay. o hayatımda olduğu müddetçede gay olmak zerre rahatsızlık vermiyor. kızlara zerre bişey hissetmiyor kalbim. erkeklerede bişi hissetmiyor. çünkü kalbim full dolu. ömrüm boyunca ne böyle sevdim nede sevildim. o varken aklıma kadınlar yada erkekler gelmiyor. aklıma sevdiğim kişinin erkek olduğu bile gelmiyor çoğu zaman. o işte, o, biri, sevdiğim insan. beni seven insan. birtek sevgi var arada, herşeyin zehiri ve panzehiri olan sevgi. herşeyin dengesini sağlayan ve dengeleri altüst eden sevgi. bitti. nokta.

    istanbul gezisi :)

    bugün istanbul'da hava ne kadar güzeldi değil mi?
    ben aslında evde kos kos oturacaktım. öğlen 12 gibi aradı arkadaşlar. "biz eminönüne gidiyoruz, gelsene" diye. yapacak daha iyi bi işim olmadığı için gittim.

    epey bi yürüdüm. yani spor salonuna gitmeme gerek kalmayacak kadar çok hemde. eminönü, kapalıçarşı, sultanahmet, beyazıt, süleymaniye, tekrar eminönü, ordan galata'ya çıktık bide. ben artık ekibe "ben yaşlıyım yeter" diyene kadar turladık. üç arkadaşın en büyüğü bile benden 1 yaş küçüktü. içlerinden birininde fotoğrafçılık merakı var. ödüllü bir fotoğrafa malzeme olursam şaşmam. çünkü harika kareler yakaladı sanırım.

    aslında bende bi ara ilgi gösterir gibi olmuştum. hatta yurtdışından güzel bi makinada almıştım ama pek kullanmıyorum. kocaman şey. çantasıyla falan. ahmet'le tatile giderken bile ufak bi dijital kamera vardı onu götürmüştüm.

    ama yani vakit ayıramasamda böyle güzel fotoğraflar ilgimi çeker. sabır gerektiren bir sanat bence.

    neyse konu dağıldı. eminönü derken, fotoğrafçılığa geldik.
    işte öyle, yani güzel bi gündü. güneş stresimi aldı. tabanlarım hala acısada güldüğüm yediğim gezdiğim bana kar kaldı.
    bi de şeyi farkettim, bu güzel şehirde yaşarken şehrin güzelliklerinden habersiz olduğumuzu.

    foto: istanbultanitim.com

    6 Kasım 2009 Cuma

    yeni komşum

    dün çok kötü bişi oldu. aslında kötü denmez. yani ilginç diyeyim.

    bi kız vardı. 2,5 yıl kadar önceydi sanırım. bi ortamda tanışmıştık, herşey hızlı gelişti, yani aşk meşk değil ama çabuk yaklaştık birbirimize. zaten o ara biraz cinselliğin hayatımda ön planda olduğu bi dönem içindeydim. kızı evime davet etmiştim üçüncü buluşmamızda, hayır demedi. geldi ve bişeyler yaşandı. sonra ne oldu anlamadan kız benimle bi daha görüşmek istemedi. hani bende istediğini elde etmiş tecavüzcü coşkun modunda cool takıldım, ısrarcı olmadım. o zamandan beri de bi daha görmedim onu.

    ama dün o kızı bizim yakında bi markette gördüm. markete girdim evde eksik bişeyleri almak için ama onu görünce hemen tanıdım. beni görmesin diye çıktım aceleyle. çıkarkende baktım dikkatlice. yalnız değildi, yanında yaşlarında bi adam vardı. muhtemelen kocasıydı. hal tavırlarından öyle olduğunu düşündüm niyeyse. çıktım eve geliyorum. onlarda arkamdan çıktılar, benle aynı yöne yürüyorlar. sonra benim evin yanındaki binaya girdiler. şu koca istanbul'da bula bula gelip bana komşu olduklarını anladım. ne yalan söyliim, pek iyi bişey hissettirmedi bu bana. yani bişekilde yanında kocası varken yada yokken denk gelirsek ne olur ne konuşuruz bilemiyorum. gerçi beni tanır mı o bile belli değil. sonuçta saçım sakalım hatta spordan dolayı kilom bile değişti.
    yine de eve girip çıkarken biraz dikkatli olmakta fayda var sanırım.

    foto: flickr, dave durden.

    4 Kasım 2009 Çarşamba

    anlat bakalım

    dün akşam biraz farklı bir akşamdı. ahmet'i tanımadan önce yazdığım bi yazıda bahsettiğim arkadaşım telefonla aradı "yüzyüze konuşabilir miyiz" diye. ben evde ve müsait olduğumu söyleyince çok geçmeden geldi. aslında evi bana çok yakın ama bikaç aydır görüşememiştik yoğunluktan falan. zaten dün akşam bende evde sıkılıyordum tek başıma, gelmesi iyi oldu yani.

    oturdu salonda, ama hala susuyordu. baktım konuşacağı yok, dayanamayıp "anlat bakalım" dedim. anlattı sıkıntılarını, yaşadıklarını, ailesiyle bazı sorunlarını falan. üzücü şeyler yaşanıyormuş ailesinde, haliyle ona da yansıyormuş olanlar. fazla detaycı biri olduğundan sanırım olanlardan çok etkilenmiş. hatta bi ara anlatırken gözleri doldu, tuttu tuttu ama sonra dayanamayıp ağladı. bende o an dayanamayıp sarıldım, sonra o da bana sarıldı sıkıca. öylece başını omzuma koyup biraz ağladı. ben tabi çok fena oldum o anlarda, ağlayamasamda kötü oldum.

    aslında bu arkadaşım oldukça hayat oldu, eğlenceli, sosyal biridir ama demekki insanlar dışarıdan göründüğü gibi değil bazen. iç dünyaları çok daha farklı ve karmaşık olabiliyor.

    çay, sohbet derken gece geç vakte kadar oturduk. sonra "geç oldu" dedi kalktı. ben "istersen kalabilirsin bende" dedim. "biliyorum, ama bu ara evde bulunsam iyi olacak" dedi, ee durumunuda artık bildiğim için hak verdim gitmesine, ısrarcı olmadım. kapıda çıkarken "istediğin zaman arayabilirsin, yada uğrayabilirsin. hem evde tek başıma sıkılıyorum. aralarda buyur gel" dedim, "tamam, söz"dedi ve bana yeniden sarıldı, ama bu sefer ağlamadı. "sıkma canını, herşey geçer." dedim sırtını sıvazlayarak. sonra geri çekildi, "inşallah" der gibi yapıp başını salladı. sonrada çıktı gitti.

    bugün ister istemez aklıma geldi eleman, aradım hatta. nasıl olduğunu sordum, "düne göre daha iyiyim" dedi. sonra kendimi ve ailemi düşündüm. hani bizimkiler çok uyumlu, anlayışlı bir aile olmasına rağmen şu yaşımda ailemle yaşıyor olsam mutlaka bizde de sıkıntılar olurdu diye düşündüm. onu biraz daha iyi anladım ve ihtiyacı olan tek şeyin zaman olduğunu farkettim.

    2 Kasım 2009 Pazartesi

    yazıya uygun resim bulma

    noldu bana bilmiyorum. blogger hastalığı sanırım. birşeyler aklımda birikince hemen yazmak istiyorum. sanki hayatımdaki hiçbi anı unutmak istemiyorum. hatta trafikte sıkılırken, yemek yerken, spor yaparken, duş alırken falan aklıma gelen şeyler oluyor ama sonra aklımdan gidiyor hepsi. genelde şu aletin başına oturduğumda önceden aklıma gelenlerden çok farklı şeyler yazıyorum. ama bi şekilde yazıyorum. yani başlayınca kendinden akıyor cümleler sanki. ve özellikle yapmacık olmasın diye elimden geldikçe backspace'i az kullanmaya çalışıyorum. bazen 5 dakika bazen 15 dakika içinde bitiyor sizinle paylaşmak istediklerim. ama iş yazdıklarıma uygun bir resim bulmaya gelince resmen kayboluyorum. yani yazdıklarımın bölük pöçüklüğündenmidir bilmem uygun bi resim bulmak işkence oluyor bazen. 10 dakikada yazı yazıp, 50 dakika resim aradığım oluyor. o derece yani. eminim bi çoğunuz bunu yaşıyosunuz.

    ama ben bu sefer farklı olsun istedim. yazdıklarımı anlatan bir resim yerine resmi anlatan bir yazı olsun istedim.

    geçenlerde sıkıntıdan flickr'da fink atarken aşağıdaki fotoğrafa denk gelmiştim. hani ilk bakışta sıradan gibi gelsede, baktıkça anlamlandı gözümde. resim sanki yarım kalmış iki insanın sürünerekte olsa biraraya gelmesi ve birbirini tamamlama çabasını anlatıyordu. bana bizi hatırlattı. geçmişten gelen yaralarımızı sarmaya çalışan ve bunu yaparken mutlu olmaya çalışan bizi.

    bu yüzden paylaşmak istedim.


    foto=flickr, josh sommers